Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '22

 
Kategori
Blog
 

İyi Ki Yazıyoruz!

Her düşünen adam bir yazar mı? Yani yazmanın yolu düşünceden mi geçiyor? Bir maruzatım var deyince mi başlıyor her şey? Mesela siz yazmaya ne zaman başladınız? Bir şiir mi? Bir mısra mı? Belki de kıta… Genelde insan aşık olmak istediği sevgilisine daha epey genç yaşta yazıp çağırmaz mı o hormonları ile hissettiği çapraşık duyguları? O duygulara romantik bir sos hazırlamaz mı?

“Senin gibi bir sen nerede bulurum ben?”

Oysa sen daha hiç var olmamıştır; var olmasını talep ediyoruzdur. Gerçi ben kimdir; o hiç belli değil… Uzaktan bakışlar, göz süzmeler, gözleri kaçırmalar bir aşk bağlantısı yaratmaz mı? Hissettiğin o koca tamlık hissi, boşlukta uçuşan atomlardan ibaret değil midir?

Ben yazmaya ilk defa şarkı besteleyerek başlamıştım. Sanırım İlhan İrem’den etkilenerek yazmıştım; gerçi İlhan İrem’den nasıl İngilizce etkilendiysem, o da tartışılır:

You are the one such never seen/ Sen görülmemiş birisin

You are the one whom in love I have been/Sen aşık olduğum kişisin

You are the one such never  touched/Sen el değmemiş birisin

You are the who I really love/ Sen sevdiğim kişisin

14 yaşın masumiyetiyle gelecekteki sevgiliye bir önerme şeklinde yazılmış bir şarkı bu; aşık olma hali serhoşluğu ile yazıldığı kesin, yani özcesi aşıkmış gibi hissederek yazılmış… Oysa bu duyguları varlığı ile dolduracak birini arıyorum o zamanlar; bulabilirsem şayet?! Evrene çağrılarda bulunuyorum çeşitli vesilelerle.

Şimdiye gelene değin o kadar uzun yollar tepip o kadar çok şey yazdım ki bazen o yazıları yazan kişi ben miydim diye çok merak ediyorum. Yukarıdaki mısraları yazan kişinin artık ben ile bir bağlantısı kaldı mı acaba? Onun gerçek duygularını hatırlıyor muyum? Pek emin değilim…

Dün konferansta Beşir Ayvazoğlu’na kendisinin keşke demesi üzerine “Niye Tolstoy eserlerini bugün yeniden okuyup o farklı lezzeti tatmıyorsunuz?”u önerirken olduğum kişinin yeni hali sanki küstah bir sesmiş gibi algılanmış olabilir diye de endişe etmedim değil. Oysa son derece masumeydi düşüncem. Galiba eskisi kadar masum bir insan olamayacağım bundan sonra. Çenemi durduramıyorum artık; bildiklerimi paylaşmak istiyorum. Çünkü bildiklerim olduğum kişiyi oluşturuyor.  Ve ben var olan birisi olarak varlığımı hissettirmek niyetindeyim. Ve bu beyhude bir beis değil; var olma meselesi. Evet, Beşir Bey ünlü bir yazar ve sanat adamı ama ben de öyle ya da böyle Anıl Yiğit’im. Hayata dair biriktirdiğim birçok düşüncem/kanım var ve mukayese etmek istiyorum bunları uzmanları ile. Bana “Yazmak konusunda gecikmişsin” dedi. Bu zamana kadar yazdıklarım neydi o zaman? Yani yayımlanmamış her bir yazı bir hiçliği mi temsil ediyor insanların gözünde? Belki de tavsiyemin karşılığında hak etmiş olduğum bir ödüldü/ nükteydi kim bilir! Bir de roman bir biçem olarak nedir diye sordum: Romanın zamanın ruhuna uygun olarak evrimleştiğinden bahsetti. “Karakter bu çağdan ve derinlikli olmalı” dedi. Bence güzel ve doğru şeyler söyledi:  Basit anlamda bir roman biçeminin de kalmadığını özellikle belirtti. Ben en çok, karşımdaki sofistike beyine hayran oldum: 1953 doğumlu ama son derece genç, diri ve iddialı; aldığı yaşların damlası değmemiş. Sağ cenaptan oluşu beynine sıçramamış, tam tersine tasavvuf beynini sonsuza dek açmış. Karşımda mutlu bir insan vardı ve ben bayıldım bu kişiliğe…

Uzun lafın kısası olarak; geçmişte yazdıklarımız artık ne kadar biz, belli değil. Yazıyoruz çünkü yazmak bir iletişim biçemimiz. Yazıyoruz çünkü seviyoruz. Yazıyoruz çünkü varız! İyi ki yazıyoruz…

 

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..