- Kategori
- Siyaset
İşçinin parasıyla şirket kuran sendikacı

Sendikalar kanunla kuruluyorlar ve içeride yapılan işler ne kadar kanuni ? Sorgulamak gerekir..
Durup dururken nereden çıktı bu yazı demeyin. Bu yazının konusunu oluşturan şey <ı>“Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Mustafa Özbek'in hesap trafiği ile ilgili hazırlanan Bankalar Yeminli Murakıpları Raporu, sendikanın hesabından son 10 yılda milyonlarca liranın Özbek ailesine aktarıldığını” ortaya koyduğu raporun haber konusu yapılmasıdır. Yani, bir sendika başkanını düşünün, üyelerinin yani işçilerin haklarını koruyup, kollayacağına, onların haklarını gasp etsin, onların günlük yevmiyelerinden toplanan aidatları kendi hesaplarına aktarıp, bu paralarla şirket kursun ve bir kral gibi yaşasın ve zenginler listesine girsin. Böyle bir zengin, işçinin haklarını nasıl savunabilir ki?
Yıllardan beri, anayasanın ne o yana, ne buyana yaslanmadan usule uygun olarak, değiştirilmesi taraftarıyım. Belki de, bir vatandaş olarak fazlaca hassas bir yaklaşım diye düşündüm çoğu zaman. Ama bir baktım ki, toplumun genel eğilimi bu şekilde.. Fakat hiçbir zaman, ne Akp’nin ne de Dtp’nin istediği bir anayasa şekillenmesini kimse istemiyor ve tasvip etmiyor. Zaten kargaşa ve anlaşmazlık ta buradan kaynaklanıyor ya !.
Anayasa ve bazı kanunların değişiklik istemi ve yapılması hakkında, kamuoyunun tam olarak bilgilendirilmediğini düşünüyorum. Kural koyucular, bazı devlet ya da kamu işlerinin ne kadar da ağır aksak ilerlediğini, bazı kurumlarda ne kadar hukuk ve yasa dışı işler yapıldığını, hatta devletin memurlarının ve yöneticilerinin bazı kurumlarda nasıl at koşturduğunu ve çiftlik gibi önettiğini, toplumun gözleri önüne sermeleri gerekli. İşin bir de, başka yönü de var tabiki, her nekadar, kimi vatandaş bazı katakullilerden haberdar olsa da, kimi vatandaş da, kurumuna ve yöneticilerine kanının son damlasına kadar güvenmek ister. Çünkü yönetici olmuşsa belli bir yetkinliği ve birikimi vardır. Mürekkep yalamıştır, ağzı laf yapar, kanun, kitap bilir. Bir anlamda arkası da kuvvetlidir yani !.
Bu kanun değişikliği meselesinde yıllardan beri hep savunduğum bir madde var ki, bunun acilen hükümet gündemine alınması gerekir. O kanun da sendikalar kanunudur. Sendikalar kanunu 1983 yılında 2821 numarası ile Özal hükümetince değiştirilmiş bir kanun olup, bu kanunun amacı, “<ı>çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerin korunması ve geliştirilmesi için işçiler ve işverenler tarafından meydana getirilen sendikalar ile konfederasyonların kuruluşu, teşkilatı, faaliyeti ve denetlenmesi esaslarını” düzenlemektir.
Sendikalar, demokrasinin gereği olarak, her ülkede olması ve teşkilatlanması gereken kurumlardır. Tamamen, kurulduğu sektöre bağlı olarak, üyelerinin aidatları ile faaliyetlerini yürüten ve üyelerinin, ister sivil, ister devlet olsun, işverene karşı haklarını ve menfaatlerini korumak ve işveren ile işçi arasındaki uyuşumsuzlukları ve anlaşmazlıkları anlaşılır kılmak, bir anlamda arabuluculuk yapmak için kurulmuş olan bir tüzelkişilik kurumlardır. Bu vesileyle de birçok sendika ve sendikaların birleşmesinden konfederasyonlar meydana getirilmiştir. Ancak Türkiye’de sendikaların kontrolü ve denetlenmesi özellikle mali açıdan oldukça sıkıntılıdır.
Kanunun 43. maddesinde de belirtildiği gibi sendikaların idari ve mali yapıları, önce kendi iç dinamiklerinde oluşturulan denetleme ve disiplin kurullarınca incelenip, denetlenmesi gerekirken, kanuna aykırı bir durum olması durumunda daha üst ve genel bir kontrolü yapılıp, 54. madde gereğince, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı veya ilgili valilikçe başvurulması halinde görevli mahalli mahkeme gerekli gördüğü takdirde kurucuları da dinleyerek üç işgünü içinde sendika veya konfederasyonun faaliyetlerinin durdurulmasına karar verilebiliyor.
Sendikalar, 40. madde gereği, gelirlerinin büyük bir kısmını üyelerinin aidatları ile oluşturuyor. Ama bu kanun gereğince, bazı sosyal ve eğlence faaliyetleri ile de gelir sağlayabiliyor ve istediği yerde, istediği kadar taşınmaz elde edebiliyor. Bunların satış, devir ve temliklerinden doğan kazançlar da yine sendikaların ilgili hesaplarında yer alması ve bunların bir banka hesabına yatırılıp, ilgili defterlerce de kayıt altında tutulması hükmediliyor. Bu gelirlerin nasıl harcanacağı da yine sendikaların ilgili kanunda ve iç tüzüklerde belirtilmektedir.
Ancak, böyle bir sistem olması gerekirken, örnekleri çok sıkça olan sendika başkanları, bu paraları kendi inisiyatifleri doğrultusunda nasıl kullanabiliyorlar? Yalnız paraları değil, sendikalar, bu paralarla “sosyal tesis” adı altında taşınmaz ve çok değerli arsalarla, birçok tesis yaptırabiliyorlar ve birçok sendika üyesinin de bundan haberi yok. Bir araştırma yapılsın, bakalım milyonlarca sendika üyesinden kaç tanesi bu tesislerden yararlanabiliyor. Bugün birçok sendikanın, trilyonluk dinlenme ve sosyal tesisleri bulunmakta. Her sendika başkanı, çok yüklü maaşlar almakta ve altlarında çok modern ve oldukça lüks arabalarla gezip dolaşmakta, üstelik aile bireyleri bile bu haklardan yararlanmakta, her yerde, sanki Başbakan gibi karşılanmaktadır.
Belki konumları itibari ile bu ilgi ve saygıyı hak ediyor olabilirler. Fakat işçinin haklarını gasp etmek, ne sosyal demokrasiyle ne de hukukla bağdaşır. Eğer hakkındaki iddialar doğruysa, Metal iş sendikası başkanının kendisi ve aile bireylerine trilyonluk paraların nasıl aktarıldığı, yalnız Kıbrıs’ta bol yıldızlı 4 adet oteli nasıl yaptığı da sorulmalıdır. Oğlunun altına, yüzmilyarlarca liralık arabayı alan sendikacı gibi, diğer sendikacıların da mal varlıkları denetlenmeli. Ha, o kadar mal mülk, zenginlik aileden geliyorsa, otelleri de çalışarak yaptıysa, o zaman da şu soruyu sormak gerekmez mi?
“Gariban işçinin zengin işveren karşısında hakkını, zaten zengin ve bir patron profilinde olan bir şahıs nasıl koruyabilir, bu hakkı nasıl arayabilir. Oradaki adam, işçinin temsilcisi nasıl olabilir. Her şeyden önemlisi, işçinin halinden anlar mı? “
../..