- Kategori
- Psikoloji
Kadının bağımsızlık korkusu
Kendimizden bile habersiz, "bağımlılığı " gizli bir hastalık gibi taşır dururuz hayatımız boyunca...
Beyaz atlı prensler yok artık.
Mağara adamı şimdi daha küçük ve daha zayıf…
Erkekler bizden daha güçlü, daha zeki veya daha cesur değil.
Ama daha tecrübeli.
Doğduğu andan itibaren “bağımlı cins” olarak yetiştirilip, şartlandırılır kadın cinsi.
İlk bebeklik yıllarından başlar, kaygılı annelerin ;küçük kızlarına risklerden kaçınma öğütleri. Kısıtlı ve aşırı korumacı davranışları ile olumsuz model örneklemeleri. Ve böylece istemeden de olsa, çocuğun korkuyla nasıl başa çıkacağını öğrenmesini engeller kaygılı ve aşırı korumacı anneler.
Okul yıllarında da devam eden bu korkudan kaçış, güdü öldürücü güç olarak karşısına çıkar ve özgüven geliştirmesine engel olur küçük kızın. Genç kızlık döneminde sürekli olarak yeteneklerini küçümser, gerçek performanslarına olduğundan daha az değer biçer. Denemeye, riske girmeye korkar.
Bilir ki, ağladığı zaman derhal yardımına koşan birileri vardır en yakınlarında..
Kendini beceriksiz hissettikçe en yakın BAŞKASINA koşup, sevgi arar. Desteğe, onaylanmaya ihtiyaç duyar sürekli. Sorunlarının çözümü konusunda erişkinlere bağımlı olmaya , yaşamak için korunmaları gerektiğine inanmakla devam eder ergenliği.
Oysa ki bağımsızlık, işini kendi başına başarabileceğini, kendi yeteneklerine, kendi yargılarına güvenebileceğini öğrenmesinden geçer. Ve psikologlara göre, bağımsızlığın ya da bağımlılığın temeli , çocuk altı yaşına gelmeden atılmıştır çoktan…
Ölümüne diyet(anoreksiya) yapar ergenlik döneminde çoğu genç kızlar. Sahip olduğu tek bağımsızlık kendi bedenini kontrol altına alabilmektir çünkü. Ve bu rejimi uygulayanların yüzde onunun sonu ölümdür.
Şoförlük korkusu geliştirir mesela. Trafik çok tehlikelidir, başetmeye ve o karmakarışık mekanizmalı arabayı sürmeye cesareti yoktur ! Bahanesi hazırdır : Erkek şöförler korkunç !.
Ölesiye korkar bağımsızlıkdan. Bağımsızlık fırsatı karşısına çıktığında, köksüzlük duygusu hisseder, başı döner, bir türlü dengesini bulamaz. Psikologlar, Vertigo şikayetlerinin kaynağında kadının bağımsızlık korkusunun yattığını , ifade etmekteler.
Başkalarından hatta kendimizden bile habersiz bağımlılığı gizli bir hastalık gibi taşır dururuz hayatımız boyunca peşimiz sıra oradan oraya. Bebekliğimizden okullarımıza, ergenliğimizden, evliliklerimize, iş ve meslek yaşamlarımıza…
Dikkatimi çekmez; çünkü, bize/kadına yüklenen , beklenen rol budur . Bizi sakatlamasına rağmen sorgulama gereği duymayız.
Ergenlik dönemlerimizde beyaz atlı prenslerimiz babalarımızdır. O otoriter ve güçlüdür. Saçlarını süpürge eden annelerimiz ise zayıf ve korunulası modellerdir çoğu kez. İçten içe beğenmeyiz onları, burun kıvırırız , yetişkinlik dönemimizin tıpatıp modeli olacağını bilmezden geliriz o zamanlar…
Ve bağımlı cins olarak yetişen kızlar, beyaz atlı prenslerini bulduklarını sanarak ve kurtulma arzusu içinde evliliğe ilk adımlarını atarlar.
Ya KÖR BİR ADANIŞLA, ya da eleştirel ve korumacı tavırlarla…
Bir gemiye yapışan kabuklu midyeler gibi geçer yıllar. Büyük ve ince hesaplar içinde, oyunu kuralına göre oynamak çabasıyla…Adeta felç olmuş gibi….
Evlilik kurumu bu şekli ile, bir çok kadın için bağımsızlıktan kaçış yoludur. Üstelik toplumun onayı ile mühürlenen bir kaçış yolu. Bir statüdür. Kocasının adı ile var olduğunu, saygı gördüğünü, onaylandığını sandığı…
Asalakça ve bağımlı bir varoluş yoludur , bu yol.
Şiddete uğradığı zamanlarda dahi, “ Öğrenilmiş çaresizlikler “ içinde kendinden vazgeçer. Hiçbir kontrolünün olmadığına inandığı bir ortam sürüp gittikçe, tepki vermekten bile vazgeçer dayak yiyen kadın.
“Öldürücü bir dansla birbirine kenetlenmiş ve sürekli kendini tekrarlayan iki renksiz figür “ gibi kaynaşır erkekle kadın bu kör adanışta…
Dünyada büyük olmanın yolu; birisi için büyük olmaktır ! Öyleyse koca kadın için büyük , yüce ve güçlü olmalıdır ! Kadın asalakça bir bağımlılıkla gerektiği kadar küçük gözükerek bu yüceliği destekler ki , büyük olduğuna inanan için vazgeçilmez olsun !
Ne kadar kendinden vazgeçip, evine, mutfağına, çocuklarına, kocasına kendini adarsa o kadar iyi kadındır, iyi eştir, iyi annedir; aldatmacaları içinde geçen yıllar.
Bir başkası ile asalakça kaynaşma arzusunun köklerinin “ annenin karnına tekrar dönme arzusunda yattığının farkında bile değildir, Çünkü O, öğretilmiş bağımlı cinstir…
Çocukların büyümesi ve yuvadan ayrılışları ; kadının dilsiz esaretine inen bir şamar gibidir .
Şimdi ne olacaktır?
İşlevsiz , boş bir patates çuvalı gibi hisseder kendini adeta o anda.
Beyaz atlı prensi ise çoktan şişko, göbekli bir kral olmuş, üstelik hayatın içine dalarak, arayı açmıştır.
Evlilik kurumu , bu şekli ile kadının kişiliğini güçlendiren değil, tersine zayıflatan bir kurumdur.
Kadın cinsi, erkek egemen kurallara karşı koyup, kendi savaşımını vermedikçe, kendi görüşlerini geliştiren, yaşamın her alanına dair eşit ve özgün bir kişisel bakış açısı geliştirmedikçe, kendine özel alanlar yaratmadıkça, evlilik kurumu da , kadının kendisi de enkaza dönmeye mahkumdur.
Erkekler kadından daha zeki, daha güçlü, daha cesur değil elbette.
Sadece daha deneyimli…
Öyleyse , bir yerlerden başlamalı...