- Kategori
- Türkiye Ekonomisi
IMF gidince borç bitti mi acaba?

14 Mayıs 2013 tarihi itibariyle, Türkiye’nin 01.01.1961 tarihinde almış olduğu 38 milyon dolarlık borç ile başlayan Türkiye-Uluslar arası Para Fonu (IMF) ilişkisi, IMF’ye olan 421 milyon dolarlık borcun son taksitinin ödenmesiyle birlikte sona erdi. Dış borç açısından bu durumu değerlendirdiğimiz vakit gelinen nokta, Türkiye için çok önemli ve de çok özel bir durumdur. Fakat olaya borç (dış borç ve iç borç) açısından baktığımız vakit ise, dış borç açısından Türkiye’nin IMF’ye olan borcu sıfırlanmış oldu. Lakin Türkiye’nin dış borcu, sadece IMF’ye olan borçtan ibaret değildir.
Olaya bu açıdan yaklaşıp olayı bir de iç borç açısından değerlendirdiğimizde, durumun seyrinin değiştiği gerçeği ortaya çıkacaktır.
Borç stoğu kavramı, iç borç ve dış borçların toplamından ibarettir. Bu nedenledir ki, paylaşılan bilgiler neticesinde iki önemli durum ortaya çıkacaktır. Bu durumlardan biri, “toplum tarafından algılanan durum” iken, bir diğeri ise algılamanın dışında kalan “gerçek durum”dur. Eğer ki, siyasi söylemlerde tüm borçların sıfırlandığı ve dış borçların azaltıldığı ifade edilirse, toplum tarafından algılanan durum “hiç borcun olmadığı” şeklinde bir durum olacaktır. Oysaki algılananın dışında kalan gerçek durumda “henüz ödenmemiş iç ve dış borçların varlığı” mevcut bulunacaktır.
Küçümsenmemesi gereken iç borçların devlet tarafından ödenememesi devletin iflası manasına gelir ki, 1875 yılında moratoryum ilan eden Osmanlı Devleti, bu duruma en iyi örneklerden birisidir. Moratoryum ilan edildikten sonra, 1881 yılında Osmanlı Devleti’nin borçlarının idaresi için Duyun-u Umumiye kurulmuş ve Osmanlı Devleti’ne çok yüksek faiz oranlarıyla kredi kullandırılmıştır. Neticede dış borç öncesinde çıkartılmış olan iç borçlanma senetleri ödenememiş ve dış borçlanmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu durum da göstermektedir ki, borç yönetimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Türkiye, 1961 yılında IMF ile yapılan ilk stand-by anlaşmasından bu yana 19 farklı stand-by anlaşması gerçekleştirmiş ve bu gün (14 Mayıs 2013) itibariyle IMF’ye olan borç artık sıfırlanmıştır.
“IMF ile son stand-by anlaşmasının Mayıs 2008'de sona ermesinin ardından girilen yeni dönem, kamuoyunda oluşan algının aksine "Türkiye'nin artık borçsuz bir ülke" olduğu anlamına gelmiyor. IMF'ye 2002 yılında 22 milyar dolar olan borç sıfırlanırken, aynı tarihte devletin IMF dışındakilerle birlikte 64.5 milyar dolar olan toplam dış borcu, 2012 sonu itibariyle 103.1 milyar dolara ulaşmış durumda. Merkez Bankası'nın 7.7 milyar ve özel sektörün 226 milyar dolarlık borcuyla birlikte Türkiye'nin toplam dış borcu ise aynı dönemde 129.6 milyar dolardan 336.9 milyar dolara çıktı. 2002-2012 döneminde Merkez Bankası'nın dış borcu 22 milyar dolardan 7.7 milyar dolara gerilerken, kamunun dış borcu yüzde 59,8 oranında net 38.6 milyar dolar arttı; özel sektörün dış borcu ise yüzde 425 oranında net 183 milyar dolarlık rekor bir artış kaydetti. Toplam dış borç stokunda on yılda yüzde 160 oranında 207 milyar dolarlık bir büyüme yaşandı. Başka deyişle son önceki 80 yılda oluşan borç stoku 100 kabul edilirse, son on yılda buna 160 daha eklendi. Bu gelişme, IMF'ye borcu sıfırlasa da kamunun toplam dış borcunun büyümeye devam ettiği, toplam ülke dış borcunun da yüksek bir hacme ulaştığını gösteriyor.”[1](dunya.com, 2013)
“Kamunun 2002 yılında 155.2 milyar TL olan iç borç stoku, yüzde 163 oranında net 253 milyar lira büyüyerek 2012 sonunda 408.3 milyar liraya yükseldi. Aynı dönemde kamunun dış borcunun TL karşılığı da 102 milyar liradan 154.6 milyara yükseldi. Böylece kamunun iç-dış toplam borcu 2002-2012 döneminde yüzde 119 oranında net 316 milyar lira büyüyerek 563 milyar liraya yükseldi.”[2](odatv.com, 2013)
Bu dönemlerde yaşanan en önemli durum ise hane halklarının borçlanmalarında meydana gelen artıştır. Uygulanan ekonomi politikaları çalışan kesimin reel alım gücünü geriletirken, halk borçlanarak tüketmek zorunda kaldı. Bu nedenledir ki, geliri artmamasına rağmen, finans sektörünün sağlamış olduğu imkânlarla, eskisinden daha fazla tüketen halk “sanal bir refah” yaşamış oldu. Bankacılık kesimi yurtdışından, vatandaşlar da bankalardan borçlanmaya teşvik edildi. “Yüksek faiz-düşük kur” politikası uygulanarak dünyadaki en yüksek faiz verilmiş ve bu sebeple bankalar zenginleştirilmişken, halk da tüketici kredisi ve kredi kartlarına mahkûm hale gelmiştir.
“Tüketici kredileri ve bireysel kredilerle yapılan borçlanma 2002-2012 döneminde tam 38 kat büyüyerek 6.4 milyar liradan 255 miyara yükselmiştir. Tüketici kredilerinin 2002 sonunda sadece 2.2 milyar TL olan bakiyesi 2012 sonunda 185.9 milyar liraya, kredi kartlarındaki borç bakiyesi de 4.1 milyar liradan 68.8 milyar liraya yükselmiştir.”[3] (21yyte.or, 2013)
Bir başka konu ise ekonomide istatistikî veriler açısından, gayrisafi milli hâsıla(GSMH)’nın yanıltıcı tabiatı gereği ortaya çıkan sonuçlar ile olayın görünen yüzünün birbirinin tam tersi olabilmesidir. Örneğin, nüfusun büyük bir çoğunluğu borç altında ezilirken, bir kamu hizmetleri şirketi sahibi, yani tek bir kişi, dahi çıkar sağlamış olsa GSMH artışı gerçekleşebilir. Böyle bir durumda zenginler daha çok zenginleşirken, fakirler ise daha çok fakirleşirler. Fakat neticede, olaya istatistikî açıdan bakıldığında ekonomik ilerleme (büyüme) sağlanmış olur.
Tüm bu tablo göstermektedir ki, ekonomik verilerin yorumlanması durumunda çok farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenledir ki, bu verilerin yorumlanmasında daha dikkatli davranılmalı ve eksik bilgiler verilerek yanlış bir algının oluşmasının önüne geçilmelidir. IMF’ye ödenen borcun sıfırlanmış olması, Türkiye’nin dış borç yükünü azaltması açısından çok önemli bir gelişmedir. Lakin bu borç ödenirken Türkiye’nin hiç borcunun kalmadığı yönünde bir izlenim oluşturulması ise toplumu yanlış bilgilendirmek anlamına gelmektedir.
Ekonomi üzerinde büyük bir önemi olan borç yükünün minimum seviyelere çekilebilmesi için borç yönetiminin en etkin şekilde hayata geçirilmesi gerekmektedir. Borç yönetimi konusunda geçmişte meydana gelen ekonomik krizler ve özellikle de Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren ekonomik krizin ve sistemdeki bu değişikliklerin Osmanlı Devleti’ni nasıl bir çıkmaza soktuğu iyi irdelenmeli ve gerekli dersler çıkarılarak gerekli önlemler alınmalıdır ki, geçmişte yapılan bu hatalara bugün maruz kalınmış olunmasın.
https://twitter.com/MURATTAS20
[1] Kaynak: http://www.dunya.com/mobi/news_detail.php?id=191602