- Kategori
- Kişisel Gelişim
İnsanlık ve İnsanlar

Görsel: Alıntıdır
İnsan olmak insan olabildiğimizin göstergesi değildir diyerek başlamıştık söze. İnsan olarak doğmak insan sıfatıyla tanımlandığımız; insani değerlerle mücehhez olarak dünyada kendine ve çevresine faydalı birer birey olarak hayatı paylaştığımız anlamına gelmemeli derken kastettiğimiz tam da vicdanlara hitap eden sessiz bir çığlıktı.
Kimileri çığlığımızı duydu, kimileri duyamadı. Duyanlar anlayabildikleri kadarını özümsedi. Söylenegeldiği gibi bir şeyi anlatmak aslında “anlattığını sanmaktır”. Anlatan, anlatmak istediğini anlatamaya çalışırken, anlatabildiği kadarını anlatır. Dinleyen ise anlatanın, anlatmaya çalıştığının anlatabildiği kadarını, kendi idrak ve kapasitesince anlamaya çalışır. Bu durumda ortaya hayli karışık bir tablo çıkıyor. Ancak bu karışık duruma rağmen biz yine bildiğimizi anlatmak için gayret etmeye devam edeceğiz. Dilimizin döndüğünü ifade ederek herkesin nasibince anlamasına çalışacağız.
İnsan dediğimiz vakit anlaşılan dış görünüş itibariyle bildiğimiz ve anladığımız insan görünümünde olan herkesin dâhil olduğu bir görüntüdür. Oysaki bizim ifade etmeye çalıştığımız şey varsayılan insan formatından ziyade olması gereken insan profilidir. Yani suretin insan olması değil, özün insan olmasıdır. (İlerleyen süreçte bu deyimler sıkça geçeceği için bu yazıda bunları açmak uygun olacak diye düşündük.) Suretin insan olması ile siretin yani özün insan olması arasında dağlar kadar fark var. İşte bizim vurgulamak istediğimiz kısım da burası.
Tasavvuf literatüründe insanın konumlandırması da yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi iki farklı şekildedir. Meşrebimizce de insanın anlaşılması bu minvaldedir. Surette insan olan ancak özünde henüz o ulviyete erişememiş yani insan olmanın gereklerini yerine getiremeyenler ile suretiyle özüyle bir olmuş ve “insan” tanımını hak edenleri aynı kefeye koymak insafsızlık olur.
Bu durumda insanın tanımını biraz daha detaylıca açmamız gerekecek. İnsan dediğimiz varlık temelde suretiyle insan, özüyle hayvan olanlarla; sureti ve özüyle insan olanlar olarak iki sınıfa ayrılabilir. Özünde/özüyle hayvan olanların da kendi içlerinde dereceleri, özünde insan olanların da kendi içlerinde dereceleri vardır.
Surette insan, özünde hayvan olanlar meşrebimizde “insan-ı hayvan” olarak tanımlanır. Bu tanım hakaret ya da aşağılama için kullanılmaz. Bir durumun ifadesi yani bu hususun anlaşılması babında kullanılır. Bu tanıma giren insanlar insan olmanın gereklerini bilmeyenler, bilseler bile yerine getirmeyenlerdir.
Bir de özüyle insan olabilen ve bizim “insan-ı kâmil” dediğimiz, kemale ermiş, olgunlaşmış, Allah’ın muradı üzere yaşamını devam ettiren; insan olmanın gereklerini en temelden en üst düzeye kadar her alanda ve her yerde gösterebilen; yine eskilerin tabiriyle “eren” diyebileceğimiz insanlar vardır ki, nasibimizde varsa bu yazı dizisinde onları da anlatmaya çalışacağız.
Şimdi gelelim birinci kategoride belirttiğimiz insanlara.. Yazı dizimizin ilk iki bölümünde belirttiğimiz kimi hususlar bu tanımın daha iyi anlaşılması ve idrak edilmesi içindi. Yekten insan-ı hayvan dediğimizde çokları bunu bir hakaret kastıyla söylediğimizi düşünebilir böylelikle esas söylemek istediklerimizi dinlemeye bir gerek görmezlerdi. Tabi böyle uzun uzadıya anlatmanın da handikapları yok değil. Bir kere konu uzadığı için sıkılan ve “bunları zaten biliyorum” diyenler çıkacaktır.
Bunun yanı sıra bizim anlatmak istediğimizi basit bir tasnif olarak değerlendirebilir ve “insanın içi temiz olmalı” şeklinde basit ve bir o kadar aldatıcı bir sloganla kendini temize çekebilir. Zira etrafımızda “benim kalbim temiz”, “ben vicdanlıyım”, “ben içimde yaşıyorum” kabilinden sloganvari hayat düsturlarını benimsemiş ve savunma mekanizması olarak kullanan hayli kişi var(*).
Yani, özündekinden habersizce yaşayan ama insanca yaşadığını zanneden; aslını ve hakikatini bilmeden yaşayıp özüne zulmeden; insanlığı şekilden ve kalıplardan ibaret gören; iyi şeyler yapayım derken benliğini ve egosunu şişiren; bu hayatın gereklerini ve olacakları bilmesine rağmen gururunu ve kibrini ateşleyen; sahip olduklarına gerçekten sahip olduğunu düşündüğü için yarınını mahveden; daha henüz dünyadayken hayatını cehennem eden hayli kişi var.
Yani, yaşamayı yemek-içmek-uyumak-üremek çerçevesinde değerlendirdiği için gerçeği merak etmeyen ve merak etmediği için öğrenemeyen; hayatı ve insanı bilim ve teknolojiden ibaret gördüğü için hataya düşen; bilgiyi ve bilgi edinmeyi amaç haline getirdiği için yanlış yollara giren; öğrendiğini öğrenmekle yetinen ve bilginin hamalı olan; düşünmeyi amaçsızca ve hedefsizce gerçekleştirdiği için gerçeği bulamayan; doyumsuzluklar ve hayal kırıklığı içerisinde denize düşüp yılana sarılan hayli kişi var.
Yine tekrar edecek olursak, etrafımızda, şehrimizde, ülkemizde, dünyamızda insanı alıcı gözüyle inceleyin. Bakın. Değerlendirin. Tefekkür edin. “Olmamız gereken bu mudur?” diye sorun. Evet, iki türlü insan var dedik. İnsan-ı hayvandan bahsettik. Ancak hayvanların arasında farklılıklar olduğu gibi insan-ı hayvan tanımına giren insanlar arasında da farklılıklar vardır. Derece derece, kademe kademe.. Kurt da bir hayvandır, yılan da. Koyun da bir hayvandır, inek de.. İşte bu tanımın içerisinde değerlendirdiğimiz insanlar da bunun gibi farklı bölümlere ayrılırlar.
Bizim hayalimiz, amacımız, dileğimiz, duamız herkesin insan-ı kâmil mertebesine erişmesi, hakikatini ve özünü anlayabilmesi, varoluşuna uygun bir hayat sürebilmesi ve elbette önce kendine sonra da çevresine faydalı bir insan olabilmesi yönündedir. Ancak insanın fıtratı itibariyle bu öyle görüldüğü ve yazıldığı gibi kolay değildir. Hatta hiç kolay değildir. Öyle ki insan-ı kâmil mertebesine erişmiş kişi sayısı diğer insanlar içinde devede kulak bile değildir.
O zaman şöyle bir soru gelebilir akıllara. Herkes mi kötü? Hayır.. Elbette herkes kötü değil. Ancak eksik. Daha doğrusu eksikliğinin farkında değil. Öyle olunca o eksikliği kapatmak için bir gayreti yok. Amacı o değil. O yiyip-içse, gezip-tozsa, uyusa, eğlense, gününü gün etse, kızlarla/erkeklerle zevklense.. Bu durumdaki birine “gel sana insan olmayı öğretelim” desek dayak yeriz. Zira ondan âlâ insan yoktur. Hele bir de makamı/mevkisi varsa, parası bolsa.. Yanına bile yaklaşamayız. İki cihan saadetinden bahsetsek “Saadet’i” kadın zannederler. Dünya hayatı bir oyun ve eğlencedir onlara. Geçici olmasına aldırmazlar. Ayetlerle uyarıldıklarından habersizdirler. Yaratıcının azabından bihaber “düğün ola şen ola” modunda yaşar giderler.
Para.. Mal.. Servet.. Makam.. Mevki.. Şöhret.. Şan.. Hırs... Hepsi de aldatıcı bir metadan ibaret olan dünyanın parçalarıdır. “Hevasını Tanrı edineni gördün mü?” dedikten sonra uyarıyor Kur’an: “Yoksa onların çoğunun gerçekten işittiklerini yahut akleder olduğunu/anladıklarını mı sanıyorsun? Onlar sırf hayvanlar gibi hattâ gidişçe daha sapkındırlar!” (Furkan 25/44) Buradaki heva işte paradır, maldır, servettir, makamdır, mevkidir, şöhrettir, daha nelerdir neler.. Bu ayetin suretteki manasıdır elbet. Diğer manalarına da zamanı geldiğinde değiniriz inşallah.
Ayetteki ifadede gördüğünüz gibi Kur’an da kimi insanlar için hayvan tanımını kullanmış sonra bu sıfatı “hatta gidişçe daha sapkındırlar” diyerek kuvvetlendirmiştir. Yani aslında insan-ı hayvan dediğimiz zaman asla ve kat’a o insanı aşağılamış olmuyoruz. Bilakis hayvana haksızlık etmiş oluyoruz. Zira hayvan yaratılış gayesine uygun davranır. Vahşi hayvansa vahşiliğini gösterir, evcilse eve faydasını. Bir hayvandan yaradılışına yani fıtratına aykırı bir hareket bekleyemeyiz. Koyun süt verir, et verir. Ondan evimizi korumasını, eve giren hırsızı ısırmasını bekleyemeyiz. Köpekten süt sağamayız. Keza yine aynı şekilde akrep sokar, “neden soktun” diyemeyiz. Onun fıtratıdır o. Sokması gerekiyorsa sokar. Süt vermesi gerekiyorsa süt verir. İnsanın yaratılış gayesi de insan olmaktır. İnsanca yaşamaktır. Ancak kimi insanlar bu gayeye aykırı hareket ediyorsa o zaman hayvanlarla aynı kategoriye koymak bile haksızlık olmaz mı?
Hazır söz hayvanlara gelmişken tanımlamamızı biraz daha açalım. İşte az önceki paragrafta belirttiğimiz gibi kimi hayvanlar bize faydalıdır, kimisi de zararlı. Aslan, kaplan, yılan, akrep gibi vahşi hayvanlar ve haşerat genel olarak insana zarar verir (Hoş bugün artık insanlar vahşi hayvanlara zarar verir hale geldi ya). Koyun, keçi, inek gibi hayvanlar ise insanlara faydalıdır. Keza at, eşek, köpek de. İşte insan-ı hayvan diye belirttiğimiz insanlar da tıpkı bunun gibidir. Yani hakikatini/özünü bilmeseler de içlerinde faydalı olanlar vardır.
Kimisi çalışarak, kimisi okuyarak, kimisi düşünerek, kimisi üreterek, kimisi hizmet ederek, kimisi buluş yaparak insanlara ve insanlığa faydalı olabilirler. Diğer gruptakiler yani vahşi olanlar ise her halükarda insanlara ve insanlığa zararlı işlerle meşgul olurlar. Bu insanlar aynı zamanda kendilerine de zarar verirler ancak verdikleri zararın farkında olmayabilirler. Şimdi bu insan gruplarına kimlerin girdiğini tek tek anlatıp konuyu farklı mecralara taşımak istemiyorum. Genel ve kaba hatlarıyla insan-ı hayvan dediğimiz grup budur. Konu hakkında söylemek istediği, sorusu olan yazarak bize ulaşabilir. Dilimizin döndüğünce yazmaya çalışırız.
Bundan sonraki bölümde objektifleri kendimize çevirerek ülkemizin ve Müslümanların halini konuşmak isteriz nasipse. Aynı zamanda her biri ayrı bir yazı konusu olan şu sorulara da cevap aramaya çalışırız.
İnsanın varoluş sebebi nedir?
Müslümanlar neden bu halde?
İslam aslında nedir? Dinler neden var?
Hz. Muhammed neyi okudu ve neyi yaşadı?
Kur’an nedir? Kime neyi ve kimi anlatır?
(*): Nisa 4/49: Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez.
Selam ve muhabbetle..
Murat HACIOĞLU
25.09.2013, Denizli
--- --- --- --- --- --- --- --- --- ---