Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '10

 
Kategori
Anılar
 

Kaptan'la tanışmak

Kaptan'la tanışmak
 

Sıcak bir mayıs günüydü.. Güneyde yaşayanlar bilirler, mayıs öyle adı şıp diye söylenip geçip gidecek bir ay değildir bu topraklarda.. Yaz, "savulun ben geliyorum elimde körüklerle" diye bas bas bağırır, daha baharın bu son ayından güneylilere..

Allahtan kravat takma zorunluluğu da ortadan kalkmıştı ki bir nebze de olsa rahatlamıştık.. Gömleğimin en üstünden bir düğme daha açtım ve açık camdan dışarıdaki 6/C sınıfının beden eğitimi dersini seyre daldım.. Erkekler muhtemelen bedencilerine "hocam maç yapalım mı, hocam lütfen top da getirdik hocam" diye yalvarırken, bayanlar da voleybol oynamak için futbol manyağı erkeklerden birkaç tanesini, yer yer cilveleriyle yer yer mantığa bürüme teknikleriyle kafalamaya çalışıyorlardı.. Sınıftan tamamen soyutlanmıştım.. Bir elimde kurşun kalemimi ağzımda kemirirken, bir elimle de açık pencerenin koluna destek olmuş en rahatsız pozisyonumda 6/C’ye odaklanmıştım..

Sınıfta bir şeyler konuşuluyordu ama bana sadece uğultu şeklinde geliyordu bu sesler.. Sıra arkadaşım Cengiz’e baktım, çarprazında iki ön sırada oturan Nuriye’yi kesmekle meşguldü.. Şimdi çok iyi hatırlamıyorum ama muhtemelen "beden dersinde sen de top getir de maç yapalım, bak bedenci izin veriyor bu sınıfa" gibisinden gereksiz bir şeyler söyleyecektim ona.. Baktım son derece mayışmış, ben de söyleyeceklerimden vazgeçtim ve dışarıyı izlemeye devam ettim..

Bana doğru yaklaşan yumurta topukların trak trak trak sesleri ve omzuma değen o nasırlı elin rahatsız edişiyle kendime geldim.. Uyku mahmurluğuna benzer, güneşte yanmış sağ yanağımın uyuşukluğuyla kafamı çevirdim, gözlerimi kıstım, baktım ve yüz yüze geldik.. Türkçe öğretmenim Cebrail hoca, büyük ihtimalle "uyanık öğretmen" olmasının doğası gereği, sınıftaki en umarsız öğrenci olarak o an beni seçmiş ve elindeki kapağı soyulmuş, kabının yarısı yırtılmış, kalan yarısından da ancak "ilköğretim türkç.." başlığı seçilebilen kitabını önüme bırakmıştı.. "hadi bakalım Naim efendi, şu şiiri bir oku da hep beraber dinleyelim" diyerek, hem beni derse çekmek, hem de -o ana kadar derse çekilmediğim için uyarı maksatlı-, elimi ayağımı birbirine dolaştırma cezasını vermişti.. Kitabı önüme bıraktı ve aynı yumurta topuk sesleriyle uzaklaştı..

Tüm kafalar, sanki mıknatısın artı eksi kutupları gibi Cebrail hocanın bedeninin çekim alanında bana çevrilmiş, bir müddet bende takılı kalmış ve panikatağım alaycı gülümsemelerle izlenmiş; Cebrail hoca yanımdan uzaklaştıkça da kafalar aynı otomatizmayla onunla beraber tekrar ait oldukları yere, öğretmen masasına dönmüştü.. 

Kendimde anlık bir cesaret buldum ve cümlelerinin altı kırmızı kalemle darmadağınık çizilmiş, kenarında bulunan şiirin şairini belirten siyah beyaz "adam" resmine tükenmez kalemle pala bıyık karalanmış sayfada bir müddet bakındım.. Yutkundum ve okumaya başladım.. "ben sana mecburum bilemezsi… tısstıstıstıs! Olum yapmasana lan!" "özür dilerim öğretmenim baştan başlıyorum…" "ben sana mecburum bilemezsin, adını mıh… tıssrrtt puuhhaahaa!!!"
"oğğluuum neye gülüyosun komik bir şey mi var!!!???" "yok hocam Cengiz…" "Cengiz, çık dışarı çabuk çık çık çık çabuk çabuk!"

Bunu hep yapardık birbirimize.. Ne zaman bir şey okumaya kalksak, illaki de birbirimize gülerdik.. Neye gülerdik, niye gülerdik bilmiyorum ama hep gülerdik.. Gülmekle de kalmaz, krizlere girerdik ve en sonunda da ya birimiz ya da ikimiz dersten atılırdık.. Muhtemelen o şiirde de ya bıyıklı şair ya da şiirde geçen "mıh gibi" kelimesi Cengiz’e komik gelmiş, yanımda tısılayarak zaten patlamaya hazır bomba gibi kendini gülmemek için sıkan beni gülmeye teşvik etmişti..

İlk defa sıra arkadaşımın dersten atılmasına bu kadar sevindim ve daha bir ciddiyetle derin bir nefes çekip şiiri okumaya başladım.. O süreçte bize kahkahalarla gülen sınıf da biraz sakinleşmiş ve beni dinlemeye başlamışlardı..

"Ben sana mecburum bilemezsin..
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin,
İçimi seninle ısıtıyorum" …..

İnanamıyordum.. 14 yaşındaydım ve 34 yaşın o içli hissiyatıyla dolmuştum.. Birkaç tane cümle yan yana gelerek bu kadar mı anlatırdı ergen ruhumda kopan fırtınaları?.. O günlerde küçümsenen aşkım, kendi içimde bu kadar mı büyürdü?.. Henüz bir orta son talebesiydim ve bir şiir okuyarak sanki aşk için söylenebilecek bütün kelimeleri, bütün ifadeleri, bütün cümleleri yalamış yutmuştum..

Şiir, 4. Dersi bitiren teneffüs zilinin çalmasıyla yarıda kaldı.. 5. Ders de Türkçe değildi.. Ama Türkçe olmalıydı ve ben o şiiri 900 kere daha okumalıydım! Hemen Cebrail hocamın yanına koştum, kitabı elinden kaptım ve okurken öğrenme fırsatım olmadığından resmine bıyık çizilmiş bu büyük şair’in adını öğrendim.. Kütüphane’ye koştum ve sararmış saman kağıdında kitap listelerine parmak ucumla gezine gezine göz attım.. Evet, ilginç, ama bu varoş okulunun toz kaplı kütüphanesinde Attila İlhan’a ait bir eser vardı.. Nöbetçisi kapıda geyik yapan kütüphaneden adımı bile kayıt ettirmeden bu kitabı çaldım, çantama attım ve son dersin bitmesini heyecanla beklemeye başladım…

Ben bir ergendim.. Karşı cinse anormal ilgisi olan normal bir erkektim ve bu anomalimi destekleyecek en ufak bir bilgiye bile sahip değildim.. Ve, bu süreçte tüm şefkatiyle "Kaptan" elimden tutmuş, bana yol göstermişti.. Bana bazen "ayrılığın sevdaya dahil" olduğunu öğretti, bazen "aysel git başımdan" diyebilecek kadar kararlı olabilmeyi, bazen de "herşeyi birden isteme"yi öğretti hayatta..
"Kaptan" sonra bana söylemeyi öğretti.. "Söyle" dedi ! Ne biliyorsan, içinden ne geçiyorsa öyle bir söyle ki, sağır duysa uydurmasın, göz görmezse gönül okusun..

"Kaptan" izindeyim! Ve bugün, her ne kadar dilim, kalemim bağlansa da senin karşında, ben de bir şeyler söyleme çabasındayım! Ruhun şad olsun, ilhamın bizimle olsun…
Attila İlhan’ın anısına.. 

NAİM KAYA

 

 
Toplam blog
: 16
: 419
Kayıt tarihi
: 11.12.10
 
 

13 Şubat'ı Sevgililer Günü'ne bağlayan gece Adana'da Dünya'ya burnumu soktum. 2008'den itibaren S..