- Kategori
- Dünya
Huzursuz topraklara huzur gelecek mi?

tahrir meydanı
Türkiye'nin bölge halkı için "büyük bir örnek ve model" olduğuna işaret eden Walker, "Mısır'ın zayıflamasının Arap dünyasında liderlik boşluğu yaratacağını, ancak bu boşluğu da hâlihazırda Türkiye'nin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın popülerliği ve İsrail'e karşı Arap duyarlılığının savunuculuğunu yapmasıyla doldurduğunu" kaydetti.
Barkey, "Türkiye'de demokrasinin darbelere rağmen iyi-kötü çalışmış olması, Türkiye'ye muazzam avantajlar tanıyor" dedi. (Basından)
Tunus’ta başlayıp Mısır’la devam eden ve sonu nereye varacağı belli olmayan halk ayaklanmaları bütün dünyanın birinci gündemini oluşturdu. Yemen’den Mısır’a, Tunus’tan Suriye’ye kadar bir değişim talebi var. Unutulmaya yüz tutmuş bir kelimeyi, “devrim”i tekrar gündeme oturttu.
Halkın “yeter artık” istemezuk” feryatları ileride “Tunus devrimi”, “Mısır devrimi” olarak anılacak. 1789 Fransız Devrimine yeni kardeşler geliyor. Paris’ten Kahire’ye 220 yıl gecikmeyle gelmiş bir devrimin ayak sesleridir bu. İster beğenilsin ister beğenilmesin, Türkiye Arap toplumlarına olmak istedikleri hedefi gösteriyor. İslam’la demokrasinin birlikte var olabileceğinin, bunu yaparken toplumun refahını artırabileceğini gösteren bir yenilenme hareketi başlamıştır.
Adına “faşizm ” mi dersiniz, “diktatörlük” mü dersiniz bilemem ama hiçbir kötü rejimin ilânihaye devam etmesi mümkün değildir. Şartlar oluştuğunda namuslu insanlar namussuzlara galebe çalar ve kendi inkılâplarını, devrimlerini gerçekleştirirler. Aşiret, kabile ya da ayrıcalıklar üzerine kurulu tek parti ya da ordu gücüne dayanan iktidarlar ülkelerini yönetmekte eskisi kadar rahat olamayacaklar. Kırbaçla yönettikleri halklar da artık bunlar tarafından yönetilmek istemiyor. Halklar dünyayı daha bilinçli izliyor artık.
İletişimin alabildiğine geliştiği çağımızda; demokrasinin olmadığı ülkelerde, gücünü halktan almayan güçler, iktidar ve yönetimi artık sürdüremez duruma gelmişlerdir. Evet, Tunus’ta, Mısırda, müstakbel diğer ülkelerde olan budur. Vatandaş onurlu yaşamanın, insan gibi yaşamanın mücadelesini veriyor. Bazılarının aklına “bu işin içinde gizli güçler mi var” gibi sorular gelse de bu ezilenlerin onur mücadelesine mani olamayacak. Hiçbir gizli güç o kadar insanı Tahrir Meydanına toplayamaz. Üstelik aralarında hiçbir sorun yaşamadan 20 gün o meydanda 2-3 milyon insan kardeşçe özgürlük istedi. Mısır’da sınıf ayrımı olmadan bir isyan yaşanıyor. Hem kendileri hem çocukları için daha iyi bir yaşam talebiyle ölüm pahasına meydanları doldurdular. Mısır meydanlarında Ahmedinejad veya Bin Ladin’in mesajları haykırılmadı. Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin konuşması hayranlık ve saygıyla dinlendi. Demokratik Türkiye, Mısır’da doğru yerde durarak inancı şiddete alet eden Usama Bin Ladin ve benzerlerinin elinden en güçlü kozlarını almıştır. Mısır ya da Tunus’taki gösterilerde Ennahda ya da Müslüman Kardeşler gibi gruplar değil gençler ve kadınlar belirleyici oldu. İki ülkede de sloganlar demokrasi, adalet, toplumsal adalet ve rejimin değişmesi üzerine odaklandı. Netanyahu’nun Mısır’da istikrar çağrısı, İsrail’in gerçek yüzünü de açığa çıkarmış oldu. Bu da karanlık odakların eliyle gerçekleşen bir devrim olmadığını göstermektedir. Demokrasiye yelken açan Arap dünyası demokratik Türkiye’ye benzeyecek.
Şu söylenebilir: Bir yanda ağır hayat şartlarından diğer yanda baskılardan ve kısıtlamalardan bunalmış, kelleyi koltuğa alıp sokağa çıkmış milyonlarca kişiyi kim yönlendirecek? Evet, insanı düşündüren can alıcı soru bu olsa gerek. Niyet güzel ama lider yok. Zaten diktatörlükle yönetilen halkların en büyük sıkıntısı düzeni değiştirecek lider yetiştirememektir. İşte bu durumda bulanık suda balık avlamaya kalkacak pek çok avcı sahne alacaktır. İnşallah Allah onlara fırsat vermez. Niyet halis ise bir çıkış yolu mutlaka bulunur.
Bana göre tutunabilecekleri tek dal Türkiye Cumhuriyetidir. Ak Parti iktidarı da onlar için bir şanstır. Zamanında Osmanlı onlara sahip çıktı ve yüzyıllarca burunları kanamadan geçinip gittiler. Şimdi de onları anlayacak, onları sömürmeyecek ve istismar etmeyecek tek ülke Türkiye’dir. Türkiye onlar için rol model olacak tek ülkedir. Birinci dünya savaşında İngiliz, Fransız dolmuşuna bindikleri gibi tekrar Amerika ve İsrail dolmuşuna binerlerse o zaman vay hailimize, vay hallerine. Bunu birileri onlara anlatmalı.
Birinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan diktatörlüklerin son nefeslerini verir hâle gelmiş olmaları küçümsenecek bir durum değildir, en azından bu yüzyılda “demokrasi” ruhunun etkisinin artacağını gösteriyor. Dünya artık eski dünya olmayacak. Sömürü ve kölelik düzeni sona erecek, dünya nimetlerini küçük bir azınlık hortumlayamayacak. Ülkemizde de böyle olacak dünyada da.
Şu anda bütün dünyanın gözü Türkiye’de. Demokrasisi, refah seviyesi, kültürel derinliği ve etkin dış politikasıyla tanınan ve sevilen bir Türkiye, bölge halkları için de bir şanstır. Batılı devletlerin çifte standart politikaları yüzünden demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne güvenini yitiren Arap ülkeleri, bu değerleri Türkiye üzerinden yeniden sahipleniyor. Bu gerçek, bölgemizin tarihinde yeni bir dönemin başladığının işaretlerini veriyor. Sömürgecilerin en büyük korkusu foyalarının ortaya çıkması ve Arap halklarının bunun farkına varması yönündedir. Bu durumda samimiyet prim yapacak ve ilişkiler samimiyet ve karşılıklı çıkarlar üzerinde gelişecek. Bu özellik Anadolu’da mevcut. Kendisini süper güç zannedenler bunu Türkiye adına dillendiriyorlar.
Kim ne derse desin Arap dünyasındaki bu gelişmeler en çok Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Arap dünyası Ülkemiz için sadece ekonomik bir potansiyel olarak değerlendirilemez. Arap dünyasını bir İslam coğrafyası ve dostluğundan emin olabileceğimiz demokratik bir komşu ülkeler olarak görmeliyiz. Etrafı Amerika ve İsrail’in kontrolü altında, halkından kopuk liderlerin yönettiği komşularla çevrili bir Türkiye’nin bu güne kadar neler çektiği herkesin malumudur. Bundan sonra da aynı düzen devam etmemeli.
Bize düşen görev öncelikle iç barışı adam gibi sağlamak olmalı. 12 Haziran seçimlerini sağlıklı bir şekilde geçirmek ve güçlü bir hükümetle Arap dünyasındaki bu değişimi akılcı bir şekilde yönlendirmek hedefimiz olmalı. Yüzyılın bu fırsatını kaçırırsak, emperyalist güçlere kaptırırsak Türkiye’nin, İslam dünyasının sonunu hazırlamış oluruz. Bunun için her zamankinden daha çok iç barışa ihtiyacımız var. Türkiye Balyozlarla, Ergenekonla, Anayasa ile zamanını çöpe atmamalı. Herkes bu sürece olumlu yönde katkı sunmak zorundadır. Yoksa Türkiye’ye fren olacak herkes tarih önünde sorumlu olacaktır .
Çünkü demokrasimiz, dış politikamız, "ince gücümüz", ve reformlarımız siyasi fırsatçılık değil bir demokratik olgunlaşma sürecinin itici gücüdür. Türkiye'nin yaşadığı "normalleşme", süreci bölge ülkelerinin de takip edebileceği bir programdır. 19'uncu yüzyılda Müslüman aydınların Avrupa'yı örnek aldıkları gibi aynı şekilde Arap aydınları da Türkiye tecrübesini yakından takip edeceklerdir. Akla ve bilgiye dayalı bir ağabeylik görevi yapan ülkemizin fikirleri elbette onlara yol gösterecektir.
Adaletin, insan haklarının, sözde değil özde uygulandığı, insan onuruna saygının hâkim olduğu bir dünyada insan gibi yaşamak her insanın hakkıdır. Bu hak; din, dil, ırk, renk farkı gözetmeksizin Allah tarafından her insana verilen bir ayrıcalıktır. Bunu hiçbir kurum ve kuruluş insan elinden zorla alamaz. Çünkü insan bu dünyayı ikinci bir kez daha deneyemeyecek. Bu hakkın kullanılmasına bütün yöneticiler, çocuklar için de ebeveynler katkıda bulunmak zorundadır. Adil yöneticilere selam olsun. Kalın Sağlıcakla.
İsmet Yalçınkaya
Başarı Test Üretim ve Sınav Danışmanlığı Bürosu