Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '13

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

İnsan ve Varoluş

İnsan ve Varoluş
 

Görsel: Alıntıdır


İnsanoğlu yüzyıllar hatta binyıllar boyunca hayatını kolaylaştıracak çeşitli araç ve gereçlerin keşfinin yanı sıra dünyaya ve uzaya ait birçok bilinmezi de ortaya koymak adına sayısız araştırma yapmış; bu minvalde sayısız teknikler geliştirmiştir. Mikro planda baktığımız zaman bireyin hayatını kolaylaştıran ya da kolaylaştıracağı sanılan gelişmeler; makro planda ise çevresine ait değerlendirmeler göze çarpar.
 
İnsan doğası gereği merak etmeye, merak ettiğini de araştırmaya meyyaldir. Bunun için çok zaman zihnini ve fizik gücünü kullanır. Aynı zamanda kendinden öncekilerin tecrübelerinden de faydalanır. İşte bu merak ve araştırma güdüsü her devirde toplum popülâsyonuna kıyasla az sayıda insanda bulduklarıyla yetinmeme hissi meydana getirmiş ve tarihe geçecek buluşlar bu sayede gerçekleşmiştir. Merak, zihin aydınlığı, tefekkür, irade, azmetme, sabretme gibi yeniliğe ve buluşa götüren araçlar insanı bir yerden bir yere taşırken çok zaman kendinden de uzaklaştırmıştır. 
 
Evet, çevresini, dünyayı, uzayı, gezegenleri merak eden ve araştıran; hayatı kolaylaştıracak buluşlara imza atan insanoğlu çok zaman kendini araştırmayı unutmuştur. Kendini araştırmaktan kastımız anatomi, fizyoloji, biyoloji gibi tıp bilimleri değil elbet. Nihayetinde o da çevresel bir araştırmadır. Kastettiğimiz insanın kendini, özünü tanıması için gerekli yollara başvurmamasıdır. Tarih içerisinde aklın ve zihnin önderliğinde kimi felsefi düşünceler insanın özüne doğru bir yolculuk yaptırmış olsa da murad edilen ölçülerde bir yolculuk olmadığı için çok çabuk dejenere olmuş ve hatta bu felsefi düşünceler bilgi hamallığından öteye geçememiştir.
 
Günümüzde de felsefeye dair sözler sosyal medya ortamlarında paylaşılan bilgi kırıntılarından ibaret kalmıştır. Sözün içeriğini bilmeden ve derinliğine nüfuz etmeden dilden söylenip geçilmesi ne söyleyene ne de dinleyene fayda sağlayan bir eylemdir. Kaldı ki bu nev’i söylemler kutsal kitaplara atfen yapılmış bile olsa aynı kriterler geçerlidir. Sözü kutsal kitaplara getirmişken meselenin uhrevi boyutuna dair yanılgılarımıza da değinmemiz gerekir.
 
Az önce eleştirdiğimiz husus insanların özünü bilmeden, varoluş gayesini idrak edemeden kendi fiziksel özellikleri de dâhil olmak üzere çevresini ve kâinatı merak edip araştırmasının ideal bir biliş olmadığı yönündeydi. Meselenin dinlere ait kısmında da aynı problem önümüze gelip dikiliyor. Şöyle ki herhangi bir dinin mensubu olduğunu iddia eden çok kimse yine aynı taklitçilik ve kolaycılık içerisinde kendinden yani özünden bihaber kuru kuruya ibadet dediğimiz ritüellere sarılmış, başka bir yerde, başka bir cennet hayaliyle avunup duruyor. Meselenin Müslümanlara ait kısmını kısmet olursa bir sonraki yazımızda daha genişçe ele alacağımız için şimdilik bu hususu noktalıyoruz.
 
Gelelim bilgi hamallığına. Yani bildiğini sandığını hayatına uygulayamadığı için bilginin hamalı olmaktan öteye geçemeyenlere. Bilgiyi olabildiğince kutsallaştırıp o bilgilerin dehlizlerinde kendini kaybedenlere. Bilgiyi olgu sanıp olgunlaşamayanlara. Gelelim meselenin en zor anlaşılan kısmına..
 
İnsanın Kur’an’da zalim ve cahil olarak tanımlanması yukarıda az da olsa söylemeye çalıştığımız temel gerçeğin ifadesi ve bu gerçek ışığında kendine çeki düzen vermesi gereken insanların hala aynı dehlizlerde kaybolduğunun bir işaretidir. Zira ister inançlı olun ister inançsız şu hususa muhakkak siz de dikkat etmişsinizdir. Hayatı kolaylaştıracağını düşündüğümüz icatlar, yenilikler, araçlar, gereçler bir noktadan sonra hayatın kendisi haline geliyor. Bunu ister bireysel anlamda düşünün ister toplumsal anlamda. Hatta öyle ki gelişmişlik derecesi arttıkça zalimlik ve cahillik derecesi de artmaktadır. Çünkü insanların birbirine eza vereceği imkânlar da aynı oranda artmıştır.
 
Günümüzdeki kaosun, zalimliğin, cahilliğin, katliamların başka türlü bir açıklaması varsa buyurun siz de birkaç söz söyleyin. Bize göre bu kaos, zalimlik, canilik ve adına her ne derseniz deyin insanlara eziyet etmenin tek bir açıklaması var. O da insanların varoluş gayelerinden bihaber olmaları ve bu doğrultuda egolarının/benliklerinin tahakkümü altında yaşamaya devam etmeleridir. İmkânlar ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin vicdanları aynı oranda geliştiremediğimiz sürece bu çirkinlikler olmaya devam edecektir. Öyle ki zalimliğin ve caniliğin literatürü gittikçe genişleyecek ve bittabi ki insanlık bundan ıstırap duymaya devam edecektir.
 
Bugüne değin bulunanlar, bilinenler, araştırılıp geliştirilenler ve düşünülüp üretilen fikirler bu yaraya çare olamıyorsa o zaman insan kendine bakıp şu soruyu sormalıdır. Tabi cevabını aramak ve bulmak üzere.. “Ben neyim, kimim, nereden geldim, neden geldim, nereye gideceğim?”.. Bunu samimiyetle sorup yani gerçekten öğrenmek, bilmek ve uygulamak gayesiyle bunu sorup bir derde düşenlere elbette yol açılacaktır. Samimi ve içten, aklının ve gönlünün işbirliği ile bunu merak eden; araştıran; soruşturan; bulduğu cevaplarla yoğrulan ve bunları yaşamına geçirebilenler gerçek anlamda kurtuluşa erebilenler olacaktır.
 
Bu manaya ne kadar çok kişi vakıf olabilirse dünya o kadar yaşanılası bir yer haline gelir. Zaten tarih boyunca dinler hep bu manayı anlatmak, idrak ettirmek ve uygulatmak için gelmiştir. Din dediğimiz vakit kutsallaştırılan kişiler ve objeler aklınıza gelmesin. O insanların dinleri tahrif etmesiyle ortaya çıkan bir sapkınlıktır. Zira kutsallık zaten hayatın kendisidir. Anlamak isteyen için hayatın kendisi, kâinatın kendisi kutsaldır zaten. Bize düşen o kutsallığın sebebini kavrayabilmektir. İşte bunun için peygamberler gelmiştir. Peygamberler insanlara hayatın gerçek gayesini anlatmaya çalışmışlar; sözleri ve uygulamalarıyla da buna örnek olmuşlardır.
 
Günümüzde dinler tahrif edilmiş halleriyle bilindikleri için modern insanın ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmiştir. Bu nedenle ağırlıklı olarak Hıristiyanlık âleminde olmak üzere ateizm, panteizm, deizm gibi akımlar zuhur etmiştir. Düşünen insan kutsal kitaplarda ve kutsallık atfedilen kişilerde sorularının cevaplarını bulamamıştır. Dolayısıyla o kitaba dair anlatılan ve söylenenleri de reddetmiştir. Bu minvalde ateizm de dâhil olmak üzere aslında bu tür akımlar da birer dindir. İnanılanlara inanmama da bir dindir..
 
Bizim derdimiz dinlere ya da dinsizliğe dair bir şeyler anlatmak olmadığından bu konuyu da daha fazla uzatmadan esas meseleye dönelim. Hülasa insanoğlu çevresine verdiği önemi kendine vermediğinden, etrafı incelemek ve araştırmak için sarf ettiği çabayı kendi özünü anlamak için sarf etmediğinden, daha doğrusu etrafı merak ettiği kadar kendini merak etmediğinden çok zaman özünden uzaklaşmış ve “oyun ve eğlence” olan dünya hayatına dalmıştır. Bu gidişatı değiştirmek ve insanları uyarmak için de peygamberler gelmiştir. Lakin zalimlikte ve cahillikte ısrar sonucunda da dinler kısa süre içerisinde aslından uzaklaştırılmış, insanoğlu yeniden karanlığa mahkûm edilmiştir. 
 
Biz de bu karanlığı yarmak, yolları aydınlatabilmek gayesiyle gönlümüze düşenleri dilimizin döndüğünce ifade etmeye çalışıyoruz. 
 
 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..