Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

İşsizlik sorunumuz içinde bir Kamber olmak

İşsizlik sorunumuz içinde bir Kamber olmak
 

Bir köy ilköğretimi öğrencileri ile öğretmenleri Sungurlu 1974


İŞSİZLİK SORUNUMUZ başta ABD ile ÇİN'in açgözlülüklerinin bir dayatması olan dev KÜRESEL KRİZ'in bir sonucu değil. Yıllardan beri serpilerek, dal budak salarak BÜYÜYEN BİR SORUN bu!

Adım adım geldiğini bilenler biliyormuş! İşte bu süreçte sömürü çarkını daha da geliştirmişler: Gizli anlaşmalar, zorunlu diplomatik bağlaşıklıklar, özelleştirmeler, gizli ve açık silah ticareti, silahlanma yarışları, yer yer patlak verdirilen çatışmalar bu dayatmaların birer yansıması. Benzer durumları 2. Dünya Savaşı'nı birlikte kazanan Batılılar ile Sovyetler de yapardı sık sık. Belki de danışıklı döğüş de vardı işin içinde. İskenderiye'de ölüm yatağındaki Cemal Abdünnâsır, bulundukları odadan görülen televizyon kulesini göstererek gazeteci Hasan el Heykel'e kısaca: Yüksek sesle konuşmayalım. Sus... Bizi dinliyorlar, der. Hani bütün anlaşmalarını yalnızca Sovyetler ile yapmıştı Nâsır?

Ne yazık ki Tito, Enver Hoca ile Mao Batı'ya karşı binbir çırpınma içerisinde kendi yağları ile kavrulurken TC Hükümetleri de karma bir ekonomik yol (!) tutturarak ne şiş yansın ne kebap benzetmesinde olduğu gibi millete tösbeki saydırttılar. 1983'le birlikte 24 Ocak Kararları'nın izinden gidilen bu süreçte küresel adı verilen sarmal içerisinde; maliye, üretim, ticaret ve dışsatımımız gibi ayrımları da içeren borçlu ülke ekonomimiz bir bütün olarak sarsıntı geçirmeye başladı.

Sonunda 1980'li yıllardaki dev borçlanmalar ile 1995, 2001 ve 2008'deki dev küresel sömürüye teslim olduk! Bu gibi durumlara düşmeyebilirdik. Çünkü Kemal DERVİŞ'imiz vardı Batı'nın Truva Atı'nın içinde. Ne var ki en güçlü bir makama gelip oturduğu halde o da derdimize çare olamadı! Gittikten sonraki aylar yıllar içerisinde ise izlemekte olduğu gelişmelerin ışığında, bir kaç cümlecik sırları bize ulaştırmaktan kaçındı! Ülke baştan sona Batı'nın açık pazarı oldu. Bulanık suda balık avlama becerilerini geliştiren gece baskınları, silahlı muhtıralar ile e-muhtıralar da birbirini kovaladı.

İthalatımız hız kesmese de işletmeler kapanmaya, vergiler ödenmemeye, işsizler iş bulamamaya başladılar. Hukuki sorunlar dün olduğundan daha çok arttı. Feodal yapıdan beslenerek uluslararası bir kördövüşüne dönüştürülen, çok yönlü silah ticareti içerikli sinsi terör de hız kesmedi.

Ekonomist değilim: Dışarıdan bakıyorum. Bir fotoğraf çekmek için uğraşıp duruyorum. Eskiden buna ''zaviye aramak'' denirdi. Nasıl bir çekim yapmalıyım: Hangi açı daha uygun bir görüntü verir? Dar açıdan, yalnızca kişisel yönden mi baksam, diyorum olmuyor!

Aile, oymak, mahalle, şehir açılarını da kapsayan bir açı bulmak da çok zor! Çünkü bir zamanlar bir kaç kez denemiş olduğum gibi bir helikopter ayarlamak (!) da pahalıya gelecek. Bu durumda pek çok dar ve geniş açılı çekimler yaparak bir bütünlüğe ulaşmam gerekir diye düşünüyorum. Bu da oldu diyelim. Ancak anlatımın takur tukur olmaması, öyle üst perdeden de olmaması için uygun bir anlatım biçimi bulmak gerekiyor. Onu da buldum. Yazıyorum:

Dün olduğu gibi bugün de İSTATİSTİKLER'e de nice yalanlar söylettiriliyor. Ki kareler, sapmalar, çizelgeler, iniş çıkışlar, kesişmeler, yanılgı payları, eğilimler, yordamalar gibi pek çok açıklama biçimlerini de içeren istatistikler kullanmakta olduğunuz parametreler ile işin içine dahil ettiğiniz verilere göre konuşabilirler ancak. Bu bilinen bir gerçek. Hiç kimse SUÇ benim HATA benim der mi KÖRKÜTÜK AŞIKLAR gibi?

- ÇÖZÜM nerede?
- Denizde düştü!
- Deniz nerede?
- İnek içti!
- İNEK nerede?
- Dağa kaçtı!
- Dağ nerede?
- Tısss tısss! Kem küm, kem küm!
- DAĞ nerede? DAĞ nerede?
- KAF DAĞI'nın ardında!
KAF DAĞI'nın ardında!

Bu konuşmalar böyle sürüp giderse uykumuzun gelmesinden korkarım. Gözlerimiz süzülür, uyuşur gideriz. Bu nedenle yeniden dahili ve harici gerçeklerin çarpışmaktan bir an bile geri durmadığı günümüze dönelim.

Rasim ÖZDENÖREN 'in Çok Sesli Bir Ölüm adlı öyküsünde sona doğru gidişin anlatıldığı cümleler günümüze nasıl da uymaktadır:
''Hava birden karardı, yağmur atıştırmaya başlamıştı. Çevrede sığınacak her hangi bir sığınacak yer yoktu. Uzaktan bir şimşek çaktı. Beygir birden bire huylanarak kişnemeye başladı. Başını geriye doğru itince, yular Kamber'in elinden boşandı birden.''

Kamber ile o beygirin içinde bulunduğu durumda olduğu gibi: Şimşeklerin peşinden ''birdenbire sağanak halinde yağmaya'' başlayan ''yoğun yağmurun altında'' Kamber: Ne yapacağını, nereye gideceğini şaşırmış, orada, olduğu yerde, dönenip duruyordu.

Gelişmelere baktığımızda, yaşımız ve makamımız ne olur ise olsun, her birimiz birer Kamber değil miyiz? Nice kurak yıllardan sonra yağmaya başlamasını çok istediğimiz yağmurun Trakya'da birdenbire nasıl bir felâkete dönüşmeye başladığını hepimiz gördük. Neden böyle oluyor bizde? Çünkü bir bütün olarak öğüt demek olan toplumsal bilimler ile mühendislik bilimleri, ne yazık ki önü alınamayan büyük çıkarlara feda edilmiştir.

Yıllardan beri üstümüze üstümüze pek çok belirtileri ile gelmekte olan sağanaklar yüzünden hangimiz; ıslanmaya, üşümeye, hayıflanmaya, dertlenmeye, oradan oraya koşuşturmaya başlamadık?

Yine hangimiz at üstünde kendi kendine ''elinde olmadan'' söylenen Kamber gibi: Eyvah, eyvah ki eyvah, demiyoruz?
 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..