- Kategori
- İş Yaşamı - Kariyer
İş aramanın dayanılmaz ağırlığı
O'nu uykusundan uyandıran ensesinde ve boynundaki kaşıntılı yanmalar oldu. Yatağında doğruldu. Saatine baktı. 11:00 olmuş. İş görüşmesi vardı ve neredeyse geç kalıyordu. Boynundaki kocaman şişkin kızarıklık bir böcek tarafından bayağı okkalı bir ısırık yediğini gösteriyordu. Ensesini göremiyordu, elini götürdüğünde dokunduğu boynundakinin iki katı bir şişlikti. El aynasını aldı, dolabındaki aynaya arkasını verdi saçlarını topladı ve ensesindeki şişliğin boyutunu görmeye çalıştı. Öndeki ısırık arkadakinin yanında devede kulak kalmıştı. Tam üç yerden ısırık izi vardı ve tüm ensesi şişlikle kaplıydı. "Saçlarımı toplayamayacağım demektir bu!" diye düşündü. "Milletin yatağnda ya kocası, ya sevgilisi olur, biz böceklerle yatıp kalkıyoruz!" diye düşündü. Ne onlarca raid tableti ne de evini ilaçlatması engel olamıyordu şu arsız böceklere. Elbette ki doktora gitmeyecekti. İki büyük sebebi vardı doktora gitmek istememesinin, ilki parasızlık, ikincisi ise!!!! Cahil cesareti değildi davranışı, beyine yakın, ense ve boyun bölgesindeki bir böcek ısırığının içerdiği tehlikenin farkındaydı. Velev ki felç olmasın ya da sakat kalmasın. Gerisi önemli değildi.
Allah'tan iş görüşmeleri yoğunlaşmıştı bu gün yarın bir yerlere gireceğini ümid ediyordu, ediyordu da görüşmelere de öpücükle gidilmiyordu. Para lazımdı. Sağlığının da pek iyi olduğu söylenemezdi. Gecelerden birinde yediği kalitesiz ve ucuz gıdalardan olsa gerek mide ve bağırsakları bozulmuş, ertesi gün gitmesi gereken bir iş görüşmesine gidememiş arayıp randevuyu ertelemek istediğinde "Bu gün gelemiyorsanız gerekirse biz sizi ararız randevu ertelemiyoruz!" cevabını almıştı.
Neyse yine de hafta içinde her gün en az bir görüşmesi vardı, bazı günler üçe bile çıkıyordu görüşmeler. Bir de sonuç alabilse. Kuvvetli bir CV si vardı. Buna rağmen taleb ettiği ücreti tutabildiği kadar düşük tutuyor, minimum yaşama sınırının üstünde bir maaş taleb etmiyor, yine de iş bulamıyordu. Ya bu görüşmelerin maliyeti. Günde en az 10 YTL yol masrafı oluyordu. Pazarları saymazsa 26 gün, ayda 260 YTL yapıyordu. Değil 260 20 YTL borcu zor buluyordu oysaki.
Samandıra'da bir otomotiv şirketi ile idi görüşmesi. Evi Üsküdar'daydı. Oldukça iyi ve köklü bir firmaydı. Şık kıyafetlerini giyindi, makyajını yaptı. Aklına kontörü olmadığı geldi. Cüzdanına baktı 5 YTL si vardı bir de Akbil'i. Kuzenini aradı evden.
" Rica etsem bana biraz kontör gönderebilir misin? Samandra'da bir iş görüşmesine gidiyorum. Oraları pek bilmiyorum. Telefonumda da köntörüm yok. Aksi yalnış bir şey olur kalırım oralarda, hiç olmazsa telefon elimin altında olsun."
"Gönderemem prensibim değil!"
Güldü.
"Şakanın sırası değil ya !!! Vallahi param da kalmadı kontörüm de geç kalıyorum bak!"
"Şaka yapmıyorum. Gönderemem. Benden başka adam mı yok kontör isteyeceğin."
"Bu durumda çok kırılacağımı ve seninle ilişkilerimi sonlandıracağımı biliyorsun değil mi?"
"Biliyorum istersen sonlandırabilirsin."
Şaka gibiydi, inanamıyordu duyduklarına. Kapattı telefonu."Ne yapıyorum da insanlar bana böyle tavırlar takınıyor?" diye düşünmeye başladı. Hata kendisindeydi bu kesin. Herkes kendisine tavır aldığına göre. Tamam da hata neydi? Bogazı düğümlendi, gözleri dolu dolu oldu bir iki damla yaş süzüldü. çabuk toparladı kendini."Salaklaşma iş görüşmesine gideceksin, moralini düşürmemen gerekiyor. Sırf bunları yaşamamak için çalışmalı ve güçlü olmalısın." diye telkin verdi kendisine kıyafetini tamalayan topuklu ayakkabılarını giydi ve çıktı evden.
1. Otobüse bindi. Altunizade'de indi. Aktarmalı gidiliyordu gideceği yere. Toplu taşıma araçları ile yaklaşık 1, 5- 2 saat sürüyordu. 2. otobüse bindi ve "Sultanbeyli Hasanpaşa durağında ineceğim. İneceğim durağı bilmiyorum, rica etsem bana haber veririmisiniz oraya varıca." dedi şöföre. İ.E.T.T şöförü önce O'nu tepeden tırnağa süzdü. "Nereye gideceksiniz orada?" dedi. Soru yabancı gelmişti. Neden soruyorsun ki gibilerden baktı şöföre. Adam soru dolu bakışlarından anlamıştı soruyu yadırgadığını. "Hayır abla yanlış anlama sakın, orası çok yobaz bir yerdir sen bu kıyafetlerle gidersen oraya linç ederler seni." Ne vardı ki kıyafetlerinde pantolon ve ceket giyinmişti. Hafif de bir makyajı vardı. Açıklama gereği hissetti. "Bir otomotiv şirketine iş görüşmesine gidiyorum."
Yolculuk başladı. Söylenen durağa varmaları 1 saaten fazla sürdü. Bilmediği tanımadiği yerlerdi oralar. İndi otobüsten. Fimayı sordu. "Abla şu ara sokaktan 500 metre kadar yürüyüp alt geçide geleceksin, alt geçidi geçince E-5 e çıkacaksın, bir 300 metre daha yürü sağda." Etrafına bakındı taksi var mı diye. Göremedi."Taksi var mı buralarda?" yok abla. Taksi zor bulunur burda. Olsa da fark etmeyeceğini hatırladı parası yoktu. Tabanvayı çalıştırdı, bahsi geçen sokağa girdiğinde bir araba tamirhanesinin oparlörlerinden sokağa yayılan Kur'an sesi şöförün söylediklerini hatırlattı O'na ve ürperdi bir an. Yarım saatten fazla süren bir yürüyüşten sonra hedefine ulaştı. Kimse de linç etmedi O'nu. "Nasıl da dolduruşa geliyoruz biz insanlar?" diye düşündü. Tamirhanede çalışırken Kur'an dinlemek de o adamların yaşam tarzıydı. Düşman değildiler ya, sonuçta aynı memleketin insanıydılar.
Görüşme'de sordular. "Çabuk buldunuz mu burayı?" bulduğunu söyledi. Otobüs durağının hemen yanında taksi durağı vardı keşke takiyle gelseydiniz. İş görüşmelerinde en nefret ettiği durum buydu. Olup olmayacağı kesin bile olmayan bir iş için, işsiz bir insana "Taksi ile gelseydiniz " denmesinden nefret ediyordu. İşi ve kazancı olan biri için bazı şeyler ne kadar kolaydı. Atalarımız "Tok acın halinden ne anlar?" diye boşuna söylemiyordu demek ki.
Görüşme bitti. Çıktı ve geri dönüş macerası başladı. Tam o esnada telefonu çalmaya başladı. Açtı telefonu. Tam E-5 in üzerindeydi ve sağından geçen tırlar, arabalar vs ler nedeni ile karşı tarafın ne dediğini anlamıyordu. Bir iş görüşmesi için daha, randevu vermek istediklerini çıkarabildi. "Sizin de seslerden anlayabileceğiniz üzere pek elverişli değilim adres almak için, üstelik sizi de duymakta zorlanıyorum ben size dönsem." demesine rağmen, karşı taraf ısrarla randevu vermeye çalışıyordu. Bu arada o kıyafetle, elinde cep telefonu ile E-5 üzerinde olmasının doğal olarak, taşıt gürültülerine, korna seslerinin de eklenmesini kaçınılmaz kıldığı gerçeği de vardı ve sinir katsayısı inanılmaz raddeye ulaşmıştı. İçinden "Salak! Niye açtın telefonu? Keşke açmasaydın!" diye düşünürken ve adama "Ben size döneceğim beyefendi bana braz müsade edin lütfen" diye dert anlatırken, topraklı yolda ayağının kayması, telefonunun caddeye fırlaması kendisinin de yeri öpmesi bir oldu.
80 kiloluk cüssesinden hiç beklenmeyecek bir hamle ile çabucak toparlandı. Tek derdi telefonu bir tekerleğin altında kalmadan kurtarmaktı. Çok kötü olurdu telefonsuz kalırsa. Gelen arabanın önüne attı kendini ve durdurdu. Telefonunu aldı. Bu arada bütün trafiği durdurmuş olmuştu, ama hiç önemi yoktu O'un açısından. Duran arabaya başı ile selam verdi. Yoluna devam etti. Arabadaki adamın yüz ifadesinden ve değişik gülümsemesinden, arabayı durdurma nedenini nasıl algıladığı o kadar belliydi ki. "Yurdum insanının (buna kendisi de dahildi) ön yargılarını yiyeyim ben!" diye düşündü. Dokunsalar ağlayacak vaziyetteydi. Her geçen gün gücünün tükendiğini, enerjisinin düştüğünü, moralinin eridiğini ve gittkçe karamsarlaştığını hissediyordu.
Yorgun argın eve varıp ayakkabılarını çıkardığında ayaklarının su toplamış olduğunu gördü. "Offf yaaaa!!! Yarın bu su toplamış ayaklarla bu ayakkabıları nasıl giyeceğim?" diye düşündü. Karnı da acıkmıştı. hazır çorbasını ve makarnasını ısıttı. Bakalım sonraki günlerde O'nu hangi iş arama maceraları bekliyordu. Bu ilk değildi son da olmayacaktı. Şanslıyım diye düşündü. "Çocuklarımı da hazır çorba ve makarna ile beslemek zorunda kalabilirdim!!!"