Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İlişkilerin sevimli minik canavarları…

İkili ilişkilerin pek sevimli görünen minik canavarları vardır; mesela aşk ayaklarını kesmişken yerden istesen de kötü görünemezsin. Yüzün al aldır, gözlerin ışık saçar… Yaşam enerjin en üst düzeydedir, yoktan var edebilirsin her şeyi!

İş dönüşü pijamalarını giyip de yayılmak yerine en zahmetli yemekleri hazırlayabilir, beş dakikada duşa girip, on dakikada makyaj ve giyimini tamamlayıp, tam kapı çaldığında masadaki mumu dahi yakmış olabilirsin.

Bu arada sevimli minik yaratıklar canavarlaşacakları günleri bekleyerek kıs kıs gülerler…

******

Her bir minik canavarı yazmaya kalkmayacağım bir tek yazıda, zira ya ben toparlayamıyorum sonunda, ya da okur sıkılıp bir oradan bir buradan okuyor, anlaşamıyoruz.

Mesela dershaneler konusunda sandım ki “Eşit eğitim, eğitimin kalitesinin yükseltilmesi, efendime söyleyeyim, çocukların ve ebeveynlerin rant uğruna harcanmamalarını, hem de satır aralarından gayet net anlaşılacağı üzere eğitimcilerimize itibarlarının geri verilmesini falan yazdım. Gelen yorumlara bakınca kendimden endişe duydum; bir daha yazımı okudum, bana göre derdimi anlatmıştım lakin demek ki kelimeler ve cümleler yetmemişti.

Ne eğitimin ne de öğretmenlerin, ne de öğrencilerin, itibarsızlaştırılmasından yanayım, önce bir açıklayayım. Bu arada da tüm öğretmenlerin de gününü kutlarım.

******

Yukarıda bahsettiğim aydınlanmam sonucunda bu minik canavarlardan birini konunun öznesi olarak seçiyor ve aha da aynen yaşanmış haliyle örnekliyorum! (Kıymetini bilin, yaptığım kamu hizmetidir bir nevi, yani…)

Yaş kırka yakın yaşlar, oğlumun babasıyla ayrılmışız, oğlumla mutlu-mesut yaşıyoruz; ev içinde artık korkacak, ürkecek durumlar kalmamış, mesela tv kumandası halıya düşse bir an sıçrıyor, sonra oğlumla birbirimize bakıyor ve gülüyoruz. (Gülüşümüzün altında mahzunluk var elbet, boşuna sıçramıyoruz yerimizden. Çatmaya bahane arayan bir insan koltuktan halıya düşen kumanda karşısında dahi celallenebiliyor, bunu biliyoruz, hem de çok iyi!)

Hayatım ev ve iş arası, tabii bir de ailem var.

O vakitler görüntü olarak çıtır kız kilosunda olup ruhani gelişim olarak yetmiş-seksen yaşları aşmış durumdayım. (Daha sonraki dönemlerde ruhani gelişimimi daha da yaşlandırırken, görüntümü de yaşlı ve obez kadın düzeyine taşıyacağım, o başka!)

Bizim ailenin kadınları, annem ve kız kardeşim, en azından hafta sonları biraz dışarı çık falan diyorlar, ıhhh!

Oğlum da o vakitler hafta sonlarını babasında geçiriyor. (Zorla gönderiyor ve iyi yapıyorum sanıyordum, hani baba-oğul ayrılmasınlar birbirlerinden…)

Uzatmayayım, rast geliş işte, bir daha aşık olmam artık derken annemlerin ayarlaması ile dışarıya çıktığım ilk gece hiç olmayan rastlantılar oldu. Kimse tahmin dahi edemezdi, öyle kendiliğinden…

Detayları geçelim, aslında geçmesem çok daha keyif alırdım yazmaktan ya, neyse… Sonra konu uzuyor, bağlamam kısa sürüyor, kıssadan hisse öylece ortada kimsesiz kalıveriyor!

Gel zaman git zaman aşk bacayı sarıyor. Ben ayrılmışım kocamdan, ama boşanmamışım hala… (Prosedürden başka bir şey değildi de o yüzden…)

O da bir orada bir burada yaşıyor, eşiyle ilişkileri bitmiş. (Ortak arkadaşlarımız öyle çok ki, karşılaştığımız geceden çok önce ev durumunu biliyordum, bilmediğim tek şey işlerin bu hale gelebileceğiydi!)

Neyse…

Şu sevimli canavarlar konusuna gelelim: Hafta içinde diyor ki “Görüşelim”, “Seninle konuşmaya ihtiyacım var”.  Bir tarafım oğlumu düşünüyor bir diğer tarafım nasıl bir çözüm bulurum?

“Anneciğim, bu akşam bir toplantımız çıktı, oğlum okuldan size gelsin, dönüşte ben alırım.”

Okul ve servis de bilahare arandıktan sonra yallah kızım ara : OK!

Balık yer ve rakı içerken sohbet nasıl güzel… Nasıl ayarlayabildin diye gözümün içine çapkın-çapkın bakıyor, kikirdiyor ve “İş toplantım var dedim” diyorum, kısaca… Yok orayı da aradım, yok burayı da falan demeden… Anın tadını çıkartmak istiyor insan bazen, hele ki yaş kemale ermişken…

O arada ben resmi olarak boşanıyorum, onlar da boşanmak üzereler, mal paylaşımları yüzünden ara-sıra tatsızlıklar yaşanıyor.

Tam da o süreçte, bir ara beni aramış oluyor, iş bu ya, sonradan görüyorum, hemen arıyorum, yüzümde gülümseme ne kelime! Otuz iki dişim meydanda!...

Aaa, o da ne? “Tamam birader, diyor, o iş tamam, ararım ben seni sonra…”

Üç, beş, on dakika… Yarım saat falan sonra arıyor, diyor ki: Aşkım, Neylan buradaydı, boşanma işlemlerini konuşuyorduk, o yüzden öyle dedim, kusuruma bakma…

Benim iş toplantılarım, onun “birader” leri yalnızca neşemizi arttırıyor; gülüyor, gülüyor, gülüyoruz… Mutluluktan!...

Gel zaman git zaman (Vallaha bu kısmı da böyle çabuk geçmek istemezdim, ne güzel günlerdi vesselam!) gün geldi evlenme konusu gündeme geldi.

Evlilikten yana hiç değildim (Türk örf ve adetleri umurumda dahi değildi; tek istediğim olabildiğince çok o duyguyu yaşamaktı.)

Genelde kadınlar evlenmek isterler bu coğrafyada, erkekler kaçarlar; bizde tersi oldu!

Bir şekilde evlenmeye razı oldum: Ne olur, evlilik kağıt üzerinde olsun; biz sevgililiğimize devam edelim!

Altı ay sevgililiğimiz devam etti, evlendikten sonra!

Bir beş ay da evli-barklı halimiz ki bu halimizi hiç sevmedim!

Hani buluşmak için “Toplantım var” yalanı; hani bir araya geldiğimizde “Sıkma canını aşkım, pembe yalan bunlar” denilenler var ya, hakikaten toplantı olup da bir saat geç geleceğim dendiğinde bir mızrak haline dönüşüp, seni taa ciğerinden vuruyor! “Ne toplantısıymış bu?”

Yanında kiminle telefonda konuşurken “Tamam birader, o konu halloldu” dese, tüylerin diken diken olup, batırasın geliyor!

Karşılıklı bir güvensizlik!...

Oysa ne sevimli, ne minik ve şeker şeylerdi onlar; kim derdi ki gün gelip canavarlaşacaklar?

 

http//twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..