Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

28 Mart '11

 
Kategori
Güncel
 

Kağıttan kaplan kağıttan korkar

28 Şubat sürecinin karanlık ve soğuk günleriydi. Ekranlarda Çevik Bir, Erol Özkasnak’ın açıklamaları, sokaklarda kuaförlerde sarışınlaşmış mavi gözlü cumhuriyet kadınlarının cırtlak ”Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları yükseliyordu.
Müslüm Gündüz’ün seks hayatını, Fadime Şahin’in masumiyet kokan gözyaşlarını ve Şeyh Ali Kalkancı’nın kendinden menkul kerametlerini izliyorduk. 

Manşetler Genelkurmay İletişim Daire Başkanlığı tarafından tasarlanıyor merkez medyanın güçlü kalemleri bir avuç modern darbecinin kucağında ısmarlama yazılar yazıyorlardı. 

Türkiye’nin en büyük ekonomi birliktelikleri TOBB ve TÜSİAD, siyasal iktidarı zor durumda bırakacak açıklamalar yaparak kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlardı.
Türkiye için kötü günlerdi. Türkiye demokrasisi bu süreçte büyük yara aldı. Ekonomideki yanlış kararlar 2001 krizine zemin hazırladı. Ülkemiz siyasal ve ekonomik olarak çok zor günler geçirdi. 

Ama zorlukların hiçbiri kendini cumhuriyetin sahibi dolayısıyla efendisi sayan “devletçi-seçkincileri” rahatsız etmedi. Bu kesimin hafızasında kurgulanan sahte gerçeklikler somut yaşantılardan önce geliyordu. 

Devletin ve rejimin bekçisi her zaman cumhuriyetimizin yanındaydı. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi cumhuriyetin tehlikede hissedildiği durumlarda hemen müdahale edilmiş “Atatürk’ ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, fikrî ve fizikî haince saldırılar” karşısında Silahlı Kuvvetlerimizin gayretiyle korunmuştu. 

Şimdi yine cumhuriyet rejiminin tehlikede olduğu günleri yaşıyorduk. Ordumuz yine fakat bu defa farklı bir yöntemle müdahale ederek cumhuriyetimizi yakın ve uzak tehlikelerden korudu. 

Bu kez hainler, dindarlardı. 28 Şubat’ın aktörleri Türkiye’nin dindar-muhafazakar unsurlarını siyasal-kültürel ve ekonomik alanda zayıflatacak her türlü girişimi başlattılar. 

Bu alandaki en büyük malzemeyi de medyadan aldılar. Toplumu ikna etmenin etkili aracı olarak gazete ve televizyonları kullandılar. 

Merkez medyada kimsenin itiraz etmediği bu uygulamalara cesur bir kadın, yürekli bir siyaset bilimci olan yazar Nuray Mert karşı çıktı. 

Bugün muhafazakar-demokratların karşı çıktığı Nuray Mert, 28 Şubat’ın o en karanlık günlerinde gür sesiyle bazı öğrencilerin Cuma namazına gitmesi için yasal düzenlemelerin yapılmasını, hep Robert Koleji’nden gelenlere değil imam-hatip liselerinden gelenlere de insan gibi davranılmasını, başörtülü öğretmen de hakim de olabileceğini çekinmeden dillendiriyordu. 

Doğal olarak güç sahiplerinin öfkesini çekiyordu. Çeşitli baskı yöntemleriyle üzerine gittiler. Umursamadı. Bildiğini okumaya devam etti. 

Bugün Nuray Mert yine güç sahiplerinin öfkesini üzerine çekiyor. Yine umursamıyor yine bildiğini okuyor. 

Nuray Mert ne mi diyor? Bir “polis demokrasisine” doğru gittiğimizi söylüyor. “Sivil darbe” ile karşı karşıya bulunduğumuzu belirtiyor. 

Haksız mı peki? Muhalif diyebileceğimiz yazarların gazetelerdeki yazılarına son verildiği, manşetlere müdahale edildiğinin ayyuka çıktığı, basılmamış kitaplar için baskınların yapıldığı bir süreci yaşadığımız bu günlerde haksız olduğu söylenemez. 

Basılmamış bir kitap için savcılığın, emniyetin kopardığı gürültü hükümetin derin bir korkuya ya da o korkuyu üreten bir güce esirleştiğini gösteriyor. 

Tarih sayfaları kitaplara düşman kesilen yönetimlerin sonunun pek iç açıcı olmadığını gösteriyor. Yakılan, toplatılan kitapların ateşi ilk önce onu toplayanların yakanların ellerinde kalıyor. 

Uzak tarihe ve farklı toplumlara gitmeye gerek yok. Kazım Karabekir’in, Rıza Nur’un, Nâzım Hikmet’in, Mahmut Makal’ın kitaplarını yok etmeye çalışan cumhuriyet idarecileri, Melih Cevdet Anday’ın, Arif Damar’ın, Şükran Kurdakul’un eserlerini yasaklatan DP yönetimi ve Bediüzzaman’ın eserlerini yasaklayan 27 Mayıs döneminin muktedirleri eser sahiplerini zamanında zor durumda bıraktılar ama etkilerini kırmaları mümkün olamadığı gibi bu etki genişledi. 

Yani koca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin varlığı bir kitabın kopyalarının yok edilmesine bağlanmış ya da kirli ilişkiler yumağı Ergenekon örgütünün aklanması o kitabın yayınlanmasıyla kolaylaşacaksa bırakın o kitabı hepimiz okuyalım. Buna hakkımız var çünkü. Sonuçta hükümetin varlığı bir kitabın yayınlamasıyla tehlikedeyse ve Ergenekon terör örgütünün aklanması bir kitapla olacaksa ne hükümet sağlam temellere sahiptir ne de Ergenekon örgütünün iddianamesi.
Yok eğer Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, yargısı ve emniyeti bir cemaatin korkularıyla hareket ediyorsa o zaman çok daha büyük bir sorunumuz var demektir. 

 
Toplam blog
: 36
: 476
Kayıt tarihi
: 26.03.11
 
 

Üniversite mezunuyum. Yerel bir gazetede çalışıyorum...

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara