Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '16

 
Kategori
Siyaset
 

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
 

Eylül, Türkiye’de eğitim ile öğretimin başladığı aydır. Eğitim ile öğretim üzerine bir yazının doğal olarak her ay çıkan bir derginin Eylül sayısında yayınlanması beklenir. Lakin Türkiye’nin son birkaç aydır yaşadığı olağanüstü hal, Eylül ayında eğitim ile öğretimden ziyade başımıza gelen darbe kalkışmasını değerlendirir bir yazı kaleme almaya zorladı bizleri. Esasen okullarımız Eylül ayında açılsa da özellikle üniversiteler dikkate alındığında eğitim ile öğretime tam anlamıyla Ekim ayından itibaren başlanabildiği de bir Türkiye gerçeğidir. Bu nedenle eğitim ile öğretim minvalli bir yazının Ekim ayında yayınlanması güncellik açısından büyük sorun teşkil etmeyeceği kanaatindeyim.

Bu yıl (2016) okulların açılışının ilk haftasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın talebi doğrultusunda “15 Temmuz Demokrasi Zaferi ve Şehitleri Anma“ temalı etkinlikler yapıldı. Söz konusu etkinliklerle Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği olan çocuklarımıza ve gençlerimize 15 Temmuz darbe kalkışması ile Türkiye’nin içine düşürülmek istendiği trajedinin muhtemel vahim sonuçları kavratılmaya çalışılmış olmalıdır. Gerçekten de 15 Temmuz akşamı Türk’e biçilmek istenen don, hafife alınamaz. Yaşadıklarımız, eğitim ile öğretimin, dolayısıyla, doğru bilgiye sahip olmanın ve hakkı hakikati gözeten bir tavırla hareket etmenin önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’de şöyle bir ayet yer alır: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Suresi 9. Ayet) Elbette bilenlerle bilmeyenler bir değildir. Lakin yöneltmemiz gereken sual şudur burada: Nedir bilmek ve bilinecek olan? Bilmenin ne olduğu, felsefede kadim bir meseledir. Bu mesele, bilmenin nasıl olduğuna bağlanarak çözülmek istenmiştir. Bilinecek olanın ne olduğu ise, arzu, istek, hedef ve beklentiler doğrultusunda değişkenlik arz eder.

Eğitim ile öğretimin temel hedeflerinden birisi bilmeyenleri bilir hale getirmektir. Burada bilinecek olanın ne olduğu önemli olmakla beraber asıl dikkat edilmesi gereken husus, doğru ve güvenilir bilginin aktarılmasıdır. Klasik felsefede zannî bilgi hakikati vermez. Hakikate ermek için bilginin doğrulanmış olması gerekir.

Bilgi meselesinde Türkiye’de yaşanan en temel sorun kirliliktir. Hakikati vermeyen, yalan yanlış sanal bilgilerin yayılmasıdır. Daha da vahimi bu tür bilgilere itibar edilmesidir. Maalesef bilgi kirliliği Türk kamuoyunu yönlendiren birçok kanaldan bilinçli ya da bilinçsiz olarak destek görmektedir. Özellikle son dönemlerde gerek geçmişe duyulan özlemden gerekse geçmişle hesaplaşma adına doğrululuğu tartışılır bir dizi bilgi tarihimizde iz bırakmış şahsiyetler ve olaylar üzerinden afişe edilmekte ve sahip olunan zihniyetlere veya Türkiye’de gerçekleştirilmek istenen değişikliklere dayanak yapılması geleceğimiz adına endişe vericidir. Gerçeğe dayanmayan, hakikate götürmeyen anlayışların toplumda yaygınlık kazanması ve fütursuzca savunulması, eğitim ile öğretim işinde ciddi sıkıntılarımız olduğuna işaret etmektir. Zira eğitim ile öğretimin sağlıklı işlediği bir ülkede vatandaşların doğruyu eğriden ayırabilecek kabiliyette olması ve bu tür yanıltıcı yöneltmelere itibar etmemesi gerekir.

Orta tabakada yer olan vatandaşların belli oranda etki altında kalarak bir takım beklentiler doğrultusunda hareket etmesi, kısmen mazur görülebilir. Lakin okumuş yazmış olanımızın da düşünüş ve bakış itibariyle yanılgıdan yana tavır sergilemesi hoş görülemez. Çünkü yanlışları ve yanılgıları düzeltecek olan onlardır.

Türkiye’de eğriyi doğrudan ayıramama hastalığına yakalananların zihni oldukça karışmış görünüyor. Son zamanlarda etkin konum ve kurumlarda olan bu kimseler, üzülerek belirtmek gerekir ki, Türkiye’yi bir çıkmaza doğru sürüklemekteler. Görünen köy, kılavuz istemez. Birçok sahada karşımıza çıkan bilgi yanlışlıklarından menkul kafa karışıklıkları, acilen aklımızı başımıza toplamazsak büyük acılarla sonuçlanacak bir sonu hazırlamaktadır. Bu nedenle biran önce içine düşülen kargaşadan kurtulmanın yollarını aramalıyız.

Çizdiğimiz karamsar tablo kötümser bir yaklaşımın vaveylasından öte, gerçek bir durumun tespitinden ileri gelmektedir. Özellikle Türk siyasetinin son yıllarda kalkıştığı bir takım uygulamalar, bizim haklı olduğumuzu göstermektedir. Bize göre, şu günlerde yaşamak zorunda kaldığımız bir dizi iç ve dış siyasetteki çıkmazımız, daha önceki yazılarımızda sıkça konu edindiğimiz kavramlara yanlış mefhumlar yüklemekten nâşi, gerçek dışı düşünüşlerle yol almaya kalkışmaktan ileri gelmiştir. Mesela günümüz siyasetinde etkin olan icracıların üç kavramı birbirine karıştırarak mefhum buhranı yaşamaktalar. Nedir onlar? Millet, devlet ve hükümet.

Bir ülkenin siyasetinin akışında “millet, devlet ve hükümet” üç temel kavramdır. Bu kavramların birinin yerine öteki konulamaz. Üç kavramın, mefhumu farklıdır. Ama birbirinden kopuk değildirler. “Milletin kim olduğu veya ne olduğu?” yeterince idrak edilemiyor ve açık seçik ortaya konulmuyorsa, doğal olarak bir devletin devamlılığını sağlayacak olan milli politikaların sürdürülmesi mümkün olmaz. Türk milleti, maalesef son on yılda böylesi bir garabetin içine sürüklenmiştir. Yapılan temel hata, hükümetlerin kendilerini devlet sanmaları ve milli politikaları da hükümet programlarına indirgemeye çalışmalarıdır. Bu girişim, devleti ciddi anlamda yaralamış milleti ise devre dışı bırakmıştır.

Hükümetlerin sürdürdükleri politikalar, kısa vadelidir. Devlet içindeki ve dışındaki değişikliklere göre şekil alırlar. Ancak hükümet programlarında ve icraatlarında sınırları, devlet anlayışı çeker. Türk Devletinin sınırları da anayasal düzlemde belirlenmiştir. Bunlar, delinmeye kalkışılmaz. Eğer ciddi anlamda sıkıntılar baş göstermişse, sorunun nerden kaynaklandığı yalan yanlış bilgilere dayanarak çözülmeye çalışılmaz. Ehline müracaat edilir. Devlet siyasetinin sınırlarını ise millet belirler.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinde millet kavramı üzerinde yapılmak istenen tahribat, etkin ve devletin işleyişini bozmuş, çoğunluğu hükümetlerin sunduğu değişken politikalarla sorunların aşılacağı yanılgısına düşürmüştür. Bu, sanal bilgilendirmelerle desteklenmiş Türk Devletini hedef alan bir yanıltmacadır. Türk Devletinin bekası için, içine düşülen kavram kargaşasından bir an önce çıkarak, kavramlara doğru manaların biran önce yüklenmesi elzemdir. Türkiye Cumhuriyeti Devletini işletici konumdaki hükümet, birkaç ay önce yaşanan darbe kalkışmasından sonra yaptığı hatanın farkına varmış görüntüsü sergilemektedir. Ancak, atması gereken doğru adımlar, gayet açık ve seçikken, ne hikmetse, bazı hayati noktalarda hâlâ ayak sürümektedir.

Bir musibet, bin nasihatten yeğdir. Şayet hükümet, yaşanan musibetin verdiği nasihate kulağını tıkarsa, sadece kendini bitirmekle kalmayacak, Türk milletini de sıkıntıya sokacaktır. 

 
Toplam blog
: 51
: 885
Kayıt tarihi
: 27.02.07
 
 

Ben kimim? Kafa kağıdımdaki beyana göre 1969 tarihinde Burdur - Gölhisar'da, doğumuma şahit ala..