- Kategori
- Anılar
İki nayne bir kayve

Foto:Ş.ODABAŞI
Bizim yaşantımızın içinde, kahve kültürü ağır basar.
Kahvehane.
Çayhane.
Çayevi.
Kıraathane.
Şimdilerde cafeler, mafeler…
Eskiden okuma evleriymiş kahvehaneler. Şimdilerde oyun oynanan, aylakhaneler. Ya da tembelhaneler.
Emeklilerin birbirinden, çay hortumladıkları yer.
Akşama kadar, “al papazı ver kızı” seanslarının yapıldığı yer.
Bir tek mola yemeklerde veriliyor.
Kimisi sandalyeden kalkmadan, kahvenin yan tarafında yapılan tostla işi bitiriveriyor.
Oyun oynamayanlarda, mahalledeki dedikoduları ezber ediyorlar.
Ha unutmadan, erkekler dedikoduda kadınlardan fazladır.
Kadınların adı çıkmış.
Şimdi iki bölüme ayrıldı kahvehaneler, iyi de oldu. Sigarasız bölüm, sigaralı bölüm. (Pardon sigara içenlere yer yok.)
Oyun oynayanlar, oyunun yarısına gelince “sigara molası” veriyorlar artık.
Bazılarının hayatı oyun derdine, kahveye alınan gazeteleri bile okumadan geçip gidiyor
Kimisi de her sayfasını okuyor gazetenin. Bazen de bulmaca kavgaları oluyor.
“Ulen madem bilgin yok, niye karalarsın bulmacayı?”
“Bak bak! Bir bağlaç diye sormuşlar. Adam “ip” yazmış. Anguduk, iki harfli bağlaç “ve” ulen “ve.” Bak şekerim çıktı yahu!
Kimisi tavlada yenince rakibine gönderme yapıyor havaya bakarak;
“Amet Bey, böğün emekli maşının yarısın yatırdı çay parasına. Artık bir hafta gelmez kahveye” diye durmadan sallıyor.
Bir köşeden yükselen kısık bir ses;
“Kes sesini samsak kafalı geçen gün kim yenildi? Söylesene!” dese de ilgi görmüyor.
Boş oturan adamların, boş kavgaları.
Geçen zaman içinde, eriyip giden hayatlar.
Birde gerçekten, bir çay için kavga edenler.
Malını ve mülkünü yiyemeyenlerin, bir çay için masalarda dolaşmaları, yancılık yapmaları...
Gülünçlükler.
Kahveleri ziyaret eden satıcılar.
*
Eski günleri hatırlıyorum.
Yaşımızın genç olduğu günlerde, köy kahvesinin ön kısmına oturamazdık.
Arka tarafta pineklerdik.
Bizim köyün gorcusu (korucu) görünürdü kahvenin kapısında, bağırırdı kahveciye;
“Kahveccciiiii! Mıhtarın odasına iki nayne, bir kayve. Çabık mıhtar beklemez”
O günlerde köy muhtarlarının forsu çok fazlaydı. Muhtar suç işleyeni dövebilirdi. Kimsenin sesi çıkmazdı.
Neyse.
Çıkar giderdi bizim gorcu. (Köylerde kafası çalışmayanlar, köy bekçisi yapılır(?) Okuma yazması olmayan yaşlı korucu, birkaç saniye sonra yine kapıdan kafasını içeri sokup;
“İki dene de çay olcek!” deyip kaybolurdu.
Köy kahvelerinde, doğal içecekler bulunurdu.
Kahveci, yazdan hazırlık yapardı.
Ihlamuru ağaçtan toplardı.
Ada çayını ormandan.
Kekik (güveotu), keklik otu, taş kekiği, ardıç filizi… Eskiden kuşburnu bilinmezdi.
Şimdi kuşburnu var. Toplayan var mı?
Çok az.
*
Köye gittim.
Hep çay içiyoruz ya.
Dedim, bir ıhlamur içeyim.
Kahveci, eskiden ıhlamuru kaynatır süzer getirirdi. Zeytinyağı renginde olurdu mübarek. Kokusu da insanın içini açardı.
Ben böyle bir şey bekliyorum.
Poşet çay gibi, poşet bir ıhlamuru sıcak suya daldırdı getirdi.
Peh!
Bu ne ya?
Köydeki ıhlamurları toplamayı bilmeyen beceriksize bak!
Tembel kahveciye bak sen!
İçinde ne olduğu belli olmayan kokulu bir şeyi, dayadı çenemize.
Kötü bir şey.
Bir boş vermişliğin, doğadan uzaklaşmanın göstergesi bu.
Hazır içecekler ve köylüler!
Hele "hazır kekik" dedikleri şey daha kötü bir şey. Yakıp geçiyor, insanın boğazını.
Kırmızı boyalı bir su, “kuşburnu” oluyor.
Her bitki içeceğinden yapmışlar. Kahveciler alıyorlar ucuzculardan, sıcak suyla sulandırıp sulandırıp satıyorlar.
İşler çok sulanmış.
Satılan içeceğin markası, kullanım tarihi, içeriği… Hiçbir şeyi yok. Birisi zehirlense, muhatap yok.
Sağlığa faydalı mı? Zararlı mı? Sorgulayan hiç yok.
Köylü dayın “hürp, hürp” çekiyor.
Sonrada, “midem midem” deyip karbonat içiyor.
Türk kahvesi fincanda sunulmuyor.
Kahve içmek isteyenlere, çay bardağında kahve veriyorlar.
Üçü bir yerde.
İkisi bir yerde.
Çeşitli markalarda, “Peskafeler” çıkmış.
Vatandaş, kahvehanelerde kalitesiz peskahveleri çekip çekip kaykılıyor.
Köylülerde moderin olmuşla gali.
Kahvelerde, “şok gazetesi” okuyor, köylüler. Sütlü kahveyi de içiyorlar.
Süt satıyorlar, büyük şirketlere su parasına.
Marketlerden de yoğurt peynir alıyorlar, gram gram.
Misafir gelince, yumurta bakkalda hazır. Tavuklar gıdaklamıyor.
Hazır tavukta var. Burgerler de hazır, her daim.
Ekmek fırınları, göçmüş gitmiş köylerde. Ekmekte var, bakkal amcamda.
Sarı patates köy meydanında.
Unuttum ya! Bizim köy bakkalında, “simitte” var.
Bir para yok.
*
“Köylüyüz, kentliyiz, tembeliz, tüketiciyiz, gururluyuz.”
Vallahi, insanlar öbek öbek bir yerlerde oturuyorlar.
İster kentlerde.
İster kasabalarda.
İster köylerde.
Adi toplulukların bir anlamı yok.
Hayatımızı, törpüleyip duruyoruz.
Adi bir sandalye ile kirli bir masada akşamlara kadar…
Sanatsal bir oturuşumuzda yok, duruşumuzda.
Hepimizin, duruşu kayıp.
Yaptığımız, işler çok ayıp.
Parola.
“Tembellik.”
“Ey uykular”