- Kategori
- Kültür - Sanat
Kainatı okuyabilmek

Dünyaya içsel bakabilmek. Bunun için, sanki dünyaya yeni gelmiş gibi ve hiçbir şeyin bilgisi bende yokmuş gibi, hafızamı sıfırlar, bir bakıma ilk ben olsaydım diye düşünürüm. Bunu bazen çocuklarla bir oyun şekline sokar ve gözlemlerimi doğal yoldan yaparım. Hadi anlat bakalım tarzı bir oyundur bu. Eğer seslerimizi bilinçsiz, ölçüsüz bir şekilde kullansaydık, konuşabilir miydik. Konuşmayı bize ilk kim öğretti. Neden abuk sabuk sesler çıkarmıyoruz. İlk insan olmak gerçekten zor. Bilginin içine hazır doğuyoruz. Devamlı öğretenlerimiz var. Başarılı ya da başarısız. Konuşmak safhasında anlayabilmek önemlidir. İşte bu noktada, Kuran a eğilmemek elde değil..
Yontma taş devrinde kazılmış, secde eden insan figürlerini gören göz, bunun bir tanrıya kulluk eden insan olduğunu anlamazlıktan gelemez. Kaldı ki, çok sonraları Tanrının elçilerine kitap yolladığına inanmayıp, o zaman kalem kâğıt mı vardı, kim yazdı da ilk sahifeler indi diyenlere, bu yönden yanıt verebilmenizi öneririm.
Doğaya sevgiyle bakan göz, Papirüs üzerinde yazılı olmasa da, bir ağacın odunsu, soymuksu dizinlerinde, bir balığın derisinde, bir mermerin damarlarında, kâinatı okuyabilir. Bilhassa Kuranda ‘Allem el kalem’ geçer. Kalem zaten kelam dan doğar. Yine bazı ayetlerde, ‘ Ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep..’ lafızları geçer. Asırlar önce böyle araçlar olmasa, kelimesi de olmazdı. Ve ‘Ademe kelimeleri öğretti’ öğretilen bilgi, o şeyin varlığına ad olan şeylerdir…Bu Adem e ilk insana verilen…Daha kitaplar yok sandığımız ilk yaratılışta..Ve kalem gibi araçla ne olursa, kuru bir dalla da olsa insan, bir kuma bir şeyler çizmiştir, Bir taşı yontup , yine taşları kazımıştır, belki heykel şekline , belki bir resim yazı şekline gerek duymuştur. Bunlar hep insanın kemale ermesi içindir. Bir lütuftur. Bu bir üstün sıfattır Âdeme öğretilen. Şekil verme, ‘Müsavvir’ şekli anlatma, ifade, ‘Tasvir’ Bu halifelik görevidir. Âdeme verilen. ‘ Ben yeryüzünde halifelerimi yaratacağım ve siz ona razı olacaksınız’ diye meleklere sunulan insanoğlu, bilgiyi kendine değil başkalarına aktarmakla emrolunmuştur. Bu yüzden bilge kişiler, meydanlarda söylevler verirken, doğaya bakmasını bilmeyenlerce katledilmişler ya da deli sanılmışlar. Böyle olunca bilgi, sırlar ve problemler haline gelmiş, dile dökülemeyince usta kişilerce eserlerinde ya bir heykel de, ya bir portrede, kâinatın sırlarını tasvire giderek, insanları düşünceye davet etmişlerdir. Bazıları, kâinatın sonsuzluğunu ifade etmek amaçlı, eserlerini bitirmeyip, bilhassa yarım bırakmışlar ve izleyene, onu tamamlama hakkını vererek, eleştiriye ve tüm deneylerde bilim adamlarının dikkate almadığı, bu yüzden de yanıldığı, göreceliğe dikkati çekmişlerdir. Ama ne yazık ki bu heykelleri menfaat uğruna put yapıp satma yoluna giden akılsız kişiler daha rağbet görmüşler, putperestliğin doğmasına neden olmuşlar
Ve Âdemoğlu; görevine başladı. Çiçeği anlatmak istedi, resmini yaptı. Nasıl mı aldı ilk kurbiyet bakımından Allaha en yakın, ölü sanılan taşı eline onu yonttu, heykel yaptı, yonttu kalem yaptı. Bulduğu yere kazıdı. Taş deyip geçmemeli, Bizlere göre cansızlar âleminin parçası olunca, her ölenin olacağı ve gideceği yere en yakındırlar, dolayısıyla Allaha. İkinci derecede taştan sonra bitkiler gelir. Bize göre onlara da pek canlı gözüyle bakılmaz. Dalından koparılırken, kesilirken, acıları bilinmez. Ama canlı türü deriz taş ise cansız bilinir ya. Bitkilerin Allaha biraz uzak olması, köklerini birazda olsa uzatabilip, dünya ve yaşama kaygısıyla beslenme isteğidir. Deriz ya bazen Dağlar taşlar şahidimdir. Ya da derdimi taşa döksem taş çatlardı. Bitkilerde hayat gailesi çekerler. Bu da menfaate ve nefsi kaygıları başlatır. Oysa taşlar sadece kendini yaratanın seyrine bırakmıştır. Ve biraz daha uzaklaşan hayvanlar sınıfı gelir. Çünkü artık onlar bitkilerden daha nefisleri hırsları fazlalaşmıştır. Oldukları yerde duramayıp diyar diyar av peşinde koşarlar. Tam da izin verilmese de, içgüdüleri nefsin daha azmış şeklidir. Ve insan ..bir lütufla da olsa en uzak ama sonra bir şekilde en yakın olabilme şansı verilen.Ve irade seçme verilen. Bir yere kadar.İşte bu bağlamda hayata bakarken, Söz ve bunun yazı haline geliş evresindeki en kutsal yetenek ve sıfatla karşılaşırız.. Tasvir etmek, bu ifadenin ta kendisidir. Ve Allahın isimlerinden biridir. ‘Müsavvir’ şekil veren , şekillendiren, tarif eden..İşte bu noktada ‘Sena’ sıfatı tezahür eder. Neyi tasvir edecek beğendiğini, güzeli, gördüğünü. Ya duygular? Bu noktada Şair Nazım Hikmetin, Abidin Dino ya ‘Sen duyguları resmedebilirimsin?’ sorusuna, ünlü ressamımız ne yanıt verdi bilemem. Ama bana sorsaydı yanıtlayabilirdim.
Tarihte , bu yeteneğinin bilincinde olan, görevini ‘Sanat ‘için yapan ünlü kişilere saygı duyuyorum..onların sanat anlayışı maddi kazanç değildi. Nam, ün, san, şöhret değildi. Onlar insan olma vasfını sıfatlara döndürüp, ifadelerin en canlı örneğini yansıttılar. Asırlardır bize haykıran o heykellere, Kuranda, ‘Size ibret için bırakılan o eserlere bakmazımsınız’ hitabına göre sanat eserlerini inceleyelim. Bir resim yazıda bize hitap eden çok şey göreceğiz. Gerçek sanatçı kişiler eserlerinde ölümsüzleşirken, o eserlerdeki gizemleri çözen yazarlara, bakan gözlere, ne mutlu.
Bakın, insan düşününce neler bulmuş; Paylaşmak üzere bir mecmuadan aynen alıntı yaptım.
İTALYAN ressam Leonardo da Vinci’nin en ünlü resmi Mona Lisa’nın sırrı çözüldü. Da Vinci’nin paha biçilmez başyapıtları üzerinde araştırmalar yürüten sanat eksperleri, ressamın ‘Mona Lisa’ ve ‘Bakire ve Çocuk’ tablolarından aynaya yansıyan gizemli yüzleri ve şekilleri keşfetti.
1452- 1519 yılları arasında yaşayan Da Vinci, 1490- 1495 yıllarında çalışmalarını ve çizimlerini aynada göründüğü gibi deftere kaydetme alışkanlığı geliştirdi. Bu şekilde kişisel düşünceleri sadece yansıma sırasında okunabiliyordu.
Mona Lisa üzerinde benzer tekniği kullanan sanat eksperleri, yaptıkları uygulama sonucunda gizli tuhaf şekilleri ortaya çıkardı. Yağlı boya ve gizemli güzelliğiyle dünyanın ilgi çekici tablosu olma özelliğini koruyan Mona Lisa’nın sanıldığı gibi yalnız olmadığı kanısına varan eksperiler, Mona Lisa tablosunda keşfedilen yüzün Yıldız Savaşları filminde kötü adam rolünde oynayan Darth Vader’a benzediğini açıkladı.
Eskpertler, Mona Lisa tablosundaki yüzün ressamın Saint Anne (Aziz Anne) ve The Virgin and Child (Bakire ve Çocuk) tablolarında da bulunduğunu; tablolardaki yüz ve şekillerin Tanrı ve korkuyu temsil ettiğini belirtiyor.
Yine aynı uygulama Da Vinci’nin en önemli eserlerinden biri olan ‘Last Supper’ (Son Akşam Yemeği) tablosunda denendi. Uygulama sonucunda ortaya çıkan İsa’nın ‘Kutsal Kâsesi’nin masaya devrilmiş görüntüsü, ‘John the Baptist’ adlı tabloda ise ağaç ve kadın görüntüsünün yer aldığı ortaya çıktı.
Not:Bu yazıyı yazmama neden olan, Değerli Blok kardeşim Sn.Okan Tınmaz Bey e Sonsuz teşekkürlerimi sunarken,
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=137291
Ressamın ötesindeki Da vinci adlı yazısını okumanızı öneririm.