- Kategori
- Siyaset
İttihatçı çetenin Türk soykırımı

“İstasyonda bir kadın durmuş gelene geçene,
‘ -Benim Ahmed’imi gördünüz mü?’ diyor.
Hangi Ahmed’i, yüz bin Ahmed’in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak trenin gideceği yolun aksini, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:
‘- Bu tarafa gitmişti!' diyor.
O tarafa, Aden’e mi Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdad’a mı?
Ahmed’i buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen ona da soracaksın: 'Ahmed’imi gördün mü?'
Hayır hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü. (…)
Ahmed’i niçin harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek…
Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik.”
<ı>(Falih Rıfkı Atay – Zeytindağı- sayfa 108-109 /Pozitif Yayınları/2004)
Alıntıladığım metni yazan Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı’nda Güney cephesinde savaşan 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın (gazeteci Hasan Cemal’in dedesi) emir subayı olarak görev yapmıştır. Yukarıda anlattığı olaya bir istasyonda tanık olmuştur. 4. Ordu yenilmiş ve neredeyse tüm mevcudunu kaybetmiştir. Cemal Paşa ve Falih Rıfkı trenle İstanbul’a dönmektedirler. Ahmed’ini soran Anadolulu kadıncağızla bu sırada karşılaşırlar.
Evet İttihatçı çete 1914-1918 arasında yüz binlerce Ahmed’in canıyla kumar oynadı ve esasında onları cephede değil kumar masasında kaybetti. Kumarhanelerin adı, Sivastopol ve Odessa’ydı, Kanal cephesiydi, Galiçya’ydı, Yemen’di ve hepsinden acısı da Sarıkamış’tı.
İttihatçı çetenin lideri Enver, çocukça hayalleri olan beceriksiz bir asker, kötü bir subay, berbat bir stratejist ve rezil bir politikacıydı. Hastalık derecesinde kıskançtı. Hem özel hayatında prenses eşini aşırı derecede kıskanır hiçkimseye göstermez hem de askeri alanda kendisine rakip olacak subayları kıskanırdı. Zamanın başarılı subaylarından Mustafa Kemal’i göz önünden uzaklaştırmak için dahice (!) bir plan kurmuştu. Bir gün Mustafa Kemal’i makamına çağırtıp şöyle bir teklif sunmuştu. “Size kutsal bir görev veriyorum. Buradan yola çıkıp İran üzerinden Afganistan ve Hindistan’a gideceksiniz. Oradaki Müslümanlar Büyük Cihad’a katılmak için sizi bekliyor olacaklar. Size onlara komuta etme görevi veriyorum." Mustafa Kemal, bunun üzerine sorar: “Peki bu görevi hangi orduyla yapacağım?” Enver Paşa, “İran sınırında bir alayımız var, o alayın komutanlığını teslim alıp onunla gideceksiniz.” Mustafa Kemal, “Efendim, madem ben ordumu yolda düzüp gideceğim, İran’daki alaya ne gerek var? Hemen şimdi buradan tek başıma yola çıkayım fethede fethede ta Hindistan’a kadar giderim!” cevabını verir ve teklifi reddeder.
Bu Enver Paşa, çevresindeki dar bir klikle birlikte hareket edip Karadeniz’deki Rus limanlarını durup dururken bombalatan ve Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokan adamdır. Enver, Osmanlı’nın savaşa girmesini çevresine “müjde, bir çocuğumuz oldu!” diye haber verir. Limanların bombalanması üzerine Rusya da Osmanlı’ya harp ilan edip Kafkas cephesinden saldırır. Hasan İzzet Paşa yönetimindeki Osmanlı 3. Ordusu Rusları Ağrı çevresinde durdurur. Enver Paşa 3. Orduya kumanda etmek üzere Erzurum’a gider. Hemen Ruslara saldırılması emrini verir. Yılın en soğuk günleridir (Aralık 1914), öteki komutanlar bu hava şartlarında bir harekâtın bir faciaya dönüşebileceğini söyleyip karşı çıkarlar. Bazı birlikler Yemen cephesinden getirilmiştir. Askerlerin üzerinde yazlık üniformaları vardır. Çoğunun ayağında çarık bile yoktur. Kışlık elbise, ayakkabı falan bir yana, çoğunun tüfeği, mermisi bile yoktur. Enver, buna rağmen harekât emri verir (22 Aralık 1914). Sıcaklık eksi 39 derecedir, yerde bir metre kar vardır. Gündüz saatlerinde yürümeye başlayan askerler gece bastırınca donmaya başlar. Zavallılar donmamak için yerlerinde hoplayıp zıplamakta, kendilerini yerlere atmaktadırlar. Ancak gecenin sonunda kimi yere çömelmiş, kimileri birbirine sarılmış, kimi bir ağaca yaslanmış, kimi diz çöküp o şekilde buzdan heykellere dönüşerek donup kalmışlardır.
Enver bu sonuca rağmen hayatta kalan askerlerin saldırıya devam etmesi emrini verir, emre karşı gelenlerin vurulacağını söyleyip örnek olarak 50 askeri kurşuna dizdirir. İlerlemeye çalışan askerler Ruslara tek bir kurşun dahi atamadan Sarıkamış Dağlarında donarak ölür. Sonunda Ordudan geriye bir şey kalmamıştır. Albay Hafız Hakkı, Enver’e şu bilgiyi verir: "Bitti Paşam, ordumuzun kısm-ı küllisi mahvoldu" (1 Ocak 1915). Enver, Albay Hafız Hakkı’yı “Paşa” yapıp Ordu komutanlığına tayin edip İstanbul’a döner. Hafız Hakkı Paşa birkaç gün sonra geri çekilme emri verir ve Sarıkamış Harekâtı sona erer. Ordu kaynaklarına göre 90 bin asker donarak ölmüştür (sonradan rakam nedense 60 bine indirildi).
Enver İstanbul’a döndüğünde ilk iş olarak Cercle d’Orient kulübünde verilen ziyafete katılır. Genelkurmay Karargâhı bir zafer bildirisi yayınlar: “Ordumuz Sarıkamış’a kadar ilerleyerek kesin başarı kazanmıştır.” (!!!)
Arkasından basına ağır bir sansür uygulanır. Gazetelerde Sarıkamış’ta yaşanan faciaya ilişkin bir tek fotoğraf, tek satır haber yayımlanmaz. Enver, sonraki günlerde bir sohbet sırasında Sarıkamış Harekâtındaki kayıplardan söz eden bir subayı şöyle susturur: “Bunlar nasıl olsa bir gün ölmeyecek miydi?”
Yüz binden fazla askeri hiçbir sonuç alınamayacağını bile bile ölüme göndermenin adı nedir? Bence bu açıkça bir soykırımdır. Burada "soykırım"ı hukuksal anlamdaki teknik terim olarak kullanmıyorum. Bu da kendine özgü bir soykırım çeşidi işte... Siz isterseniz "ahmaklıkla vahşi bir gaddarlığın birleşimi" de diyebilirsiniz.
Zavallı Anadolu halkı ne yapsın; ancak ağıt yakabilir:
<ı>“Sarıkamış Altınbulak
Soğanlı'yı nerden bilek
Bizim uşak göycek gezer
Ağca zıbın kara yelek
Yüzbaşılar binbaşılar
Tabur taburu karşılar
Bir kar yağar ince ince
Yatan şehitler ışılar
<ı>Gözünü sevdiğim eşe
Tekerin dayandı taşa
Seferberliği durdur
Elin öpem Enver Paşa”
<ı>
Bu ağıdı yıllar sonra Ruhi Su seslendirir. Ruhi Su, anne babasını 1915 tehcirinde kaybetmiş yetim bir Ermeni çocuğudur. Bu gerçeği de ancak hayatının son yıllarında açıklayabilir. Ağıttaki "Altınbulak" Erzurum'da eskiden Ermenilerin yaşadığı bir köyün adıdır. Göç eden Ermeniler altınlarını toprağa gömmüşler, sonra o köye yerleşen Türk köylüleri o gömüleri bulmuştur. Adı oradan gelir.
İttihatçı çetenin Türk askerine uyguladığı “soykırım” Sarıkamış’la sınırlı kalmaz. Sırf Almanları İngilizler karşısında rahatlatmak için İngilizlere karşı Mısır’a Kanal seferi düzenler. Orada da tıpkı Sarıkamış gibi hiçbir başarı olasılığı yoktur. Binlerce asker boşu boşuna ölür. Sina Çölü'nde açık alanda savunmasız durumdaki Osmanlı askeri İngiliz uçaklarının bombardımanı altında can verir. Aynı şey Galiçya cephesinde tekrarlanmıştır. Yine Enver, savaştaki Müttefikimiz Almanlar'ın hiç isteği olmamasına rağmen Galiçya bölgesine Türk askerini göndermeyi teklif eder. Almanlar önce bu isteği tuhaf bulmasına rağmen sonra taze kuvvete ihtiyaç duyunca kabul ederler. 22 Temmuz 1916'da yola çıkan birlikler yine ağır kış şartlarında Ruslarla savaşır ve burada da 15 bin civarında Türk askeri hayatını kaybeder.
İttihatçı çetenin 1915 Tehcirinde Ermenilere uyguladığı zulmün hukuki adı tartışılabilir ama en azından emri altındaki Türk askerine uyguladığı bir soykırım vardır. Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı'ndaki sadece asker zayiatı yaklaşık bir milyon kişidir. Kendi soyundan, kendi dininden askerlere bunu yapan İtthatçı çete zihniyeti Ermenilere neler yapmaz? Hele bir de o Ermenilerin bazı basiretsiz mensupları bazı eylemleriyle İttihatçılara gerekçe yaratmışsa...
Bugün “Ermeniler de bize katliam yapmıştı, bizim onlara yaptığımız az bile” diyen cahillerin, özür diliyorum kampanyasına imza atanlara “onursuz” diye küfreden onursuzların, “Ahmedler”i, o dönemde bu şekilde cephelerde, kumar masalarında harcayan kendileri gibi onursuzlara bir tek lafı olacak mı acaba? Yoksa buna da, "Osmanlı/Türk askerleri Sarıkamış'ta turistik geziye ve kayak yapmaya çıkmıştı, çok içip sarhoş oldukları için karda sızıp kaldılar, orada ööylece dondular" diye dahice bir izah yolu mu bulacaklar?
Tam da Sarıkamış Harekâtı/”soykırımı”nın 94. yıldönümünü yaşadığımız bugünlerde...
Bekliyorum.
..........
Not: Sarıkamış Harekatı konusunda biraz daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler 21 Aralık 2008 tarihli Taraf gazetesinde tarihçi Ayşe Hür'ün makalesine bakabilirler. Bazı bölümlerde o makaleden yararlandım.