- Kategori
- Basın Yayın / Medya
Kamuoyuna: Milliyet Blog yazarı Burçak Yazıcı hakkında bilgilendirme ve genel değerlendirme
.
Milliyet’in internet sayfalarında yazı yazan birisi var. Bu kişi, adının Burçak Yazıcı olduğunu iddia ediyor. Baştan anlaşalım, insanlar farklı isimle yazı yazma hakkına elbette sahiptir. Basın yayın camiası ve edebiyat dünyası bunun sayısız örneklerine şahit olmuştur çünkü.
Peki o zaman sorun ne?
Bir kere isminin Burçak Yazıcı olduğunu iddia eden kişi küçük yaşta olduğu zannını yaratarak övgüye mazhar olmaya çalışıyor.
Kısacası ‘vaay be şu kıza bak 13-14 yaşında ama kendisini nasıl da yetiştirmiş, ileri yaşlardaki çok donanımlı birisi gibi yazıyor’ şeklinde algı yaratıyor.
Tekrar söyleyeyim, yaşınızı, isminizi, mesleğinizi, kimliğinizi hepsini gizleyebilirsiniz. Ancak feleğin çemberinden geçmiş, ortalamanın çok üzerindeki bilgi birikimine ve yazma yeteneğine sahip yaşı ilerlemiş birisinin, sırf hayranlık uyandırmak için, yaşını çok küçük gösterip, insanların sempatisini ve şefkatini toplamaya yönelik girişimleri etik değildir.
Basında güven sloganıyla yola koyulmuş, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin de bu duruma zemin hazırlamasına sessiz kalmak hiç de hoş bir şey değildir.
Müstear isimle, mahlasla, lakapla yazmak hoş karşılanabilir ve hatta kişilerin bu tip isimlerle yazmak için haklı ve rasyonel sebepleri olabilir. Ancak yukarıda aktardığım tablo başka bir şeydir !
Ayrıca, Milliyet internet yazarı arkadaşların dikkatini bu yöne çekip, bu kadar aklı başında görmüş geçirmiş kişinin göz göre göre böyle bir şeye alet olmalarını engellemekse olması gerekendir.
Senelerdir bu sayfalarda yazan birisi olmama rağmen, bazen şahsıma yönelik minik sataşmaları bile ihmâl etmeme rağmen, varlığımdan belki de haberi bile olmayan birisini niçin bu kadar şiddetle eleştiriyorum?
Çünkü kamuoyu ve bizler bunu hak etmiyoruz.
Bir Burçak Yazıcı vardır, doğrudur. 14 yaşında ortaokul ya da lise talebesi de olabilir. Ancak yazıları yazan o değildir.
13-14 yaşında bir kızın bu olaydan etkilendiğini, psikolojisinin bozulduğunu, şevkinin kırıldığını ileri sürebilirsiniz.
İyi de bu gerçek dışı beyana aldanıp, kendileri de 13-14 yaşında olan binlerce evladımız, 'ben iki satır yazı yazamazken, böyle yazılar yazıp isminden bu kadar söz ettirebilen bir yaşıtım nasıl olabiliyor, o kadar da okuyorum, acaba ben de bir eksiklik mi var?' diye demoralize olur ve kendilerini yetersiz hissederlerse ne yapacağız?
Hem de binlercesi...
Bu işin aslı astarı zaten kendiliğinden de olsa, nesnel koşulların etkisiyle ortaya çıkacaktır. Milliyet internet sayfalarında ilk yazdığı tarih olan 13 Temmuz 2010 tarihinde güya 14 yaşını bile doldurmamış birisi var karşımızda.
Bak hele sen ?
Yani daha tam 14 yaşını bile doldurmamış 13 yaşında ama el attığı konulara baktığınızda dersiniz Türkiye’nin ve dünyanın CEO’ su.
Yahu bir çocuğu on yaşındayken üçüncü dünya ülkelerindeki gerilla kamplarına gönderseniz ve üç yıl orada teorik-pratik-ideolojik bir kültürel bombardımana maruz bıraksanız, o da yetmese üzerine yaz aylarında da bir kütüphanede yatıp kalksa, üç yılda kızımız Burçak Yazıcı’nın eriştiği bilgi düzeyine ulaşamaz.
İddia ve ispat ediyorum bu mümkün değildir.
Ama gel gör ki, 14 yaşındaki kızımız, Ilısu Barajı’nın yapımının durdurulması gerektiğinden, kıdem tazminatlarına, ‘dünyayı kurtarmak biz insanoğluna düşer’ gibi beylik sloganlardan, Filistin İsrail çatışmasına, ülkemizin doğusunda toprak reformu yapılması gerektiğinden, Türkiye’deki siyasal iktidarların emir aldığı yurt dışı merkezlere kadar bir çok konuda teorisyen düzeyinde bilgi sahibi maşallah.
Yahu bir kere hepimiz 10-11 yaşına kadar zaten çocuğuz. Yani Amerikan başkanı’nın çocuğu da olsak, genelkurmay başkanının çocuğu da olsak ve küçüklüğümüzden itibaren de ideolojik eğitimden geçirilmeye başlansak bile 10-11 yaşına kadar zaten çocuğuz.
Kızımız Burçak Yazıcı’yı ancak uzaylılar eğitmiş olmalı ki, 2 yıl içinde yani 11-13 yaş arasında bu donanıma ulaşmış olsun.
Bitmedi.
13 yaşında yazmaya başlayan kızımız Burçak Yazıcı’nın, muhtemelen uzaylılar tarafından eğitilmesi sonucu iki senede bu bilgi birikimine ulaşması birinci imkânsızlık durumudur.
İkinci imkânsızlık durumu ise, muhtemelen uzaylılar tarafından yetiştirilmesi sonucu iki senede ulaştığı bu bilgi birikimini yazıya dönüştürecek yeteneğe kavuşmuş olmasıdır. Çünkü yazmak apayrı bir sanattır.
Sadece, ilk yazısından bugüne on tane yazısına göz atarak bu sonuçlara ulaştım ki, çok dikkatli bir şekilde tetkik etsem kimbilir pazara çıkarılacak ne ipliklerini bulurum kızımız Burçak Yazıcı'nın.
Uzatmadan; gayriahlaki bulduğum şey, kişinin gerçek kimliğini gizlemesi değildir.
Gayriahlaki bulduğum şey; gizlenen gerçek kimliğin kitlelerle arasında hayranlık ya da hayret uyandıracak şekilde lanse edilmesidir. Bu sayede hak edilmeyen bir övgü, taraftar ve prim toplanmasıdır.
Sözgelimi aslında sapasağlam birisinin, bir trafik kazasında ellerini kaybettiğini söyleyip, klavyeyi ayak parmaklarıyla kullanarak yüzlerce yazı kaleme aldığını söylemesi ne derece doğruysa, yaşı hayli ilerlemiş birisinin de daha 13-14 yaşında minik bir kız öğrenci olduğunu söyleyip, yüzlerce makale kaleme aldığını ilân etmesi de böyle sevimsiz bir tutumdur.
Çünkü hak edilmeyen bir hayranlık, istihkakı olmayan bir takdir ve lüzumsuz bir hayret duygusu yaratılarak tüm okur yazar kitleyi yanıltma vardır.
Hülâsa, Milliyet’in 13 yaşında internette köşe yazarı olmuş kızı Burçak Yazıcı, yazılarında sürekli yazdığı, o ağlamaklı ses tonunu çağrıştıran ‘değerli büyüklerim, abilerim ablalarım’ cümleleriyle savunmaya geçecekse bence hiç denemesin.
Ha onu telefonla aramam ya da onun beni araması ya da üçüncü bir şahsın onunla telefonda temas kurması neyi doğrular ki?
Biz telefonda şifre ya da parola almayacağız ki ya da tek bir soru sormayacağız ki cevabını aldığımızda, 'tamam bu yazıları yazan senmişsin' diyelim. Kaldı ki, tekrar etmekte beis yok. Böyle birisi yoktur, yaşı 13-14 değildir, ismi Burçak Yazıcı değildir demiyorum. Bunların hepsi olabilir. İddiam; bu yazıları yazan kişinin o olmadığıdır.
Objektif okurların şunu söylediğini duyar gibi oluyorum : 'Yahu anladık kırk kere söyledin, niye tekrar ediyorsun?'
Ne diyorum? Objektif okurların diyorum.
Şunun için tekrar ediyorum: Milliyet internette yazan bazı yazar arkadaşlar, elbette beni sevmeyebilir, onlara antipatik gelebilirim ya da onların hiç hoşlanmadıkları birileriyle tanışıp bir takım ortamlarda bulunmuş da olabilirim.
Ancak bir konuda hakkaniyetli davranılması gerekmektedir. Ben kişi ayırıp birilerine karşı cephe almak gibi bir tutum sergilemediğime göre, herkesin katılımının sağlanmasını istediğimiz bireysel toplantılarda kimsenin arkasından tek kelime etmediğim, atıp tutmadığım sürece, iftira atmadığım ve olanı olmamış gibi, olmayanı olmuş gibi göstermediğim sürece, sırf yazdıklarımla ilgilenilseydi daha iyi olmaz mıydı?
Sırf yazarı ben olduğum için fikirlerime karşı çıkılmasını anlamlı bulmuyorum. Yanlış bulunduğu için fikirlerime karşı çıkılması tercihimdir.
Son toplantımıza İzmir'den katılan Ayşen Hanım, aldığı bazı haksız yorumlardan bahis açtığında şöyle demiştim : 'Ya Ayşen Hanımcığım, insan bir yazı yazdığında eğer gerçekten eleştirilecek bir yön yoksa ama buna rağmen olumsuz yorum alıyorsanız işin gerçeği şudur; yorumu yazan kişi açıkça, ulan ben sana gıcık oluyorum o yüzden de işte sana böyle sardım diyemiyordur. Açıkça da böyle söylemediği ve zaten söylenemeyeceği için, seni hayrete düşürecek akıl dışı olumsuz yorumlar yazıyordur.
Şu an okuduğunuz bu yazı ve bundan önceki ilk hâli, benim için ilkleri bünyesinde barındırıyor.
Birincisi; bu yazımın önceki hâli bugüne kadar reddedilen ilk yazımdı.
İkincisi bu okuduğunuz yazı, reddedilen bir yazımın güncellenmiş hâli olması açısından da bir ilktir. O yüzden şu anda ilk kez güncellenmiş bir yazımı okuyorsunuz.
Üçüncüsü; bu yazımın önceki ilk hâli, bugüne kadar olumsuz yorumlarına cevap verdiğim ilk yazımdı.
Dördüncüsü, reddedilmesine rağmen editörler bu yazıyı tekrar yayına verdiğimi düşündüler ve bu yüzden güvenilir üyeliğimi ilk kez geri aldılar. Ancak daha sonra bu kriz aramızda çözümlendi ve benim reddedilmiş bir yazıyı, bilerek, isteyerek, taammüden tekrar yayına vermediğim anlaşıldı. Bir yanlışlık olduğu konusunda mutabakat sağlandıktan sonra güvenilir üyeliğimin tekrar iade edileceği iletildi.
Beşincisi; bu yazıyla birlikte, uygarlığın, medeniyetin, saygının ve ne yazık ki öfkeyle karışmış, bilinçaltındaki ideolojik, etnik, sınıfsal önyargılarla yoğrulmuş küfürün geldiği son noktayla tanıştım.
Altıncısı; bugüne kadar Milliyet internet servisinde yazdığım 266 köşe yazımda hep şunu gözettim; yazılarım yabancı bir dile çevrilirse okunabilirliği, anlamlandırılabilirliği ne olur? Yani sen bana şunu dedin, ben sana şunu dedim, Ali Veli'ye şunu yapmış boyutuyla yazılmış bir yazı, yabancı bir dile çevrilse hiçbir anlam ifade etmez.
O yüzden tüm yazılarımda hep bu detaya dikkat ettim. Bilmiyorum ama Milliyet internetteki yazılara bu açıdan hiç baktınız mı?
Bir yazıyı yazdıktan sonra, bir an o yazınızı Türkiye'ye hiç gelmemiş bir yabancının okuduğunu düşünün. O yazıyı okuduktan sonra bu yabancı için bir anlam ifade edecek mi? Yani yazdığınız yazı ülke sınırlarının entelektüel boyutunun dışında mı değil mi?
Tıpkı bir şarkı gibi, okunduğu her yerde evrensel ölçekte anlamlı mı? Yazınızın yabancı bir dile çevrilmesi ve yabancı bir ülkedeki insanın da sizin yazınızdan okuyup hayatına katacağı bir şey olabilir mi?
İşte bu yazım evrensel ölçekteki anlamını sanki biraz yitirdi. Sözgelimi yazımda geçen güvenilir üye kavramı bir yabancı için çok da anlamlı değil.
Bu yazımın güncellenmemiş önceki hâlinde bir çok olumsuz eleştiriye cevap verdiğimi yukarıda belirtmiştim. Bu benim prensiplerimin ihlâliydi. Bu yazım da dahil, bundan sonrakilerinde de, önceki yazılarımda izlediğim yolu izleyeceğim.
Yazılarımı yazıp kimin ne dediğiyle ilgilenmemeye devam edeceğim ve olumsuz yorumları daha önce ki 266 yazımda cevaplamadığım gibi yine cevaplamamaya devam edeceğim. Ama olumsuz yorumları tabii ki her zamanki gibi mutlaka yayınlayacağım.
" Bilimsel eleştiriye dayanan her görüşü memnunlukla karşılarım. Kamuoyu denilen şeyin hiçbir zaman ödün vermediğim ön yargılarına gelince, önceden olduğu gibi, şimdi de büyük Floransalı'nın özdeyişini benimsiyorum: Segui il tuo corso, e lascia dir le genti (Sen yolunda yürü ve bırak ne derlerse desinler ! ) Dante, İlahi Komedya, Araf , 5.şarkı- 25 Temmuz 1867 Londra" [1]
Tartışmalarımız da, bu şekilde bilimsel eksende başlayamadığı için yanlış noktalara varıyor. Üçüncü şahıslarla ilişkilendirilmelerimle birlikte değerlendirilip ona göre yorumlanıyor. Ben etmedim ama tarafıma küfür edilmesine kadar varan, uygar olmayan durumlar ortaya çıkıyor. Günahlarımla, hatalarımla, sevaplarımla buradayım beni eleştirin ama benim yaptıklarım için eleştirin. Başkalarına verdiğim bir merhaba, sizin benim hakkımdaki düşüncelerinizi etkiliyor gibi geliyor bana.
Son olarak, olumsuz yorumlar sorun değil, daha önceki 266 yazıda olduğu gibi yani her zamanki gibi, cevap vermez aynen yayınlarım. Bu olumsuz yorumlara değer vermediğimden değil, yazımda zaten anlatmak istediğim her şey anlattığımdan ilave edecek bir şey kalmadığındandır.
Olumsuz yorumu da yayınlarım, okuyucu bir benim yazıma bakar, bir de karşıt görüş yorumu okur kararını verir. Bu aslında olmasını istediğimdir de.
Ancak küfür edenler alışkanlıklarını devam ettireceklerse, ki umarım öyle bir şey olmaz, onlara cevabımı perakende değil, eski bir yazımla tek seferde şuracıkta vereyim.
Beşinci yılına giren bu Milliyet internet yazarlığında, bir kaç ay öncesine kadar hiç kimsenin yüzünü dahi görmemiştim kimse de benim yüzümü görmemişti. Bir çok kişiyle ilk kez toplantılarda tanıştım ve isimlerini ilk kez buluşmalarımızda duydum.
Şu o kadar net ki; şâyet hiç bir toplantıya katılmasaydım ya da hiçbir şekilde üçüncü şahısların yazılarında adım geçmeseydi bu subjektif analizler neticesinde geliştirilen küfürlere maruz kalmayacaktım.
Ha, iddiamdan tabii ki vazgeçmiş değilim. Zaman, süreç, nesnel koşullar gösterecektir ki, o yazıları yazan o kız değildir. Bir kaç tane araya serpiştirilmiş ergen kız yazısı görebiliriz o ayrı. Ancak son tahlilde, şu an kuvvetli ve göz kamaştıran bir projektör, Burçak Yazıcı'nın yazılarına zaten yönelmiş durumdadır ki, zaten olması gereken de buydu.
Yok benim söylediklerim doğru değilse, tüm efkâr-ı umumiye önünde özür dilemeyi bir görev sayarım.
Hatta yazıyla bir özürüm de yetmez. Bir Milliyet internet yazarının dediği gibi, toplarsın pılını pırtını gidersin...Elbette bu çağrıya da uyarım. Hiç de gocunmam, erinmem, mağlup olmuş gibi de hissetmem kendimi. Bir öngörüde bulundum, demek ki yanılmışım derim. Ve keşke yanılsam !
Kızımızın beyanına göre kendisi zaten İstanbul’da ikâmet ediyor, atlar gelir bir toplantımıza, hem de diğer tüm yazar arkadaşlarımızın yanında bir sohbet ortamında durum da netleşir.
Ne dersin sevgili kızım Burçak ?
Ayrıca başka konularda da bizi aydınlatırsın.
Ülkemizin, dünyanın, toplumun, insanlığın, kainatın, evrenin, maddenin, atomların, siyasi tarihin, çalışma hayatının, amino asitlerin protein sentezi yapıp yapamadığının, sosyal güvenlik müessesesinin, Ortadoğudaki son gelişmelerin, ekolojik dengenin bozulmasında barajların ve nükleer santrallerin etkisinin, kuantum mekaniğinin, kardinal fayda yasasına göre tüketici dengesinin nasıl sağlanacağının, azalan verimler yasasının, diyalektiğin temel prensiplerinin, kelimelerin etimolojisinin telaffuza etkisinin, imgelerin ve fenomenlerin dikatomik bir allegoriyle bütünleştiği polyalektik süreçlerde, deşifrasyon mobilitesinin tamamen paralojik olarak nasıl da ampriokritisist bir düzleme yatırılabildiğinin, Sri Lanka'daki Tamil Kaplanlarının, George Wilhelm Friedrich Hegel'in görüşlerinin eleştirisinin, Kolombiya'daki kokain kartellerinin, kovalent bağlarla iyonik bağlar arasındaki ilişkinin metallerle ametaller açısından analizinin, quadratik denklemlere getirilen diskrimant yöntemli çözümlerin, Kamboçya'daki Pol-Pot rejimiyle Stalin'in dış siyaset ve iç siyaset politikasının karşılaştırmalı analizinin, termodinamiğin temel kurallarının, Guatemala'nın yerli halkı Mayaların, rezonans frekansının ve daha bizim ufkumuzun eremediği, aklımızın kesmediği birçok konunun ipuçlarını alırız senden.
Değil mi ama ?
Sabrın sonu ile
Bibliyografya:
[1] Kapital, 1.Cilt, Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili, Karl Marx, Sol Yayınları, Çev.Alaatin Bilgi, 4.baskı, Kasım 1993, sf.19