Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '17

 
Kategori
Kitap
 

İnsanoğlunun Temel Çelişkisinin "Başlangıç"ı

İnsanoğlunun Temel Çelişkisinin "Başlangıç"ı
 

Dünyanın temel çelişkisi nedir?  Hak ile batılın savaşı mı, emekle sermayenin mi, yoksa milliyetlerin savaşı mı? Dan Brown “Başlangıç” romanı ile bu soruya “din ile bilimin savaşı” diye cevap vermiş. Ama diğer yanıyla, romanın finalinde bir uzlaşma yolu çizmiş, en azından dine var olabileceği, temiz, sakin ve işlevsel bir alan bırakmış.

Dan Brown eserleri okumakta acele ettiğim kitaplardan değil. Çıkar çıkmaz okuma heyecanı duymuyorum. Aksine biraz demlenmesi gereken kitaplardan olduğunu düşünürüm. Ancak bu kez, Hürriyet Gazetesinde, Ertuğrul Özkök ile Dan Brown’un bir röportajını okuyunca, kitabı edinme ve okuma listeme alma sürecini biraz daha hızlandırdım.

Dan Brown’ın, son kitabı “Başlangıç” 3 Ekim tarihinde, Türkiye’de, tüm dünya ile aynı günde satışa sunuldu. Aynı anda satışı gerçekleştirebilmek, elbette çeviri işinin de aynı zamanda yapılmasını gerektiriyordu. Medyaya yansıdığı kadarı ile, çeviri ile yayınlanacak tüm ülkelerin yayıncı editörleri ve çevirmenleri Barselona’da toplanıp, aynı binada, iki ay içinde çeviri işini gerçekleştirmişler ve bu süreçte dışarı ile bağlantıları kesilmiş. Bu bana, çevirinin gerektiği bir zorunluluktan öte, kitabı bir efsane eşliğinde piyasaya sürme çabasının ürünü gibi geldi.

Dan Brown’un ekibi ve yayıncısının kitaplarını, bir kitaptan öte bir meta olarak gördüğüne şüphe yok. Bu durum kitaplarının edebi yönünü fazlası ile gölgelese de, kitaplarını tümüyle karalamaya yetmiyor. Dan Brown’un romanları genellikle bir mesele barındırıyor, bu meseleyi kabul edilebilir sağlamlıkta bir kurguya oturtuyor, zengin karakterler ve sahnelerle süsleyip önümüze sunuyor. Araştırmacı yönü ile güçlü bir altyapıya sahip romanlardan bahsediyoruz. Sanat tarihi, mimarlık, şehircilik ve bilim tarihi genel kültür ötesi derinliklerle, eserlerde konunun içine serpiştiriliyor.

Ancak, Dan Brown’un okuduğum bu üçüncü romanından sonra şunu söyleyebilirim ki, Dan Brown romanları için bir iskelet belirlemiş ve bu iskeletten kolay kolay vazgeçmiyor. Bu iskeleti ezberleyen okur için, bir süre sonra romanın akışında nerede bir sürprizle karşılaşacağını, işlerin nerede aksayıp, nerede önünün açılacağını kestirmesi zor olmuyor. Bu anlamıyla “Başlangıç” romanı da, bu iskelete, farklı kas yapısı, ten rengi, saç ve göz rengi işlenmesiyle önümüze çıkan bir eser. Ama kendi içinde, meselesinin orijinal olduğunu yadsıyamayız.

“Başlangıç” kısaca, Amerikalı ancak İspanya’da yaşayan bir fütüristin, evrim-yaratılış özelinde bilim ile din arasındaki çatışmayı bilim lehine sonuçlandırmak isteyen girişimin hikâyesi. Hikâye aslen, bu fütüristin ölümü ile başlıyor. Ama bu ölümü, İspanya kraliyet sarayındaki kırılma ve çatlak, fütüristin hayalini tamamlamaya çalışan arkadaşlarının koşturmacası takip ediyor. Fütürist olan karakter Edmond Kirsch, romanın, Elon Musk misali yeni keşiflerin ve geleceğin yönünü doğru okuma becerisine sahip kahramanı. Radikal bir ateist olarak karşımıza çıkıyor. O kadar ki, dinleri ortadan kaldıracağına inandığı bir keşfi, tüm dünyaya duyurmadan önce üç büyük dinin temsilcilerine anlatmayı uygun buluyor. Dan Brown kitaplarının süreğen karakteri ise simge bilimci  Robert Langdon ve bir kez daha romandaki tüm sıkışık süreçlerde kilitleri çözen çilingir rolünde. Ama bana kalırsa kitabın baş karakteri sanal zeka olarak karşımıza çıkan ve elektronik cihazlarla iletişim kurulan Winston. Dan Brown’un bu eserinde büyük farklılık yaratan kısım da bu. Ancak Winston’un sevecen bir sanal zeka karakteri mi yoksa bir cani mi olduğuna karar vermek romanın sonunda zorlaşıyor.

Bir spoiler olmadığını düşünerek, Robert Langdon'un romanın sonunda bir kez daha hedefine ulaşarak, fütürist dostunun açıklanmasının engellendiğini düşündüğü keşfini tüm dünyaya duyurmayı başardığını söyleyebilirim. Ama kitabın ortaya döktüğü sorular, keşfin açıklanması ile cevaplanmıyor. Hatta daha da karmaşıklaştığını söylemek mümkün. Çünkü keşfin sunumunun tüm dünyaya yayılmasının ardından, tüm dünya televizyonlarında, internet mecralarında yoğun tartışmalar yaşanıyor. Ve beklendiği gibi, kimse yerini değiştirmeden, tartışmaya durduğu noktadan devam ediyor. Yaratılışçılar için yaratılış, evrimciler için evrim kendi gerçekleri olmaya devam ediyor. Sadece zeminde hafif kaymalar yaşanıyor.

Dan Brown, fütürist karakterinin arı kovanına soktuğu çomakla başlayan kargaşayı, bir nebze esas kahramanı Robert Langdon’la çözmeye çalışıyor. Ama garip bir şekilde kitapta sorunun çözümünü, ünlü Katalan mimar Gaudi’nin 100 yıldır yapımı devam eden eseri La Sagrada Familia Kilisesinin rahibi Bena’ya söyletiyor. Bu çözümün günümüz muhafazakârlarını ne kadar ikna edeceğini bilememekle birlikte, dinin bilimle, özellikle evrimle sorununu çözmesinin zorunluluğu kaçınılmaz görünüyor.

Fütürist Edmond Kirsch’ün temel mesele edindiği iki soru, yani insanoğlunun nereden gelip nereye gittiği sorusunun, benim açımdan en dikkat çekici kısmı, insanoğlunun nereye gittiği sorusu oldu. Ortaya çıkarılan sunumunda, bu geleceğin önce karamsarlık, sonrasında ise bir aydınlık olarak paylaşılması açıkçası beni yeterince ikna etmedi. Sanal zeka insanoğlu için bir karanlık kutu ve romanda bunu, kitabın esas karakteri Winston ispatlıyor. İsmini ünlü İngiliz siyasetçi Winston Churchill’den alan bu sanal zekanın, isim babasından ne kadar etkilendiğini kitabı okudukça fark edeceksiniz.

Kitabın en çetrefilli, belki esas konu kadar heyecan uyandıran kısmı, İspanya Kraliyet Sarayında yaşanan olaylar. Ancak gariptir, romanın bu kısmı, sonuca doğru yaklaştıkça tam bir fiyaskoya dönüşüyor. Hiçbir neticeye varmayan bir yanlış anlamalar yumağına dönüşen bu kısım, sonunda da oldukça garip ve ilginç bir “eğilim” meselesinin de işin içine karıştığı bir sonuca evriliyor. Kitabın başında derin muhafazakar ve katı değerlere sahip kraliyet sarayı ve onun dini uzantısının, kitabın sonunda ne kadar esnek ve hoşgörülü olduğunu görmek, Dan Brown’un sınırları zorlamama isteğinin bir sonucu gibi. Bu arada, roman sürecinde öldürülen Müslüman din alimi ile Yahudi din aliminin ölüm süreçlerinin karanlıkta kalması senaryonun en büyük açığı.

Bu kitapla birlikte, özellikle İspanya’da Katolik Hristiyanlığın muhafazakar yüzünün ne kadar katı ve derin olduğunu bir kez daha keşfettiğimi söyleyebilirim. Devlet, bizim anladığımız anlamda laiklikten uzak ve kraliyet sarayı ile dini kurumlar fazlası ile iç içe. Ancak İspanya ile Müslüman muhafazakâr toplumları arasındaki fark dinin katılığından çok, bu katılığa karşı sivil toplumda oluşan direnç. Roman boyunca, İspanya’da dinsel muhafazakârlığa direnen, gençleri ve akademisyenleri ile sivil toplumu görebiliyoruz. Oysa Müslüman coğrafyalarda muhafazakârlığa direnen liberal, özgürlükçü akımlar son derece zayıf. Ve işin rengini de bu belirliyor. Sırf bu süreci görebilmek adına okunabilecek bir kitap.

 

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..