- Kategori
- Güncel
İlhan Selçuk; Keşfedilecek bir şeyi kalmamış bir hayal kırıklığı abidesi

İnsanların ilk gençlik çağının en büyük zaafıdır, zaman algısının gelişmemesi. Geçmiş birikimi derin olmadığı için, gelecek kavramı da sığdır. Bu nedenle o dönemlerde sevilen ilk kadının (ya da erkeğin), asla vazgeçemeyeceğimiz hayatımızın kadını (ya da erkeği) olduğunu zannederiz. Bu nedenle zihinde ilk oluşan fikirleri kutsallaştırır, hayatın sonuna kadar terk edilmeyecek doğrularımız olarak kabul ederiz. Sahip olduğunuz fikrin temsilcilerini ise kolaylıkla yaşamımızın idolleri haline getiririz.
Deneyim denilen şey, basit anlamda zamanın akışkanlığını fark etmektir. Yaşanılan her gün, ertesi gün tarih sayfasına eklenir ve bu şekilde geçen zamanla insanın tarihi oluşur. Yaşadıklarınız dünleştikçe, bugünle dün arasında bir bağ kurma refleksi geliştirir, bu bağ üzerinden geleceği hayal etmeye çalışırız. Deneyim, dünü, bugünü ve yarını birlikte düşünebilme halidir. Bu üçlü algıyı bir araya geliştiremeyen zihinler, hala ergenlik dönemlerini aşamamışlardır.
1980’lerin ortasından 1990’ların ilk çeyreğine kadar olan kısmı, ilk gençlik ve gençlik çağlarım olarak kabul edebilirim. İnsanların büyük çoğunluğu gibi, en büyük hatalarımın biriktiği ve büyük hayal kırıklıkları yaşadığım zaman dilimi, o yıllara aittir.
Bu hayal kırıklıklarımdan birisi de İlhan Selçuk olmuştur. Özgürlük ve demokrasi kahramanı olarak bildiğim bir ismin, dar zihniyetli bir cuntacı olduğunu fark etmek, fikir hayatımdaki ilk acı deneyimlerden birisidir.
Tarih bilgimin, kendi bulunduğum yıllardan ilk sarktığı dönem 80 öncesi dönemler olmuştu. 70'lerin ikinci yarısındaki kısım beni çok şaşırtmamıştı. Ancak yavaş yavaş 70’lerin başlarına doğru kaydığımda ise, bildiğim siyasi karakterlerin bambaşka özellikleri ile karşılaşmanın şaşkınlığını yaşadım.
Örneğin ilk gençlik çağlarımda, İlhan Selçuk zihnimde, darbelere direnen, faşizmin bu açık yüzüne karşı özgürlükleri ve demokrasiyi savunan birisi olarak yer edinmişti. Oysa 12 Mart darbesi sürecinde, ordu içinde darbe girişimini planlayan en az iki farklı cunta yapısı oluştuğunu ve bunlardan birisinin ilhan Selçuk’un da içinde yer aldığı Madanoğlu Cuntası olduğunu öğrendiğimde neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Ben, Ziverbey Köşkünde, İlhan Selçuk’un, darbeye direnen bir özgürlük savaşçısı olmanın bedelini işkence görerek çektiğini zannederken, onun cuntalar arası kapışma neticesinde, ordunun içindeki diğer ekibi temizleme sürecinin kurbanı olduğunu öğrenmem de acı bir tecrübeydi.
“İlhan Selçuk darbeci midir?” ya da “Ne zaman demokrasiden vazgeçti ki, son ifadelerinde bir değişiklik olduğu iddia edilebilir?” Sorusunun en güzel cevabı, aslında yukarıda söz ettiğim Madanoğlu davasıdır.
İlhan Selçuk, beraberinde Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, Ali Sirmen ve davanın asker sanığı Cemal Madanoğlu ile birlikte, toplam 32 kişi, ordu içinde cunta organize etme suçundan yargılanmışlardır. Gerçi dava beraatla sonuçlanmıştır. Ama o dönemi takip eden herkes çok iyi bilir ki. Dava sadece göz korkutmak amacı ile açılmış ve ileri gitme şansı olmayan bir davadır. Çünkü bahsi geçen Madanoğlu cuntasının ilk üyeleri arasında yer alan Faruk Gürler ve Muhsin Batur, hesaplanan darbeden kısa bir süre önce taraf değiştirip diğer cuntaya kaydıklarından, derinleşecek bir davanın ucu, galip gelen cuntanın liderlerine kadar gidecektir.
Bu noktada hemen, 70’li yılların sıkı devrimcisi Mihri Belli’nin şahitliğine başvuralım ve en son Yeni Harman Dergisi’ne verdiği röportajda, “İlhan Selçuk’un Ergenekon kapsamında gözaltına alınmasına dair sorulan soruya verdiği cevaptan bir pasaj aktaralım;
“İlhan Selçuk’u kısa zamanda bıraktılar. Buna ben sevindim. Demek ki dikkatli davranmış. Eskiden böyle değildi. Eskiden yıldızları çok olanları safa ne kadar çok alırsak bir an evvel hedefe ulaşırız gafletindeydi.”
Bu cunta girişiminin detaylarını, Doğan Avcıoğlu’lu ile birlikte Devrim Dergisinde çalışan Hasan Cemal’in kaleme aldığı “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabından öğrenebilirsiniz.
Aslında, İlhan Selçuk’un 1970’li yıllarda yaşadığı bu deneyimin, onun ismine en ufak bir leke bırakmaması mümkündü. Ne de olsa bugün takdir ettiğimiz bir çok isim de, benzer dönemlerde benzer hatalar işlemiş, yanlış yol ve yöntemlerin peşinde koşmuşlardı. İlhan Selçuk’da, bugünün pek çok değeri gibi yaşadığı tecrübeden dersler çıkarabilse ve bugüne dair daha demokratik, daha özgürlükçü tercihlerde bulunabilse, yaşadıklarının, onun bugün sahip olabileceği değeri var etmek için aşılması gereken merhaleler olduğunu düşünebilirdik.
Ama öyle olmadı. İlhan Selçuk, hayatı boyunca sahip olduğu zihniyetten ve tercihlerden milim kaymadı ve ordu içinde ilerici bir cunta ekibi var etmek çabasından hiçbir zaman geri durmadı.
İlhan Selçuk yüzünü topluma dönen ve siyaseti toplum üzerinden şekillendirmeye çalışan bir isim değildir. Onun vazgeçemediği siyaset yöntemi, devlet ve ordu içinde fikren kendisine yakın bir ilişki ağı kurmak ve bunun üzerinden devleti ele geçirerek toplumu kendi doğruları çerçevesinde şekillendirmektir. İlhan Selçuk gerçek toplumu değil, zihnindeki toplumu sever. Yüzünü topluma çevirmediği için, o görmediği toplumun dönüp dolaşıp şeriat isteyeceğini düşünür. Bu nedenle, yüzünü topluma çevirdiği ilk deneyimde, yani 85 yaşında, bir hastane odasında, belki de mecburen seyrettiği televizyondan, sıradan, vasat yılbaşı programları izlerken anlayabildi, bu ülkeye şeriat gelmeyeceğini.
Ama İlhan Selçuk, yakın zamana kadar tüm adımlarını ve politikalarını belirlediği gazetesinden, askeri kışkırtan yayınlar yapmaktan geri kalmadı. “Genç Subaylar Rahatsız” manşeti, bu sürecin ilk adımıydı ve yalnızca sivil hükümeti yönelik bir tehdit olarak değil, aynı zamanda ordunun üst kademelerine de uyarı nitelikli bir çabanın eseriydi. Ordudan emekli olan üst düzey subayların Cumhuriyet Gazetesi Vakfında Danışma Kurulu üyesi seçilmeleri bile, Cumhuriyet Gazetesinin içinde olduğu ilişkiler ağının göstermek için yeterli.
Aslında çok daha fazlası söylenebilir ama iki örnek benim için son derece önemli. İlki Yaşar Kemal’in zamanında İlhan Selçuk için söyledikleridir;
“Koca Cumhuriyet’i askerin gazetesi haline getirdi. Bana, benim gazetemde, Cumhuriyet’te vatan haini denilmesine sesini çıkarmadı” demiş olması gayet manidardır.
Diğer örnek ise oldukça yeni. Uğur Mumcu’nun oğlu Özgür Mumcu’nun geçen hafta gazatelerde yer alan söyleşisinde İlhan Selçuk için kullandığı ifadelerdir. Bu ilginç sözler, yeni neslin de İlhan Selçuk hakkındaki görüşlerini yansıtması açısından önemlidir;
“İlhan Selçuk ise… (Bir süre susuyor) “İşkencecilerimi affediyorum”, “Trabzon’daki bayrak hadisesi haklı bir tepkiydi” yazıları, Mustafa Özbek’in Ergenekon ile ilişkisi var ya da yok önemli değil, bizatihi siyasi çizgisinin Cumhuriyet ile ilişkilendirilmesi, tüm bunlar çok rahatsız edici. Cumhuriyet’in böyle bir yöne gitmesi elbette üzücü, MHP’yi destekleyen, ona sıcak bakan bir Cumhuriyet benim kafamdaki Cumhuriyet değil elbette.”
Tüm bu süreçleri gözden geçirdiğimizde ortaya çıkan sonuç kısaca şu; İlhan Selçuk artık keşfedilecek hiçbirşeyi kalmamış bir hayal kırıklığı abidesinden ibarettir. Onda hala keşfedilecek bir şey bulanlar, sadece dünü ve bugünü birlikte ele alma becerisi gösteremeyen, her yeni gün dünden kendisine bir şey ekleyemeyen ve zihni ergenlik dönemini aşamayanlardır.