- Kategori
- İnançlar
Kader ve düzenin işleyişi
Yıllar içinde Allah'ın indirdiği Kuran gerek kitabı, gerek anlam olarak müslümanların yaşamından uzaklaştırılmıştır. Uzaklaştırılmakla da kalmamış ona ortaklar getirilmiş ve anlamlarında da kaymalara sebep olunmuştur. Rasulullah döneminde parıl parıl parlayan , yürekleri aydınlatan vahyin yıldızı maalesef ona sırtımızı dönmemiz sebebiyle görülemez olmuştur. Işık kaynağına sırtını dönersen gölge ve karanlıklar da önüne düşer.
Şu an tarih yazan, önder ve örnek olması gereken müslümanlar hayat sahnesinden çekilmiş gözükmektedirler. Kendini müslüman olarak adlandıran insanların gerçekte böyle olup olmadıkları yaşadıkları ve çevrelerine yaşattıkları ile de açıkça ortadadır. İslamın ve müslümanların olmayışından dolayı bir buhran dönemi yaşanmaktadır. Zira o yoksa meydan meleklerin dediği gibi "kan dökmekte olan " birilerine kalacaktır. Müslümanın olmayışı veya güçsüz kalmış olması dengeleri bozmaktadır.
Muhammed İkbal, günümüzde yaşayan müslümanların ıslahı için öncelikle onların düşüncelerinin ıslahını savunur. Müslümanların düşünce yapısı kirletilmiştir ve müslümanlar bu kirliliğin farkında değillerdir. Bu kirliliğin bir çok sebebi vardır. Bu sebeplerden birkaç tanesini söylemek gerekirse şunlar sıralanabilir: Kader düşüncesi, tevhide şirk bulaşması, tasallutçu saltanat nizamı, batının körü körüne taklit edilmesi vb.
Bu ıslahat hareketinin ümit edilen neticeler vermesi için ilk şart Kuran'ın dinamik dünya görüşüne dönmek ve oradan alınan dinamik ruhla hareket etmektir. Kuran'ın uluhiyet, alem, insan ve toplum anlayışı dinamik bir yapıyı temsil eder. Dinamik olmalı, statik olmamalıyız. Pozitif olmalı, negatif olmamalıyız. Yani savunmacı değil üretken olmalıyız. HEM AKLA HEM KALBE SAHİP OLMALIYIZ.
Tevhid akidesi bu dinamik yapının omurgasıdır. Allah tektir.O doğmamış ve doğurmamıştır. Kuran'da Alah için "nur" ya da "ışık" denmesi ona bir mekan izafe etmek için değil varlığına ve gerçekliğine işaret etmek içindir. O vardır ve " ben" demeye de hakkı vardır. Bizim yaratıcımızdır ve varlık sebebimizdir. Onun kendine özgü ferdiyeti, yetkinliği ve kendine özgü bilgisi vardır.
Biz dışımızda kalan bir nesneyi bir başka varlık olarak alır ve onu öylece bilgi objesi olarak kabul ederiz. Fakat böyle bir şeyi Allah'a atfedemeyiz. Kendi bilgisi dışında kalan başka varlık olmadığına göre Allah aleme dışarıdan bakarak bilgi sahibi olmaz. Diğer bir değişle Allah bütün var olanları özünde bilir. Eğer Allah her şeyi biliyorsa "yenilik" ve "orjinallik" vasfına haiz süreç nasıl izah edilecek? Başka bir deyişle islam düşünce tarihinde "kaza ve kader" olarak bilinen bu problem nasıl çözülecek?
İlahi hayatta düşünme ile yapma, bilme fiili ile yaratma fiili özdeştir. İnsan bu fiili ne kavrayabilir, ne de tam izah edebilir. Kendi objesini yaratıcısı olan bilgi çeşidini ifade edecek bir kelimeye de sahip değiliz.
Fakat Kuran'dan ve vahiyden öğrendiğimiz şeylerde var. Buna göre, "Allah'ın ilmi konusunda kapalı evren fikrine, önceden tespit ve tayin olunmuş gelecek fikrine dolayısıyla da determinizm ve kadercilik anlayışına karşı çıkmalıyız. Çünkü bu inançlar Allah'ı olmuş bitmiş bir yapıyı izleyen bir varlık konumuna düşürmektedir. Gelecek organik bir bütün olarak elbette ilahi hayatta mevcuttur. Fakat Allah geleceği belirlenmiş bir olaylar düzeni olarak değil açık bir imkan olarak bilir. İlahi ilmi, pasif külli bir ilim olarak düşünerek yaratıcıya varamayız. Mesela tarihi önceden tespit edilmiş olaylar zincirinin üst üste ortaya çıkan resimleri olarak düşünecek olursak yenilik ve değişiklik bütün anlamını yitirir. Bu durumda da yaratma kavramının bir anlamı olmaz. Öyleyse geleceği, ilahi ilim, hikmet ve kudretle çizilmekte olan bir hat şeklinde düşünmemiz gerekir. Çizilmiş, bitmiş ve tarihi seyri içinde örtüsü kalkan bir hat şeklinde değil.
Kısacası Allah geleceği tespit ve tayin edilmiş, çizilmiş bir plan olarak değil, ilahi ilim, kudret ve hikmetle daima çizilmekte olan bir imkanlar sahası şeklinde bilir. Varlığın sahneleyebileceği ne kadar ihtimal varsa hepsinin farkındadır. Bu da diğer benleri, benlikleri veya egoları önceden tahmin edilemeyen güçlerle donatılmış bir durumda düşünmemizi gerektirir. Bu durum, benliklerin veya insanların özgür iradeleri ile imtihan olabilmeleri için gereklidir. Bu Allah'ın kendi ilmine bir sınır koyması mıdır? Evet, koymasıdır. Ancak bu sınırı koyan, bu tercihi yapan dışarıdan biri değil yüce yaratıcının bizzat kendisidir. Bu da onun yaratıcı özelliğinden gelmektedir. Allah'ın kendi yaratıcı hürriyetini sınırlandırmasındaki gayesi fani ve geçici egoların(benlerin) kendi hayatlarında, güçlerinde ve hürriyetlerinde rol oynamalarını sağlamaktır.
Bu durum Allah'ın kudretini sınırlamak olmuyor mu? Buna şöyle cevap verilebilir. Allah isteseydi elbette kendi hürriyetine sınır koymayabilirdi. O zaman da Allah mutlak determinizmin hakim olduğu bir alem yaratmış olurdu. Fakat madem ki o başka benliklerin(egoların) bulunduğu bir alemi kendi hür iradesi ve hikmetiyle seçmiştir, söz konusu egolara sınırlı ölçüde de olsa hürriyet ve şahsi inisiyatif bahşetmesi onun yüceliğine neden halel getirsin? Allah ile alem arasında organik bir bağ vardır. Dolayısıyla alem Allah'ın karşısında duran bir muhalefet unsuru olmadığından orada olup bitenler de Allah'a sınır empoze etmiş olmaz. O halde sınırlama sözünden korkmanın bir anlamı da yoktur. Kuran soyut şeylerden hoşlanmaz her zaman gerçeğe bakar. Zira hangi faaliyet olursa olsun o bir çeşit sınırlama içerir. Örneğin, dört kollu bir insan tipi için iki kol bir sınırlama değil midir? İlahi kudrette ilahi bilgi ve hikmetin önemli bir rolü vardır. Allah sonsuz ve sınırsız kudretini kontrolsüz, dengesiz ve keyfi olarak kullanmaz.
KISACASI, alemin önceden düşünülerek yapılmış bir planın zamanla bilgili, bir şekilde işleyişi olduğu yolundaki görüşten Kuran'ın görüşüne ters, yabancı bir şey olamaz. Alem genişleme ve büyüme yeteneğine sahip olup, yüzyıllar önce yaratanın elinden çıkmış, üretimi tamamlanmış, şimdi de zamanın kendisine dokunmadığı kendisinin de bir hiç olduğu mekan içinde uzayıp giden ölü bir madde değildir. Zira " O her an yeni bir iştedir" (Rahman 29) "O yaratılışı dilediği kadar artırır." mealindeki ayetin işaret ettiği alemde sürekli değişen ve tamamlanmamış bir alemdir. Kainat sürekli büyüyen ve büyümesin de hiç bir sınır bulunmayan bir organizmadır. Allah ise benliklerin en yücesi yani mutlak egodur. Allah ile alem arasında sıkı bir bağ vardır. Alem Allahın davranışı, onun etkileridir. Bu sebeple Kuran "sünnetullah" tabirini kullanır. Zira alemi bilmek sünnetullahı bilmek olur.
MUHAMMET İKBAL' DEN ÖĞRENİLENLER