Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '09

 
Kategori
Siyaset
 

I. Selim'le II. Selim'in farkı

I. Selim'le II. Selim'in farkı
 

Lehinde ve aleyhinde pek çok şeyler söylenmiş olmasına rağmen, kimse inkâr edemez ki, Demokrat Parti, çok partili demokratik hayata geçişte önemli bir rol oynamış, devletin partisini üst üste 3 seçimde silip süpürmüş, bu ülkede on yıla damgasını vurmuş bir partidir.

Elbetteki bu başarı ve etkinlikte, 1950’li yıllardaki şartların büyük rolü vardır. Tarihî olaylar, yaşandıkları dönemin koşullarıyla birlikte değerlendirilmelidir.

Şu anda oturduğumuz rahat koltukta, bilgisayarımızın başına geçerek, yıllarca önce meydana gelmiş olayları tahlil edip, “şöyle olsaydı, böyle olmasaydı” diye ahkâm kesmek çok kolaydır.

Her akıl sahibi, karşılaştığı bir zor durumda, kendi bilgisi, tecrübesi ve imkânları dahilinde bir çıkış yolu arar bulur. “Ben olsaydım şöyle yapardım” demek, abesle iştigaldir. Çünkü herkes sadece kendisidir.

*****

1980 sonrası Turgut Özal’ın Anavatan Partisi de, kendi şartları içinde gelişen ve ülkeye çok farklı değerler kazandıran bir siyasi oluşumdu.

Yine çok tartışılan bu dönemde de Türkiye’nin şimdi insana masal gibi gelen pek çok kazanımları olmuştur. Konumuz bu olmadığı için ayrıntılara girmiyorum.

Benzer bir durumu 2002 yılında yaşadık.

Parlamentoda bulunan iktidar ve muhalefete mensup bütün partiler meclis dışında kalırlarken, henüz yeni kurulmuş bir parti tek başına iktidara geldi.

2007 yılında bütün olumsuz girişimlere rağmen Ak Parti ikinci kez, hem de oyunu bir önceki seçime göre % 30 civarında artırarak toplam % 47’ye yakın bir çoğunluk sağladı.

Hem 2002 seçimlerinin, hem de 2007 seçimlerinin ikinci partisi CHP oldu. Yalnız son seçimde üçüncü parti olarak bir de MHP girdi meclise…

*****

Sonuç olarak şu anda seçime katılma imkânı olan rekor sayıda parti olmasına rağmen, seçimler Özal’ın deyimiyle “İki buçuk” parti arasında cereyan ediyor.

27 Mayıs ihtilalinden sonra ortaya çıkan dağınıklığa, seçim sistemindeki farklılık da eklenince birçok küçük parti türedi. Hâlâ da partiler kurulmaya devam ediyor.

Ancak son iki seçimin sonuçları, bence iki partili bir hayata yönelmenin sinyallerini veriyor gibi…

Şu günlerde yerel seçimler için bile bu üç parti dışında sesi soluğu çıkan pek yok. MHP’nin arkasında, Ak Parti’nin oylarını bölmesi amacına yönelik yapay bir destek olduğu da apaçık ortada…

*****

Gelelim bu yazının asıl amacı olan diğer partilere…

Bilindiği gibi 2007 seçimleri öncesi DYP ile ANAP Demokrat Parti adıyla birleştirilmeye ve Ak Parti karşısında “Merkez Sağ” adıyla bir güç oluşturulmaya çalışıldı.

Hem bu birleşmeyle ilgili, hem de bu iki partinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde meclise girmemeleriyle ilgili, Ergenekon bağlantılı söylentiler var. Henüz doğruluğu netlik kazanmasa da bu ihtimaller, o günkü şartlarda aklı selim sahibi insanların da aklını kurcalamış olmalı ki, sandıkta birleşme gerçekleşememiş, Demokrat Parti adını alan DYP seçimlerde sadece %5,41 gibi bir oy alabilmişti.

Yerel seçimlerde tüm muhalefetin neredeyse Ak Parti’ye karşı bir tavır alarak birleşmesi, oy bölmeye yarayacak her fırsattan yararlanma mantığıyla küçük partilere ilgi gösterilmesine sebep olmuştur.

Şimdiye kadar adını pek duyuramayan Demokrat Parti de bu fırsattan yararlanmanın yollarını aramaktadır.

Yeni kurulan ve uzun süre küçük parti olarak kalan siyasi oluşumların bile zamanla büyüyüp gelişmesi mümkündür. Bunun pek çok örneği vardır.

Ancak büyük partiyken küçülen siyasi oluşumların yeniden aynı ivmeyi yakalaması oldukça zordur. Bu sebeple Demokrat Parti’nin de Anavatan Partisinin de çok anormal bazı gelişmeler olmazsa bir daha toparlanabileceğini sanmıyorum.

Hatta benim kanaatim, geçmişte Türk siyasetine damgasını vurmuş ve olumlu adımların atılmasını sağlamış bu iki partinin, belleklerimizdeki anılarla beraber tarihe terk edilmesinden yanadır.

Türk siyasetine yeni bir soluk getirebilecek yeteneğe ve beceriye sahip siyasetçiler varsa, pekala Recep Tayyip Erdoğan - Ak Parti örneğinde olduğu gibi, yeni bir parti kurup milletin önüne çıkmaktan çekinmesinler.

Geçmiş partilerin adından yararlanmak gibi bir basitlik bile, o partinin kamuoyunda benimsenmesini önleyen bir engeldir diye düşünüyorum.

Bundan sonra ne yapılırsa yapılsın, hatta iktidara gelinip Türkiye’nin kaderi de değiştirilsin, ne bu Demokrat Parti, Menderes’in partisidir, ne de bu Anavatan Partisi Özal’ın partisi’dir.

Sadece “isim” hiçbir zaman gerekli vizyonu taşımaya yetmez. Bunun tarihteki en çarpıcı örneği II. Selimdir.

II. Selim, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan doğan oğludur. Hürrem Sultan, oğlunun “Yavuz” bir sultan olarak tahta geçmesini istediği için adını Selim koymuştur ama, Osmanlı tarihindeki yeri, önemi, değeri, kuşkusuz herkes tarafından bilinen ve takdir edilen Yavuz Sultan Selim’le (I. Selim) II. Selim’in yaratılışı arasında dağlar kadar fark vardır.

Yükselme döneminin mihenk taşı olarak tarihe adını yazdıran I. Selim’e karşılık II. Selim, daha cülus töreninde yeniçerilere taviz vermek zorunda kalmıştı.

Sekiz yıllık saltanatı süresince hiçbir sefere çıkmayan, zamanını avla, eğlenceyle geçiren, zevk ehliyle birlikte olan II. Selim, dedesi I. Selim’le taban tabana zıt bir hayat yaşadı.

Osmanlı’yı yükselme döneminde zirveye taşıyan cihan imparatoru Kanuni’nin oğlu olmasına rağmen, devlet onun yönetiminde duraklama dönemine girmiştir.

*****

Sonuç olarak küçüklerin büyüme ihtimali her zaman vardır ama, ölülerin dirilme ihtimali pek yoktur. Menderes’le özdeşleşen Demokrat Parti ve Özal’la özdeşleşen Anavatan Partisi’ni yerlerde sürünen iki “küçük parti” olarak görmekten şahsen rahatsızlık duyuyorum.

Eğer merkezde yeni bir oluşum yaratabilecek siyasi kariyere ve karizmaya sahip liderler varsa, anılarımızdaki güzel duyguları istismar ederek bir yere varamayacaklarını anlasınlar ve en kısa zamanda yepyeni bir partiyle milletin önüne çıkıp becerilerini ortaya koysunlar.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..