- Kategori
- Öykü
Her Şeye Geç Kaldın
Çöp arabası geliyor mu bugün diye sordu annem, geliyor anne dedim, çöp kovası dolmuş onu bir boşaltsak dedi, ama sabahları çok erkenden topluyorlar, bugün geç kaldık, yarın akşam atarım anne dedim, yine unutursun ha unutma da at dedi, bugünlerde her şeyi unutuyorsun sen, evet unutuyorum anne, ne çabuk başladı sende de unutkanlık daha yaşın kaç dedi annem, biraz oldu anne dedim, epey büyüdüm sayılır artık ben de, evde şeker bitti diye kaç defa söyledim onu almayı da unutmuşsun yine dedi, haklısın onu da unuttum anne dedim, dur telefonun alarmını eve dönüş saatine ayarlayayım çalsın da hatırlarım o zaman dedim, biz eskiden bir şeyi hatırlamak için parmağımıza bir ip dolardık dedi annem, o günlere ben de yetiştim anne, bilirim ama o zaman da çoğu defa o ipi niçin doladığımı unuturdum dedim, oğlum sevdalı mısın nesin sen, ne olacak bu halin dedi annem, sesinde beni cevap vermeye zorlayan bir tını vardı, cevap vermedim ben de.
Bunları konuşurken bir yandan da giyiniyordum, mavi beyaz puanlı kravatımı aradım bulamadım, canım sıkıldı, mavi kravatımı nereye koydum acaba sen gördün mü hiç diye sordum anneme, nerden bileyim, görmedim ben dedi annem, hep kravat askısına asardım ama yerinde yok dedim, ne bileyim oğlum iyi bak oralara dedi annem, bir kravat nereye konabilirdi ki, kendime de kravata da kızdım, başka ve hiç de gömleğime uymayan bir tanesini taktım mecburen, anne akşam biraz işim var geç geleceğim dedim, ne işiymiş bu hani çöpü atacaktın dedi annem, bir toplantıya katılacağım çöpü gelince de atarım anne dedim, yine unutursun sen dedi, unutursam sen hatırlat anne dedim, benim aklım seninkinden sağlam mı sanki dedi annem, hem ben uyurum sen gelinceye kadar dedi, uykun gelirse uyu da ben yokum diye yemeğini sakın ihmal etme anne dedim, hem zaten biliyorum ben gelmeden uyuyamazsın sen dedim, canım bir şey yemek istemiyor, bazen de yemeyi unutuyorum dedi, bak sen de unutuyorsun işte diyecektim, vazgeçtim.
Ayakkabımı bağlarken eğilmekte zorlandığımı hissettim, anlaşılan kış mevsimi birkaç kilo daha eklemişti bedenime, orta yaşı geçen çoğu adamın neden hep bağcıksız ayakkabıları tercih ettiğini anlar gibi oldum, aman oğlum yediklerine dikkat et, spor yap, göbeği salma, bağcıksız ayakkabılara mahkum olacaksın sen de bu gidişle dedim kendime, hiç olmazsa akşamları evde biraz mekik çekeyim de vücut esnekliğini kaybetmesin diye de ekledim, sözümde duramayacağımı da biliyordum ama.
Neyse ayakkabıyı da bağladım, saçımı şöyle bir sağdan bir soldan arkaya doğru sıvazladım, sanki çok saçım varmış gibi, buna da şükür, iyi ki tamamen dökülmedi dedim, hem perçem tarafından dökülmeyişi de artı bir avantaj diye düşünerek iyice teselli ettim kendimi.
Ben çıkıyorum anne dedim, ekmek falan var mıydı evde, var biraz yeter bana zaten yediğim ne ki, tek başına yemek de yiyemiyor insan dedi annem, alıp geleyim mi bir tane dedim, yok yok yeter bana dedi, bıkmadın bu yalnızlıktan dedi birden bire, şimdi senin boyunda çocukların olmalıydı senin dedi, neyse anne gecikeceğim sonra konuşuruz bunları dedim, hep sonra hep sonra, zaten her şeyi sonraya bıraktın, yaşıtların torun sahibi olacak, neyi bekliyorsun anlamadım dedi annem, anne gecikiyorum ekmek istiyor musun istemiyor musun dedim, istemiyorum ekmek mekmek, ben torunlarım olsun istiyorum dedi annem, yok mu anne maaşallah bir kamyon dolusu torunun var öbür çocuklarından dedim, onlar başka seninki başka dedi, olur anne benden de olur Allah ömür verirse inşallah dedim, Allah ömür vermiş vermesine de sen kullanmayı bilmiyon dedi annem, haklısın anne ne diyeyim, kullanmayı bilemedim ömrümü dedim, öyle deme yavrum ben onu demek istemedim dedi annem, üzülmüştü, pişman oldu dediğine, az biraz durakladım, düşündüm sonra ben çıkıyorum anne dedim, çıktım.
Bir taksi çevirdim, tam binecekken cebimi yoklamayı akıl ettim, korktuğum başıma geldi, cüzdanımı evde unutmuştum, bir de çantaya bakayım belki dalgınlıkla oraya atmışımdır dedim, ama çantada da yoktu, cüzdan yoktu ama elbise dolabında aradığım mavi kravatım çantadaydı, içimden güldüm, yav bu nasıl girmiş buraya dedim kendi kendime, özür dilerim dedim şoföre, eve dönmem gerek, cüzdanımı unutmuşum, sorun diil beyefendi dedi, isterseniz binin, eve kadar gidelim cüzdanınızı alır gelirsiniz dedi, çok teşekkür ederim, aslında olabilirdi ama şimdi hatırladım evde ufak bir işim de vardı dedim, peki dedi, gaza bastı gitti adam, fırının önünden geçerken ekmeği hatırladım, neyse ki ceketimin cebinde bir miktar bozuk para varmış, bir ekmek alayım dedim, benim o yönde bir talebim olmamasına rağmen tezgâhtaki soğuk ekmeklerden değil, fırından yeni çıkan sıcak ekmeklerden birini seçip verdi fırıncı, torbaya yapışmasın diye de bir kâğıda sardı, susamlı ekmek akşamları mı çıkıyor sadece dedim, laf olsun diye, evet abi onun hamuru ayrı dedi, güzel yapıyorsunuz onu, elinize sağlık dedim, sağol abi dedi adam, sevinmişti, arzu ederseniz ayırayım size kaç tane isterseniz dedi, sağolun, bugün geç döneceğim, yetişemem zaten dedim.
Zili çalmadım kapıyı anahtarımla açtım, birden beni karşısında görünce şaşırdı annem, kulakları ağır işittiğinden bazen kapının tıkırtısını duymazdı, suç üstü yakalanmış gibi alelacele gözlerini silmeye başladı, ağladın mı sen anne dedim, yok ne ağlaması, gözüme kirpiğim kaçtı herhal dedi annem, ağlamışsın işte anne o kirpik kaçması falan değil, hem iki gözüne birden mi kaçtı dedim, yok yok ağlamadım dedi, hem niye geri geldin sen ne oldu dedi, bu defa da cüzdanımı unutmuşum anne dedim, endişeli bir sesle, oğlum aklına mukayyet ol sen de biraz, ne bu böyle, bir doktora falan git dedi, lafa tuttun beni o yüzden unuttum anne, doktorluk bir şey yok dedim, ekmeği gösterdim, bak ekmek aldım sıcacık hadi kalk da kahvaltı yapalım dedim, gözleri parladı birden, sen işe geç kalmadın mı dedi annem, bugün de geç gideyim bir şey olmaz dedim, iyi tamam ben hemen çayı koyayım dedi annem, sen bi yüzünü falan yıka ben koyarım çayı dedim, sabah namazı için abdest aldıydım ama uyumuşum dedi, başörtüsünün ucuyla gözlerini bir kez daha silip heyecanla kalktı.
Ceketimi çıkardım, bir sandalyenin arkalığına emaneten asıp mutfağa geçtim, tüh, içme suyu damacanın dibinde azıcık kalmış, neyse ki bir çaylık kadar çıktı, ulan içme suyu da bitmiş, bu ne be evle bütün ilişkimi koparmışım ben dedim, çaydanlığı ocağa yerleştirip demliğe bir kaşık çay attım, su kaynayıncaya kadar ıslanıp açılsın diye azıcık da su koydum, yumurta haşladım, soydum tabaklara dilimledim, üzerine biraz kırmızı biber ektim, biraz zeytinyağı gezdirip az bir şey de limon sıktım, bir domates dilimledim, tahinli pekmez ve yeşil salamura zeytin de çıkardım, güzel oldu.
Bir türlü alışamadığı takma dişleriyle lokmaları ağır ağır çiğnerken, şu domatesleri bu kadar iri doğrama n'olur, zaten dişim kesmiyor, nasıl diş yaptı bu adam da kör pıçak gibi dedi annem, valla kusura bakma anne biraz aceleye mi getirdim ne dedim, çayından irice bir yudum çekip onun yardımıyla yutmaya çalıştı iyi çiğneyemediği lokmasını, öyle demek istemedim dedi sonra birden annem, neyi öyle demek istemedin anne domatesi mi dedim, yok yok, hani biraz önce Allah ömür vermiş de sen kullanmayı bilmiyon dedim ya onu dedi, amaan anne ona mı ağladın sen de şimdi ben o lafı çoktan unuttum bile dedim, sevindi, tamam onu unutman eyi amma her şeyi de unutma oğlum dedi annem, peki cüzdanı unutmam iyi mi oldu kötü mü oldu şimdi sence dedim, gözlerime baktı, güldü, sahiden bazı şeyleri unutmak da eyi mi oluyor ne dedi annem, güldük.
Yemeği hızlı yerim, çabucak bitirip kalktım, sofrayı toparlama işini de ona bırakıp ceketimi tekrar giydim, cüzdanımı, telefonumu, anahtarımı yanıma aldım mı diye kontrol ettim, hatta gözümdeki gözlüğümü de, çünkü onu da unuttuğum oluyordu bazen, hatta bazen de unuttuğumu sanıp aramaya başlıyor ve bulamıyordum da elimi gözüme attığımda zaten yerinde olduğunu fark ediyordum, öğününü geçirme, yemeklerini vaktinde ye, ilaçlarını da yut tamam mı dedim anneme, tamam tamam yerim, sen yine de geç kalma akşam dedi annem…
.........
Celal Çelik- 28 Ocak 2009- İstanbul.