Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '10

 
Kategori
Mizah
 

İki yalan iki tavuk

İki yalan, iki tavuk fıkrası

Bugün size iki yalan iki de tavuk fıkrası anlatacağım.

Oooop, hooop!hemen dalmayın bakalım. Önce derin derin nefes alarak gülmeye hazırlanın da bir görelim. Ha şöyleee!

Okuldaki odamın penceresinden bahçede oynayan çocukları seyrediyorum. Onlar beni görmüyorlar.

Çocuklardan daha büyücek olanı, arkadaşlarını genişçe bir halka halinde dizdi. Sonra ortaya bir top koydu:

-Arkadaşlar en büyük yalanı kim söylerse bu topu ona bedava vereceğim, dedi.

Ana! Ben onlara yaşamım boyunca doğruluk, dürüstlük öğretmeğe çalışayım, onlar yalana ödül koysunlar. Olacak şey değil. Pencereyi açarak konuya müdahale ettim:

-Yavrularım böyle yalan üzerine kurulmuş bir oyun olamaz. Lütfen böyle bir oyundan vazgeçin dedim. Çocuklardan birisi:

-Peki öğretmenim siz hiç yalan söylemediniz mi diye sordu.

Hadi, benim yerime cevap verin bakalım. Vereceğiniz cevap da doğru, dosdoğru olacak ha. Ne dediniz, duymadım.

Ben, içim kızararak (böyle durumlarda kimisinin yüzü kızarır, benim niye içim kızardı hala anlamış değilim) cevap verdim:

-Tabi ki söylemedim, ben hiç yalan söylemedim, söylemem de, dedim.

Çocuklardan en bacaksızı bir kahkaha atıp:

-Tamam arkadaşlar, bu topu müdürümüze verelim, yarışı o kazandı demez mi.

………..

Padişahın birisi vezirini çağırarak:

- Bana en iyi yalan söyleyen adamı bulacaksın. Bu adama bir kese altın vereceğim, demiş. Vezir padişahın isteğini tüm memlekete duyurmuş. Yavaş yavaş yalancılar gelmeye başlamış. Bir süre sonra da sanatlarını icra etmeye başlamışlar. Birisi:

-Benim evimi kırlangıçlar sıvadı demiş. Padişah:

-Bunun neresi yalan. Ağzıyla çamur getiren kırlangıç evi sıvamıştır.

Bir başka yalancı:

-Memleketin en yaşlı eşeği kral olmuş, demiş. Padişah da:

-Bu da yalan mı sanki. Kralların çoğu eşektir zaten, demiş.

En sonunda bir yalancı gelmiş ve padişaha:

- Sevgili padişahım babam ölmeden önce söylemişti. Siz ondan ödünç olarak bir kese altın almışsınız. Şimdi ben de bu altını istemeye geldim, demiş. Padişah “yok öyle bir şey” demiş. Adam:

-Sevgili padişahım eğer bu söylediğim büyük bir yalansa sizin açtığınız yarışmayı ben kazanırım, bana bir kese altın verirsiniz. Eğer bu söylediklerim doğruysa bir kese altını zaten vereceksiniz, demiş. Eeee, adam haklı.

İki fıkra da yumurtaların anasından:

Şoför arabasıyla giderken bir tavuğa çarpmış. Hemen inip bakmış ki tavuk ölmüş. Her ne kadar tavuk arabanın önüne fırlamış olsa da sahibini bulup parası ne ise ödemek istemiş. Tavuğun çarpıldığını gören çocuklar top oynamayı bırakıp taksinin etrafında toplanmışlar. Şoför:

-Siz bu tavuğun kime ait olduğunu bilirsiniz, haydi sahibi kimse söyleyin de parasını ödeyeyim, demiş.

Çocuklar tavuğun önüne geçip bakmışlar, arkasına geçip bakmışlar:

-Bu bizim tavuk değil, bizimkinin kanatları sarıydı.

-Bu tavuk bizim de değil, bizimkinin kuyruğu siyah kanatları da kırmızıydı.

Çocuklardan bir tanesi de ölen tavuğun ayaklarından tutup şöyle evire çevire güzelce baktıktan sonra:

-Bu tavuk bizim tavuğa benziyor, renkleri benziyor, kuyruğu aynı bizim tavuğun kuyruğu, her yeri benziyor ama şoför amca, bizim tavuk böyle yassı değildi, demiş.

Sahi siz hiç yassı tavuk gördünüz mü? Hem haberiniz olsun yassı tavuğun yumurtası kırık olur. (Ne yumurtladım ama)

Şehre inen yakışıklı delikanlı pazar alışverişi yapmış. Bir kova, birkaç kilo şeker, bir de diri tavuk alarak köyüne doğru yola çıkmış. Aldığı şekeri kovanın içine koyarak omzuna almış. Tavuğu da bir eline alarak düşmüş yola. Yolda giderken yolun kenarında dünyalar güzeli alımlı mı alımlı, kısa etekli bir kız görmüş. Kız yakışıklı delikanlıyı görünce:

-Hey arkadaş bakar mısın, ben falanca köye gitmek istiyorum, acaba bana yardımcı olabilir misiniz? demiş.

Kızın güzelliğinden başı dönen delikanlı:

-Tabi yardım ederim, buyurun hanımefendi, demiş.

Kız kırıtarak sormuş:

-Bu köye, otobüs, dolmuş gibi bir araç gitmez mi?

- Gider, gider de öğle vakti gider. Bu günün minibüsü öğle vakti gitti. İşimi bitirp yetişemedim Ben de o köye gidiyorum, isterseniz birlikte gidebiliriz.

-Peki gidelim ama bu ıssız yollarda ben size nasıl güveneyim. Bu tenha yolda beni bir çalının arkasına götürüp, okşayıp öpmeyeceğinizi nerden bileyim, demiş.

Delikanlı sırtındaki yükün altında bir of çekip:

-İnsaf edin güzel bayan, omzumda bu kadar yük, elimde de bu ayağı bağsız tavuk varken ben size ne yapabilirim, ben sizi nasıl öpebilirim, demiş.

Yakışıklı delikanlıya bir anda yanıp tutuşan güzel kız cevap vermiş:

-Öpersin, öpersin, bal gibi öpersin. Omzundaki kovayı yere koyarsın, şekeri de kovanın içine yerleştirirsin, tavuğu da ben tutarım...

Yok yaaa!

Haydi, şimdi bir kahkaha!

 
Toplam blog
: 165
: 646
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

Recai Şahin: 1941 yılında Fethiye- İncirköy'de doğdum. İlkokul köyümde, ortaokulu Fethiye'de okud..