- Kategori
- Gelenekler
Kadın

Ne zaman bir grup kadın toplansa gelse bir araya ben dalarım uzaklara. Allar, morlar boyanır, takıp takıştırırlar. Bir eskimişliği gizlercesine. Kahkahalar birbirine dolanır, birden şen oluverir hava bir hüznü saklarcasına. Ne zaman bir grup kadın toplansa gelse bir araya, ben hikaye okurum. Dalarım uzaklara.
Hayatın kadınca yaşadığı bir tarafı vardır. Küçük şehirlerde daha bariz… Acının kadınca paylaşıldığı, sevincin kadınca, derdin kadınca çekildiği, acının kadınca unutulduğu, kadınca sindirilen, kadınca savaşılan, kadınca kazanılan, kadınca susulan, kadınca ağlanan, kadınca…
Düğün dernek olur tüm kadınlar toplanır bir araya. Çeyiz görmesi olur, kına gecesi olur… oynamak orda olur, gülmek orda, sökülmek orda, dökülmek orda. O kapının ardında sıkı sıkıya gizlenen dişilik kadın kadınayken inadına çıkarılır meydana. Montların, ceketlerin, gömleklerin hatta eşarpların, pardösülerin ardından bir ikinci insan çıkar. saçlar yapılır, şallar atılır omuzlardan dekolteler fırlar, en parlak en pahalı kumaşlar giyilir, yerden bir karış yukarı ‘ev gezmesi’ ayakkabıları çıkar çantalardan. Dirseklere kadar bilezikler, gerdanda parlayan altınlarla şıkır şıkır salınılır. Kahkahalar çınlar ortalıkta. Kim ne kadar parlasa, kim ne kadar oynasa o kadar hayırlı olmuş demektir düğün evine.
Ölüm olur, kayıp olur tüm kadınlar toplanır bir eve. Kapının önü karşı komşunun kapısına kadar ayakkabı dolar. Ağlamak orda olur, ağıt orda, feryat orda. Göz yaşları sel olur, diller lal olur. Eller dizlerde gözler yerlerde. Kim ne kadar harap etse kendini, dövünse o kadar üzülmüş, destek olmuş demektir ölü evine.
Doğum olur, asker olur kadınlar toplanır gelir bir araya. Eli kolu dolu gidilir görme evlerine. Kim ne yapmış, ne almış bir bir serilir gözler önüne. Kim ne kadar dolu gitmişse o kadar gözü aydın olmuştur sanki gidilen evin.
Ne zaman bir grup kadın toplansa gelse bir araya bizim oralarda, ben dalarım uzaklara. Kadınca yaşarlar hayatı, bir başka. Birinin karısı, birinin anası, birinin kızıdırlar. Hayatları boyunca hep layık olmaya çalıştıkları bir soyisim taşırlar, kollarındaki bilezikler gibi gururla. Evlenene kadar babalarının kızı, evlendikten sonra kocalarının karısı veyahut bilmen kimlerin gelinidirler. Hayatlarında taşıdıkları en kutsal sıfat birilerinin annesi olmaktır. Öyle geldiği için öyle gider nice şey hayatlarında. Öğrenmişlerdir, görmüşlerdir. ya susmayı bilmiş çoğu zaman ya da başka yollarla konuşmaya çalışmışlardır.
Ne zaman toplansa gelse o hanım teyzelerim bir araya, acaba şunun karısı, onun gelini, bunun kızı olmasalardı ne olurlardı nerde olurlardı diye.
Gözlerinde saklı hüznü düşünürüm, omuzlarındaki nice yükü, yüreklerindeki unutmaya yüz tutmuşları… sustuklarını, yuttuklarını… bir ölümle gözlerinden boşalan yaşları, bir düğünle bağırlarından kopan hasret dolu kahkahayı…
Sırf karnı doyduğu için, istediğinde kolunda bileziklerle gezmelere gidebildiği için, bugüne kadar çok şükür kendine el de kalkmadığı için, çocukları açta açıkta olmadığı için her gün kendisini aldattığını bildiği adamla aynı yatağa girmek zorunda olan A teyze, ekonomik özgürlüğü olsaydı, ‘kadın olsaydın da kocanı tutsaydın elinde’ deneceği bir baba ocağı olmasaydı yine de buna da şükür diyebilir miydi mesela diye düşünürüm.
İyi bir aileye gelin gitmiş olmanın yükünü yıllardır taşıyan, bu uğurda mesleğinden vazgeçen, kendiyle çelişen B teyzenin yolun yarısını bile aştığı yaşına gelmişken hala bile çocuk gibi bilmem kaç merciden izin alarak hareket ediyor olmasının, çocuklarını bilmem kimin torunu olarak büyütmek zorunda olmasının ve hala yaranamamasının, kendiyle çelişmesinin neye reva olduğunu düşünürüm.
Hiçbir zaman istemediği halde kocasının ailesinden birileriyle her gün aynı çatı altında barınan teyzenin neden yıllar yılı sustuğunu düşünürüm.
Kendi parasını kazanabildiği için nispeten daha özgür olan C teyzenin neden hala kocasından harçlık aldığını, maaşını her ay eşinin çalıştıran son derece çağdaş, demokratik kocasının eline saydığını ve hala altın gününe bile kocasının onayı olmadan niye giremediğini, vitrinde beğendiği elbise için niye illa bayramı beklediğini düşünürüm.
Kocası kahvelerde arkadaşlarıyla okeye dönen, istediği zaman gece gündüz dinlemeden evden pat diye çıkıp evinin önündeki, evi parası kadar son model arabaya binip giden D teyzenin arkadaşına kahve içmeye giderken bile neden izin alması gerektiğini düşünürüm.
Her şeyi düşünülüp dört dörtlük döşenmiş hali hazırda bir eve, tanınan sevilen bir ailenin gelini olarak, önceden belirlenmiş bir misyonla gelin giden E ablanın daha evliliklerinin ilk yazında kocasının arkadaşlarıyla tatile çıktığı, tatil köylerine gittiği zaman neden annesinin evine tatile geldiğini ve kocasının dönüp onu amcaoğlunun veya teyzekızının yanına, alışveriş yapıp birkaç da aile ziyaretinde bulunmaya İstanbul’a götürmesini beklediğini düşünürüm.
Anlattıklarım bir çoğunuza çok mu uzak geldi? Bunlar eskilerde ya da sadece küçük şehirlerde mi kaldı?
Bir çoğunuzun hayatın müşterekliğine inanan, son derece modern düşünceli, metropollü insanlar mısınız?
Eğer böyle olduğunu içinden geçirenleriniz varsa bir de şöyle düşünün.
Eşinizin de sizin de çalıştığınız, para kazandığınız, tüm gün işte dirsek çürütüp yorulduğunuz bir günde eve geldiğinizde yemek yapmanın sadece karınızı görevi olmadığını düşünün?
Haftada sadece bir gününüz varken geç kalkıp keyif yapmak için o gün karınız sizden erken kalkıp kahvaltıyı hazır etmediğini düşünün.
Ola ki bunlardan birini karınızın yerine yapıyorsanız ara sıra bunu ona lütfetmediğinizi, al bak daha ne istiyorsun yaptım demediğinizi ya da bu sebepten çok ayrı bir takdir, bir başka ödül beklemediğinizi düşünün.
Karınızın çocukların okuluyla, işte patronuyla, evde yemekle, temizlikle uğraşmaktan bıktığını biraz yalnız kalmak istediğini düşünün. Tek başına bir seyahate çıkmak istediğini düşünün. Ya da mesela yazmak isteyeceğini, geceleri ilham geldiğini pat diye yataktan çıkıp gittiğini, bütün gün yazmak, okumak isteyip hem evde olup hem de hiçbir şey yapmak istemediğini düşünün.
Karınızın sizden çok para kazandığını, işinde de sizden daha başarılı olduğunu düşünün.
Sizden daha çok okuduğunu, daha çok bildiğini ve zaman zaman onun gölgesinde kaldığınızda ‘işte benim kadınım, benim seçtiği kadın’ diye yapay bir gurur yerine gerçekten onun adına mutlu olabildiğinizi düşünün.
Onun da sizin gibi sizle evlenene kadar nice fındıklar kırdığını düşünün.
Yıllarca siz öğrencilik hayatı yaşarken evlenmeyi düşündüğünüz insanın da sizinle aynı dönemlerden geçtiğini ama evlenip de şöyle yemeklerinizi, temizliğinizi yapacak hem akıllı hem güzel hem çalışkan hem başarılı bir eş hayallerinize karşın onun da başka beklentileri olduğunu düşünün.
Düşünün düşünün… lütfen kızmayın bana, küfretmeyin, daha neler demeyin düşünün!
İşin içinden çıkamadığınızda ama erkek başka kadın başka demeyerek düşünün.
Zor değil mi?
Bu hayatın kadınca yaşanan bir tarafı vardır. Kadının allarının morlarının ardına gizlediği, sustuklarının ardına sakladığı, kahkahalarıyla kapattığı, inadına başardığı, gözlerinin içine sakladığı, yüreğine ektiği, üzerini örttüğü bir başka dünyası vardır. Bir şeylere rağmen yaşanır o dünyada o hayat. Kadının güçlü bilekleri, dimdik omuzları değil, savaşmak için yürekleri vardır. Dünyayı yürekleriyle algılarlar, onların yüreklerinin sevgisiyle döner devran. Erkeklerin aklıyla mücadele eder çoğu zaman. Yüreklerini korumak için kalkanları, zırhları, bir de o zırhların ardına gizlemek zorunda oldukları vardır. Bir kendileri, bir etrafındakiler, bir olmak zorunda oldukları, bir de olmak isteyip de olamadıkları vardır. Her neye sahip olursa olsunlar ödedikleri ekstra bir bedel vardır. Hep daha fazla fedakârlık vardır.
Kadın…
Dünyanın yükünü taşır kelebek omuzlarında
Onun omzunu yüreğine biçmiştir Yaradan
Hem korunmaya muhtaç, hem hep tek başına güçlü
En büyük zaafların karşısındaki en büyük irade olarak kadın!
Hep anlamaktan anlaşılmaz
Anlaşılmamaktan yalnız
Anlamaya çalışmaktan yorgun
Anlamak zorunda olmaktan mağdur
Bir başka yaşar kadın.