Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '11

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

İkiyüzlülük üzerine bir yazı daha...

İkiyüzlülük üzerine bir yazı daha...
 

Sana o eteği giyme, yırtarım demiştim Neriman...


Orhan Çeker bir ilâhiyatçı...

...ne bekliyorduk ki?

“Kadınlar, hava durumunun elverdiği ölçüde az giyinerek dolaşmalıdır. Tanrı'nın yarattığı güzellikleri kuldan saklamak günahtır. Sevişmek en güzel ibadettir. Savaşmayın, sevişin.” mi diyecekti?

“Dekolte giyinirseniz fena olur, sonra başınıza bir iş geldiğinde boşuna ağlamayın.” dedi.

Fikrini beğenmesek de, Orhan Çeker’in kendi dünya görüşü ve “uzmanlığı” çerçevesinde gayet tutarlı bir yorum yaptığını kabul etmek durumundayız. Hatta kendisine bir teşekkür borcumuz var. Zira sözlerinin ardından kopan kızılca kıyamet, sınır tanımayan ikiyüzlülüğümüzü yine bir maymun g.tü gibi ortaya çıkardı.

Toplum olarak “politik doğruculuk” kavramını görece yeni keşfettiğimiz için, olaylara İsveç’ten Türkiye’ye turist olarak gelmişiz, ülkeyi tanımıyormuşuz, koşullar bize yabancıymış gibi tepki veriyoruz. Sığ ve güvenli sularda, dipten kum kaldırmadan ve saçımızı ıslatmadan, yavaş yavaş yüzüyoruz. Sorunun temelinde yatan ataerkil kültür, gelenek, görenek, din, muhafazakârlık ve benzeri kavramları sorgulamak bu ülkede hâlâ mangal gibi yürek gerektirdiğinden, biz avucumuza düşen Orhan Çeker’i linç ediyoruz.

Neden?

Erkek ve kadın, bu ülkede yaşayan herkesin düşündüğü şeyi yüksek sesle söylediği için. Hepimizin var olduğunu bildiğimiz ve geçmemek için özen gösterdiğimiz kırmızı çizgiyi tutup gözümüze soktuğu için.

“Ayırımcılık”, “kadın düşmanlığı”, “bu zihniyet”, “istifa” ve benzeri basmakalıp lafları tiz perdeden haykıran sevgili “çokfeminist” hemcinslerim, merak ediyorum, sizin etek boyunuz kaç karış? Yaz tatilinden döndüğünüzden bu yana, ak sinenize, ipek omzunuza şehir güneşi değdi mi? Dar, beyaz pantolonun, sadece kadın bağı reklâmlarında görülen, sokaklarımızda giyilmeyen fantastik bir kıyafet olduğunu hiç farketmediniz mi?

Her geçen gün daha fazla sayıda kadın, estetik kaygılarla mı başını bağlıyor sizce?

Geceleri yalnız sokağa çıkmayı bırakın, havanın erken karardığı kış akşamlarında işten eve dönerken, başınız öne eğik, gözleriniz yerde, koşar adım yürümüyor musunuz?

“Beni yanlış anlar” diye çekinmeden, bir erkekle gülüp, eğlenip, arkadaş olabiliyor musunuz?

İstediğiniz adamı elde etmek için, istediğiniz yerde, istediğiniz zaman, istediğiniz kadar cilve yapıp, “El âlem ne der?” diye korkmadan cinselliğinizi yaşayabiliyor musunuz?

Sevdiğiniz insanı uluorta öpmeyeli ne kadar oldu? “Ellere var da bize yok mu?” cümlesinin, yalnız kötü bir şarkının nakaratı değil, açık ve hayâsızca bir tehdit olduğuna ne zaman kanaat getirdiniz?

Nikâhlı ya da nikâhsız, bir kere yatağınıza giren erkeğin, ayrılmak istediğinizde sokak ortasında gırtlağınızı kesmeyeceğinden ve “namus belâsına” ceza indirimi almayacağından emin misiniz?

Ağıldaki keçiye, bacadaki leyleğe, taytay duran bebeğe tecavüz edilen bir ülkede, güvende olduğunuzu düşünecek kadar saf mısınız?

Kimi kandırıyorsunuz?

Ya siz beyler? Yukarıdaki sorular sizlere de birşeyler çağrıştırıyor mu?

Ortada duran “zalim, tehlikeli, hayvani ve kötücül” erkek portresi kabul edilebilir olmadığından, tepkiniz yer yer kadınların tepkisinden de sert oldu. Haklısınız, “insan” olanın bu kadar açık ve ağır bir aşağılamayı sindirmesi mümkün değil.

Peki, “kuyruk sallamak”, “aranmak”, “yollu”, “serbest”, “evlenilecek kadın”, “eğlenilecek kadın” sözleri lügatlerinizde dururken tepkinizin samimiyetine nasıl inanalım?

Cinselliği arzulamak, erkeklere özel bir durum mudur? Erkek hain kurt, kadın masum kuzu mudur? Masumiyet kriteri bekâret midir? Namus, sadece kadının daha önce cinsel ilişki yaşamamış olması mı demektir?

Modernlik ve muhafazakârlık tartışmasının hep kadınların ne giyip ne giymediği, ne yapıp ne yapmadığı üzerinden yapılıyor olması sizce de garip değil mi?

Mağdur kadınlara “verir gibi” yaptığınız desteğin, birtakım yuvarlak ifadelerden oluştuğunun ve en yakınınızdaki kadınların, samimiyetinizin turnusol kâğıdı olduklarının farkında mısınız?

Karınız, gömleğinin üstten iki düğmesini açık bıraktığında, siz o boşlukta ekmek bıçağını değil, onun göğüs çatalını mı görüyorsunuz? Kızınızın kıyafetine, nereye gidip nereye gidemeyeceğine karışmıyor, eve getirdiği erkek arkadaşının elini centilmence sıkabiliyor musunuz?

“...ama” bağlacından sonra söylediğiniz herşeyin, cümlenizin ilk yarısını geçersiz kıldığının ayırdında mısınız?

“Ben sana güveniyorum, ama etrafa güvenmiyorum” cümlesindeki “güvenin” mahiyeti nedir? Güvenilmeyen “etraf” kimdir? Kimden ve neden korkuyorsunuz?

Sürekli namustan bahseden bir toplumda, namus olamayacağını görmek bu kadar zor mudur?

Uzatmayalım...

Erkeği iki meme gördüğünde zıvanadan çıkan bir mahluk, kadını da onun arzu nesnesi sayan düzeni Orhan Çeker icat etmedi. İçinde debelendiğimiz zihinsel kaçgöçün müsebbibi de o değil. O çukura hepimiz, elbirliğiyle gübre taşıyoruz.

Bizim sorunumuz taciz - tecavüz değil. Bizim sorunumuz kadın-erkek-toplum-güç ilişkileri. Erkek cinselliğinin kışkırtılıp, güçsüze, yani kadına, çocuğa, hatta hayvana karşı bir silah olarak kullanılması. Bu aşamadan sonra meseleyi dekolte – tesettür sığlığında irdelemek, “Makarna seven kadınlar, pilavı tercih edenlere kıyasla daha çok tecavüze uğruyorlar” demek kadar anlamsız.

Bu durumdan rahatsızsak ve eğer gerçekten samimiysek, tepkimizin hedefi bireyler olmamalı. Temelde yatan eşitsizliği ve onu besleyen kültürel öğeleri cesurca tartışmak, değiştirmek ve gerektiğinde topyekûn reddetmek zorundayız.

Bu değişimin zor olacağı ve hepimizi birtakım bedeller ödemek zorunda bırakacağı belli. Bizler söz konusu bedelleri ödemeye hazır olana dek, Orhan Çeker’in hepimizden daha tutarlı ve daha dürüst olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerek.

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..