Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '06

 
Kategori
Sosyoloji
 

İnek çarpsın

Ülkemizin belki yüz yıllarını etkileyecek bir tarih başı olan "12 Eylül" cunta hareketi ile ilgili bir çok konu yazılılıp çiziliyor, tartışılıyor... Cumadan salıya Çorum’da idim. Bulunduğumuz alanda internet imkanım olmadığı için yazamadım. Bu gün "12 Eylül" ertesi ile ilgili kimilerine farklı gelebilecek hatıraları paylaşmak istiyorum.

Yer Yüksekova.

Darbe olmuş, her sabah aynı titizlikle işinin başında olan ilçenin tek bankası Zıraat Bankası’nın görevlisi sabah namazı ile evden çıkar. Devriyeler tarafından yolu kesilir.

"Gidemezsin"

Bölgede sıkıyönetim olduğu için her gün aşina olduğu askeri devriyeleri normal görevli zanneder. Vatandaş,işine gidecek.. Neden gitmesin ki?.. İsterlerse kendisini izlesinler. Zaten tanıdık insandır kendisi. İlçede herkes bilir.. Adam,olayı anlamaz.

O günlerde bölgede Türkiye radyosu, uzun dalga çekmez.. En güçlü ve temiz çeken radyo konumunda olan TRT 3, bölgeyi medenileştirmek(!) için Van’da FM’den yabancı müzik yayını yapar.

Bizim sivil ve askeri erkanın zaman zaman "telsizlerden kaçak yayın alıyoruz" diyerek peşine düştükleri ve Şah’ın çok güçlü kurduğu, FM’den yayın yapan Tebriz radyosundan acemce nameler gelir. Televizyon yok. Var olan Saddam’a emanet.. Irak’dan üç ayrı lehçeden yapılan Kürtçe’nin üçüncü versiyonundan alınır haberler..

Gazete mi?

Oda üç gün sonra gelir..

Yani haber kaynağınız, karşınıza dikilen devrilerdir. Devriyenin cinsi, kısmetinize kalmış.

Bu şartlar altında işine gücüne bağlı vatandaş, direnir; "işime gideceğim" diye..

Askeri görevliler, "Komutan emri.. Yasak.. Artık tatil.. Bu gün iş yok" der. Başka şeyler söyler.

Adam "Ben komutan filan bilmem. Müdürün emri böyle.. Ben anlamam. Bu gün Cuma.. bayram değil seyran değil. Müdürden böyle emir almadım. Ben bankaya gitmeye, çalışanlar gelmeden temizlemeye, çaylarını yapmaya mecburum" der.

Sonunda adama o günün farklı bir gün olduğu, banka ve müdürü dahil tüm Türkiye’nin, dipçik zoruyla tatile çıkarıldığı "münasip" dille izah edilir de adam evinde istirahata çekilir.

Yüksekova’da 12 Eylül’e yönelik başka da bir harekat gözlenmez, kayıtlara düşmez..

....

Ancak..

12 Eylül’den günler sonra kontrollü olarak seyahat yasağı kalkar..

Tüm Türkiye’de olduğu gibi Yüksekova’ya da otobüs seferleri yeniden başlar.

Van’dan otobüse bir grup insan bindirilir.

Gerek, tek kaynaktan toplu bilet alınması, bindiriliş tarzları, ilgilenenler gerekse daha sonraki hareketler hep kaptanın dikkatini çeker.

Ve otobüs, Yüksekova’ya kilometreler kala yolculardan biri tarafından "iniceğim yer burası" diye durdurulur. O kişi otobüsten inince, "Beni izleyin" şeklindetki işareti ile diğer yolcuların hemen hepsi inerek otobüsü boşaltırlar. Kaptan, hiç alışık olmadığı bu olaya bir anlam vermez. İnilen yer ne bir yerleşim bölgesi, ne bir yol ağzı, ne de piknik yapılacak bir alandır.

Bu insanlar şehre gelip gezecek olsa, Yüksekova’da inmeleri gerek. Yok arasıra Cilo dağlarını, dağlardaki tabiat harikası sad göllerini ziyarete gelen az sayıdaki şanslı insanlardan olsa bile burda inmemeleri lazım.. Hatta çok yakın olan İran’a geçecek olsalar İran’a ulaştıran Esendere asvaltında inmeleri icap ederdi.

Kaptanı düşünce, hatta "sen sebeb oldun" diye mesul tuturlar diye endişe ve korku alır.

Merak ettiği sorulara cevap bulamayan kaptan çevirir manyetelo telefonu, PTT santralındaki tek görevli Cabbar’a..

"Cabbar, gözüm... Bana Komando taburunu bağlasana"

Komando tabunru ile her adam görüşemez, hele hele 12 Eylülden sonra arandığına göre, mesele mühim..

Neyse Cabbar, bağlar bölgenin güvenliğinden sorumlu ve şimdi oluşturulacak tümenin nüvesini teşkil eden Komando taburu ilgilisini.

Kaptan gördüklerini, şüphelerini söyler. Ve bir mihmandar eşliğinde otobüs dolusu insanların Van’dan Yüksekovaya gelirken soldan dağlara sarmak üzere yol aldıklarını, olayın olduğu yeri, muhtemel gidiş istikametini iletir..

.........

Zaman, önemli... Olay, hasasstır.

Maazallah..

Yüksekova dağlarından, tüm Türkiye’ye yayılan bir kalkışma, 12 Eylül’e "karşı direniş başlatılabilir"

"Netekim.."

Tedbirin boyutu da o ölçüde olmalıdır.

Olur da.

Silahlı, tanklı toplu, çağın ve ülkenin imkanlarına göre donatılmış müfrezeler düşer yollara, sararlar dağları ovaları. Gece boyu helikopterler, pır pır uçar göklerde..

Ararlar tararlar bir iz bulamazlar.

Sabahın ilk ışıkları ile, dağlara indirme yapılır, çenber daha daralır. Belki de süngü harbi başlayacaktır. Kasaturalar çekilir..

Ve taşlar arasında dağ yamaçlarında muhtemel direnişin öncü kuvetleri görülür..

Buyük bir oparasyon ile bu üzerlerinde, yanlarında yörelerinhde hiçbir silah bulunamayan "öncüler" tutulur. Fakat, tek kelime konuşmazlar. Oparasyon yapanlar için, iş daha da zordur.

Bunlar kimdir, niyetleri, kuvvetleri.. Daha önemlisi silahları hangi tür ve miktardadır?

Hiçbir bilgi sızdırmaz, esir alınanlar..

Oparasyon o günde sürer..

Ve toplananlar, komando birliği yakınına kurulan çadırlara getirilir.

Fakat adamların, şekilleri biraz ip ucu verse de, kimlikleri, maksatları bir türlü anlaşılmaz..

Olayın boyutu büyür, bomba tesiri yapacak haber, Ankara’lara "cunta merkezine " ulaşır.

Belki de 12 Eylüle karşı yapılan en büyük direniş harakatına karşı çiceği burnundaki milletin silahları namusuna emanet ettiği 5 arkadaştan oluşan ve "MGK" -Milli Güvenlik Konseyi- denen ucube kuruluş, devreye girer..

Uzak diyarlardan gelen ve maksatları anlamak için yetiştirilen kişiler, dağlardan toplanan "esirlerle" görüşürler.

Karı kız, çoluk çocuk başlarında sepet kadar bez sarılı saçlı sakallı erkeklerden oluşan ve şimdilik 12 Eylül’e karşı en büyük direniş harekatanı yöneten, yönlendiren içinde ve dışında bulunan, yataklık eden, iç ve dış mihrakların tesiri ile Anadolu topraklarında yalın ayak yapıldak karşı devrime cüret eden, ülkeyi ve milleti bölmek için yol, iz sürenlerin verdikleri bilgi aşağı -yukarı şöyledir:

"Türkiye, güzel, Eylül ayı da yahşi.. İstanbul latif" dediler.. Biz de Hindistan’dan çıktık geldik İstanbul’a..

İstanbul’un gariplere yuva alan otellerinde eğlenir, Sultanahmet’de gezerken "Otellerden çıkmayacak.. Sokaklarda dolaşmayacaksınız.. Üstelik bu güvenliğiniz için gerekli.." dendi. Anlamadık. Merak ve endişe ile birkaç gün bekledik.

Bu arada iyi kalpli adamlar bize yaklaşarak..

"Sizin yaptığınız da iş mi? Burada bekklemenin anlamı yok. Bizi bile kesecekler, size ne yaparlar bilinmez.. O halde en yakın yerden ülkenize salimen ulaştıralım.." diye teklifte bulundular.

Ve başladık pazarlığa.. Kolay yolların parası da kolaydı. Yani az.

Ama daha güvenli yollar zor idi, parası da iyi. Adamlar iyi. Bizi düşünüyorlar. Canın bedeli mi olur?

Verdik elimizdekilerin tümünü.

Bizi otellerimizden güven içinde çıkardılar. Bindirdiler özel otobüslere, Van’a getirip, özel otellerde ağırladılar. Önümüze düşüp, bizi dağlardan güven içinde buraya getirdiler. Şehirden gidersek müfrezeler yol kesermiş, İstanbul’dan Van’a, oradan buraya kadar kaç kere otobüsümüzün yolları kesildi. Ama adamlar ne dedi ise her seferinde kelleyi kurtardık. Bize yol gösteren adamın geçtiği yeri izleyerek dağlardan İran’a aşacağız. Oradan da ver elini Hindistan. Hindistan dediğin şura. İran’a geçtikten sonra biz yürüyerekde gideriz. Yeter ki canımız bizim, paramız sizin olsun. Daha Eylül başı, kışa aylar var. Ulaşırız Hindistan’a, yuvamıza yurdumuza. dedik. Biz kimseye bir şey yapmadık.. Bizi bırakın yeter..

Bir daha buralar mı?..

Canımızı bağışlarsanız söz: Bir daha batıya yüzümüzü dönmeyiz. Güneşin battığı o yerlere bakarsak inek çarpsın."

Anlatanlar; yakalanan insanların kılıkları, kıyafetleri, dilleri, tel renkleri, hatta pasaportları, İstanbul ve Van’daki ikametleri verilen bilgileri doğruluyordu.

Tabii bu birkaç gün içinde, onlara yemek verilmiş, su verilmiş, hiç de darağcında sallanıdırılan olmamıştı. Yakalananlar olaylara anlam vermese de biraz olsun güven gelmişti.

Bu güven içinde bu defa mihmandarlık sırası karşı darbe teşebbüsünde bulunanlara geçmişti.

Daha hafif silahlar eşliğinde, dağlara çıkan askerler, mihmandarların "ne idiğü bilinmez" ünlemelerine; dağlar üstünden, dereler içinden ve kayalar arasından verilen cevaplar eşliğinde açlık ve susuzluktan bir hal olan karşı devrimcileri tek tek avlayarak oparasyon merkezine getirmeleri ile "karşı devrim veya direniş!" sonlandırılır.

"Netekim"..

Her ne kadar esas mihmandar yer ile yeksan olarak kayıplara karışır, yataklık, kılavuzluk edenler; daha doğrusu adamları, 12 Eylül darbesiyle korkutup, çıkar sağlayarak dolandıranlar ele geçirilemezse de Hintliler, Esendere’den İran’a revan olmak üzere yola çıkarılırken; cunta idaresinde "huzur"a erdirilen Türkiye’de bir "badireden" kurutulmuş olmanın hazzını yaşar..

Esendere kapısından İran’a yollanan 12 Eylül mağduru Hintli turistleri inek çarptımı bilinmez. Ancak "12Eylül" gecesi; (mimarlarının emir komuta zinciri, ABD’nin "OURBOYS" tebriki -takdiri ile) tank çarpan Türkiye’de MGK, yeni yeni oparasyonlara imza atar..

 
Toplam blog
: 40
: 874
Kayıt tarihi
: 06.07.06
 
 

Hayata Elektronik teknisyeni olarak başlayan Çavdar, her kim  ne hal üzere gördü ise  öyle bilini..