- Kategori
- Siyaset
Kapandıkça özgürleşmek mümkün müdür?

Murat Ahmeti / Kosova
Soru üzerine düşünmeye ilk olarak kapanmak ve özgürleşmek kelimelerinden başlanabilir.
Kapanmak kelimesinin genel olarak kullanılışı genellikle negatiflik içerir. Ancak, kapanmak kelimesini, kapanan insanlar da, kapanmaya karşı çıkanlar da kullanıyor.
Kapanmaya karşı olan insanlar, 'insan hiç kapanarak, özgürleşir mi' diye soruyorlar. Kapanan insanlarsa, bunu dinsel bir dil içinde olumlu anlamda kullanıyorlar.
Kapanma kelimesine aslında iki anlamın dışında bir anlam vermek gerekir, doğru sonuçlara ulaşmak için.
Kapanma kelimesini, şu ya da bu nedenle, 'kişinin iradi bir eylemi' kelimesi ile eşitlemek mümkündür.
Bu durumda soru şu hale gelir: Kişi iradi bir eylemini harekete geçirdikçe özgürleşir mi?
Özgürleşmek kelimesine baktığımız zaman ise aslında tüm düşünce tarihi boyunca üzerinde durulan bir kavram olmakla birlikte, basitçe, yine kişinin iradi bir eylemden, iradesinin dışında alakonulmaması niteliği olarak tanımlanabilir.
Soru bu şekilde formüle edildiğinde, kapandıkça kişinin özgürleştiğini söylemek mümkün hale gelir.
Çünkü kişi iradi bir eylemini iradi bir niteliğe yerleştiriyordur.
Kapanmak tekil bir kişinin iradi bir tercihi olarak engellenmekten alakonularak, eylem haline geliyorsa, o onun için özgürleşmedir.
Kapanmanın bir tür özgürleşmeme olduğunu savunmak mümkün müdür?
Bu mümkündür ve ama tartışmaya açıktır.
Bunu mümkün ve tartışmalı kılan özgürlük kavramını tanımlama şeklinizdir.
Eğer özgürlük kavramını, tekil bir kişinin tekil bir eylemini belli bir niteliğin içine yerleştirmesi ile sınırlamazsanız, daha geniş tutarsanız, kapanmanın özgürleşmeme olduğunu savunabilirsiniz.
Bu tutum ise siyasaldır.
Bu siyasal tutumunuzun evrensel olduğunu savunabilir ve böylece mutlak hakikat olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak mutlak hakikat düşüncesine girdiğiniz anda, aslında tam da, kapanmanın mutlak bir hakikate bağlılıktan kaynaklanan, dogmatik bir kusur olduğunu söyleyerek savunacağınız kapanmanın bir özgürleşmeme olduğu savınızla çelişkili duruma gelirsiniz.
Çünkü o tutumu eleştirirken yaptığınız savunma, o tutumun bir benzeri olacaktır.
Bu nedenle, mutlak hakikat anlayışından vazgeçmeniz gerekir.
Vazgeçtiğiniz anda, nasıl tanımlarsanız o sonucu üretecek teorilere bağlı kalırsınız. Başka türden tanımlanmış ve ona göre sonuç üretecek olan teorilerle yenişmek mümkün olmaktan çıkar.
Bu nedenle, siz sadece kendi görüşünüzü savunmak zorunda kalırsınız.
Yenişmenin tek bir yolu vardır, kendinizi en iyi şekilde savunmak ya da ileri sürmek değil, karşı tanımlamanın içeriksel olarak, kendi kabul ettiği ilkelere, bağlantılara aykırı, tutarsız olduğunu göstermektir. Yani bir tanımı, kendi tanımlanma şeklindeki sorunları göstererek çürütebilirsiniz.
Bu nedenlerle, özgürleşmeye ilişkin iki farklı tanımlama sonsuza kadar varlıklarını sürdürebilirler, eğer birbirlerinin içsel tutarsızlıklarını gösteremiyorlarsa.
İçsel tutarsızlığın iki yönü var. Birincisi, analitik tutarsızlıklar. İkincisi ise tanımın, pratik ile olan ya da olacak olan tutarsızlıklarıdır. Tanım belli bir uzay ve zamanda üretilmiştir. Bu uzay ve zaman içinde, tam o anda pratikle çelişkisi olabilir ya da o an yoksa bile daha sonra, pratik sürekli değiştiği için sorunlar çıkabilir.
Bir tanımlamanın çöküşü bu iki nedenden biriyle olacaktır. Ancak yine de bir tanımlama dönüşüme uğrayabilir. Bu onun çöküşüdür, ancak insansal algı boyutunda çöküş gibi algılanmayabilir. Çünkü ona psikolojik, sosyolojik, geleneksel vs. payandalar oluşturulduğu için, sanki eskiden beri aynı tanımlama geçerliymiş algısı oluşur. Dönüşüme uğradığı takdirde, çöküş gibi algılanmaması yanında aynı zamanda, dönüştüğü değiştiği de vurgulanarak eski tanımlamasına, tarihsel anlamda bağlı kalınabilir.
Eğer iki tanımlama eş zamanlı olarak varlığını sürdürüyorsa, bu böyle kalacaktır.
Örneğin laiklik ile dincilik böyle iki tanımdır.
Bir kişi bir tanrının varlığını nesnel bir hakikat olarak görüyorsa ve bir laik bir tanrının varlığını öznel bir inanç olarak görüyorsa, bu iki kişinin sonsuza kadar anlaşması ve tanımların teke inmesi mümkün değildir.Bu tanımların teke inmesi, ancak belirttiğim gibi içsel analitik ve içsel pratik tutarsızlıklarla olacaktır. Ancak yine belirttiğim gibi, dönüşüm noktasında bunlara insanlar sarılır. Ya dönüştüğü kabul edilerek yeni hali, en başından kopmadan savunulur. Ya dönüştüğü hiç belirlenmez ve hep aynı kalır. Ya da dönüşür ve tanımlara ad hoc yeni eklemeler yapılır.
Bir ara paragraf olarak bu üç sürecin çöküşünü de belirtelim. Sondan başlarsak, ad hoc eklemeler şuna benzetilebilir. Bir evin ortasındaki direkte çatlak olursa, oraya çivi çakarsın, çatlak başka yerde baş gösterirse, oraya bir payanda yaparsın. Belki ikinci bir direk koyarsın, ama bu sefer tavanın dengesini bozarsın, sonuçta ad hoc eklemeler asli değildir ve eninde sonunda o yapı çöker. Ortadakine geçersek, onda da, ortadaki direk içerden dışardan küçük büyük bozulmalara uğrar, ama içerdekinin hiç umrunda değildir. Yapı çöker, ama o çöktüğünün de farkında değildir, hala çöküntü içinde aynı yapıda olduğunu sanar ya da içine düştüğü yeni yapının eski yapının aynısı olduğunu sanmaya devam eder. İlk söylenene gelirsem, onda da, yapının çöküşü olmuştur, ancak içerdeki yapının malzemelerini alarak bitişikte yeni bir yapı yapar, eski yapının parçalarını aldığı ve yeni parçalar eklediği için, yeni yapının hala aynı yapı olduğunu düşünür. Çünkü eski yapıdan parçalar vardır. O da yeni yapıyla yaşantısını sürdürür.
Bütün bunlar her iki tanım ve aslında pek çok tanım için sürer. Ve aynı zamanda bu tanım dediğimiz şeyler, daha üst tanımlar içinde yer alır ve o tanımlar içinde her şey aynen böyle sürüp gider.
Aslında hayat da bundan ibarettir. Yani o mu şu mu bu mu derken yapılan şey hayattır. Yoksa, o mu bu mu şu mu sorusunun cevabının bir anlamı yoktur. Hayat bu cevaplarda saklı değildir. Hayat bu soruları sormanın kendisidir.
İnsanlar büyük ölçüde içinde belirlendikleri bu emme basma tulumba içerisinde sürdürürler. Hayat bütün bu emme basma tulumbalık hallerini hiçbir insan aklının algılayamayacağı ve dahi algılanabilecek bir yapısı olmayan bir oluş ve akış içinde sürdürür.
Kapanmanın bir özgürlük meselesi olup olmadığı da bu oluş içindeki bir parçadır.
Kapanmanın bir özgürlük meselesi olup olmadığını iki kişi irdelemek istiyorsa, bu kavramdan, bütün tinsel belirlenimlerini atıp, salt akıl ile, ki böyle bir şey yok, incelemesi ile mümkündür. Mutlak hakikat yoktur ama o kişi açısından mutlak hakikat, sadece o iki kişi için, inebildikleri ölçüsünde asgari müştereklerdeki uzlaşımdır. Ama dediğim gibi, salt akıl ve mutlak hakikat olmadığı için bu asgari müşterekler de, asgari müşterek olmaktan uzak olacaktır. Bu iki kişi kadın ve erkek ise, aşk ya da seks uğruna asgari müşterekten hemen vazgeçebilir. Ya da bu iki kişi arasında zeka farkı varsa, zekası eksik olan hemen diğerine itaat etmeniz zevkini yaşamayı tercih edebilir vs.
Benim kişisel mutlak hakikatime gelerek ancak konuyu bitirebilirim.
Kapanmak tabiki bireysel olarak özgürleşmedir, ancak daha genel tanımlamalar içinde özgürleşmek değil tutsaklaşmaktır.
Bunun kanıtı ise şudur. Kadınlar din adına kapanıyorlar, oysa dinsel eylemle insan özgürleşemez, bu bir tür oksimorondur. Mantıksal hatadır. Dinler, kitap, peygamber ve tanrı sarmalı içindeki istek ve taleplere uygun hareket etmektir. Bireyin eyleminin kaynağı kendisi değil, tanrıdır.
Ben eğer tanımımı, özgürlük ancak ve ancak kişinin bizatihi kendisinin iradi eylemlerini gerçekleştirmesinden alakonulamaması olarak tanımlarsam, dinsel buyrukların insanı özgürleştirmeyeceğini tutsaklaştıracağını savunmuş olurum.
Bu noktada, karşı tanımı kabul edenlere şunu sormak gerekiyor. Siz, tanrının istek ve taleplerine göre uygun hareket etmeyi özgürlük olarak tanımlıyorsunuz. Okey, kabul, ben mutlak hakikatçi değilim, ben öyle düşünmüyorum.
Peki ama size şu soruyu sormak isterim. Siz tanrının istek ve taleplerine göre hareket etmeyi özgürlük olarak tanımlarken aslında tam da iradi bir eylem olarak koymuyor musunuz? Yani siz tanrının sizi içerecek bir büyüklük ya da ululuk olarak tanımlarken, aslında tanrıyı tanımlamanızla içeren sizin bireysel iradeniz değil mi?
Bu soru, belki daha iyi de sorulabilirdi, ancak, karşı tanımın içsel tutarsızlığına bir işaret değil midir?
Evet, bunu mutlak hakikatçi olmadığım için sadece bir fikir olarak ortaya atıyorum.
Peki, karşı tanımdan bir kişi, buradaki mantığa ikna olsa bile, kendi yapısını, kendi içinde çöküşe uğratacak mıdır? Bu hiç insan doğası için mümkün müdür? Kesin mümkün değildir.
İnsan, tinsel, manevi, kültürel, ad hoc'çu, çivici, derleyip toparlayıcı, umursamaz, aşk ve seksçi, çıkarcıdır.
O MU ŞU MU BU MU emme basma tulumbalığı içinde hayatımız akıp gider, hayat akıp gider.