- Kategori
- Öykü
Kartaca düşleri- 3
Anılar, kâbus olup çökmeye başlamıştı üstüne… Yattığı yerden kalktı, balkona çıktı. Gecenin ayazıyla titredi birden. ‘Şimdi kim bilir ne yapıyor’ diye düşündü. Onun sıcacık öpüşlerine hasret kalmıştı. Parmaklarını dudaklarına götürdü, heyecan tüm bedenini sarmıştı… İlk sevişmeleri aklına geldi… Şimdi ne kadar uzaktı!
İkinci buluşmanın ardından, ne yapacağını bilemez olmuştu. Neyse ki, o arada ailesiyle birlikte iki haftalık bir tatile çıkmışlardı. O sürede birkaç kez aramıştı adam onu. Pek önemsememiş, hatta unuttuğunu bile düşünmüştü! Tatil dönüşü yanıldığını anladı. Buluşmak ve birlikte olmak istiyordu adam. ‘Bu kez seni bırakmam’ demişti… İki gün sonra karşısındaydı. Arabasını getirmemişti. Bir taksiyle evine gittiler. Robot gibi çıkmıştı merdivenleri. ‘Ne güzel yanmışsın’ diyordu adam… ‘Seni seviyorum’ diye fısıldıyordu kulağına… İnanmıyordu bu sözlere ama engel olamadığı bir duygu itiyordu onu adamın kollarına. Yatak odasına nasıl girdiklerini heyecandan anlayamamıştı! Adam pantolonunu çıkartırken ürkekçe oturuyordu yatağın kenarında. Korkmamasını söylüyordu karşısındaki bu çıplak yabancı. Onun giysilerini katlayıp sandalyeye koyuşunu sessizce izlemişti. Hissettiğinin korku olmadığına emindi. Gitmekle kalmak arasında bocalarken ‘Ben ne yapıyorum’ diye düşünmüştü. O sırada adamın elleri bacaklarından yukarılara doğru ilerliyordu… Her şey bir anda olup bitmişti. Adam, heyecanından dolayı özür dilercesine bir şeyler söylüyordu. Yanına uzanıp sarıldığında yaşananlar bir oyun gibi görünmüştü gözüne! Bir süre öylece yatmışlardı. Elbisesi üstünde, ayakları yerde... ‘Her an kaçmaya hazır gibi duruyorsun’ demişti adam ve pişman olup olmadığını sormuştu. Pişman değildi ama korkuyordu. Zaten bu adam onu hep korkutmuştu. Dudaklarını ezercesine öpmeye başladığında kalbi duracak gibiydi… Tarih, dört temmuzdu! Amerika’nın özgürlük bayramı onun da hayatının dönüm noktası olmuştu…
‘Artık gitmeliyim’ diyerek kalkmıştı ayağa. Çekinerek banyoya gitmişti. Birdenbire her şey çok yabancı ve itici görünmüştü gözüne. Adamın dudaklarını yayarak gülümseyişi, odadaki eşyaların baştan savmalığı, banyodaki su dolu kova… Musluğa dahi dokunmak istememişti! Banyodan çıktığında, ‘Aç mısın’ diye soran adam mıydı az önce ona sahip olan? Cevap vermeden masanın üstündeki kavanoz akvaryuma bakmaya başlamıştı… ‘Arkadaşımın sevgilisi hediye etti’ demişti adam, kırmızı balığa baktığını görünce. Sonra da kadının nasıl cilveler yaptığını ama kendisinin oralı olmadığını anlatmaya koyulmuştu. Tanrım bu nasıl insandı ki az önce kollarında tuttuğu kadına böylesine utanmazca eski maceralarını anlatabiliyordu? Öfkesini bastırarak salona gitmişti; çantasını alıp çıkmalıydı hemen. Adam onu kızdırdığını fark etmeden sürdürüyordu konuşmasını. Tam o sırada telefonu çalmıştı. Evden arıyorlardı. Bu bahaneyle kapıya doğru fırladı, adam da peşinden… Aceleyle bir taksi çevirmişti. Adam evine bırakmayı teklif etmişti ama o uygun bir yerde inmek istemişti. Eve doğru yürürken hala ne yaşadığını bilmiyordu. Bir teselli oyunu olarak başlayan olaylar nereye vardırmıştı onu. Oysa ‘hakanım’ dediği öteki adamla yaşamayı düşlemişti bu güzellikleri. O an anladı ki, adını koyamadığı o duygu ötekine karşı hissettiği öfkeydi! Onun yüzünden yaşamıştı tüm bunları. ‘Kadere inanırsın sen kızım’ dedi kendi kendine. İşte bu da yaşanacak kaderin bir parçasıydı. Olan olmuştu asıl bundan sonrası için karar vermesi gerekiyordu… Eve girdiğinde aramıştı adam. Sesi keyifliydi. Amacına ulaşmanın mutluluğunu yansıtıyordu sanki. Sevgi sözcüklerini sıralıyordu peş peşe… Bir saate yakın konuşmuşlardı. Telefonu kapatırken eve girdiğinde hissettiklerinden eser kalmamıştı. Üstünü çıkartmış, sıcak suya bırakmıştı kendini. Yaşadıklarını düşünmüştü uzun uzun. Belki bugün onun için yeni bir başlangıçtı, yaşayıp görecekti…
Ertesi gün toplantıya gittiğinde, daha adamla konuşmamışlardı. ‘Belki de bir daha aramaz’ diye düşünmüştü. Bunu düşünmek bile içini bunaltmaya yetmişti… İşlerini halledip eve geldiğinde büyük bir hayal kırıklığı içindeydi! Telefonun sesi, dünyanın en harika müziği gibi gelmişti. İş için şehir dışına gitmesi gerektiğini söylüyordu adam; on gün kalacaktı. Sevinmişti sanki adamın bu haberine… Geri döndüğünde de evini taşıyacağını anlatıyordu. Bir arkadaşıyla ortak yer tutacaklardı… ‘Artık kesin birlikte olamayız’ demişti içinden, bunları dinlerken. ‘Benim de zaten çok işim var, görüşemeyiz’ karşılığını vermişti adama, altta kalmamak için. Kendisine bile itiraf edemediği duygular vardı içinde. ‘Sevmemem gerek bu adamı’ diye kendi kendine kaç kez tekrarlamıştı, hatırlamıyordu. Adamın amacını çok iyi biliyordu ama onu her düşündüğünde hızlanan kalbine bir türlü söz geçiremiyordu.
İki gün sonra doğum günüydü! Tek ve samimi arkadaşıyla alışverişe çıkmış, sonra da bir şeyler yemek için cafeye girmişlerdi. O sırada aramıştı adam. Her zamanki kandıran konuşmasıyla ‘Doğum günün kutlu olsun aşkım’ demişti. Arkadaşının sorgulayan bakışlarının da etkisiyle yarım yamalak teşekkür edip kapatmıştı. Ertesi gün döneceğini müjdelemişti adam. Kendisini çok özlediği için acele ettiğini söylüyordu. ‘Bu adam yalancının teki’ demişti arkadaşı. Haklıydı ama o an bunu düşünecek halde değildi! Dönüşünden bir gün sonra buluşmuşlar, adamın yeni evine gitmişlerdi. Her taraf dağınıktı, henüz tam yerleşmemişlerdi. Bu ortam tedirgin etmişti onu. Nasıl davranacağını bilememişti. Evi gezerken kavanozdaki balığı aramış ama görememişti. ‘Öldü’ demişti adam. Sesinden sanki memnun olmuş gibi bir anlam çıkarmıştı ve bu durum canını sıkmıştı. Nasıl bu kadar duyarsız birinin yanında olduğunu sorgulamakla meşgulken adam, sehpaya gazete kâğıdı serip kahvaltıya başlamıştı bile. ‘Kendisini karşıladığı için kahvaltıya fırsat bulamadığını’ söylüyordu bir yandan. Hızlı hızlı çayını yudumlarken bala batırdığı bıçağı ağzına götürüşünü, ardından ekmekten bir parça alışını ve tüm bunları bir robot edasıyla yapışını izlerken bir an tiksinti duymuştu bu basitlikten. Adam bir şeyler anlatıp duruyordu ama öylesine söylediği belliydi. Zaten kendisi de umursamadan dinliyordu. Gelirken adamın yeni evine tahta bir araba hediye almıştı. Çünkü adam arabasını satmıştı ve yeni bir tane almak istiyordu! O da uğur olsun diye bunu getirmişti. Hediyesini sahte bir ilgiyle almış, kütüphanenin üstüne koymuştu. ‘Kim bilir kaç kişiye aynı şekilde davranmıştır’ diye düşünmüştü onun sahtelikleri karşısında. Kahvaltısını bitiren adam içeri gidip döndüğünde elinde küçük bir paket vardı. Koltuğun arkasından gelip boynuna bir öpücük kondurmuş ve doğum gününü kutlayıp hediyesini vermişti. Siyah deri bir cüzdandı. O an kendini çok mahcup hissetmişti. Eşinin dışında bir erkekten hediye almamıştı ki hiç! O bunları düşünürken adam yanına oturup öpmeye başlamıştı bile. Onun nikotin kokan nefesi içine dolduğunda, sanki büyülenmiş gibi tüm kötü düşünceler gidiyordu aklından. Elinden tutan adam, bir çocuk gibi yatağa sürüklemişti onu. Pencerelerde perde olmadığını o an fark etmişti. Adamın umurunda değildi aslında ama ısrarı üzerine bir çarşaf germişti cama. Sonra aceleyle soyunmuştu. ‘İşte yine robot gibi davranıyor’ demişti içinden. Sanki bir ihtiyaç giderme peşindeydi adam, içinde sevgi olmadan. Arkadaşının gelme olasılığına karşı tedbir almak isteyen adam, çırılçıplak gidip kapıyı kilitlemişti. Onun böylesine pervasız davranışları utanç duymasına sebep oluyordu. Ama adam, yılların verdiği pişkinlikle hiçbir şeyi umursamıyordu. Hızlıca yanına gelip öpmeye başlamıştı bile. Adamı içinde hissettiğinde sanki bir rüyadaydı. ‘İşte şimdi gerçekten benim oldun’ demişti adam, tohumları vücuduna boşalırken. Öyle bir zamanda bunu duymak, komik gelmişti kendisine. Sanki kendi kendine bir şeyler ispatlama peşindeydi, sevgilim dediği bu yabancı! Örtünme ihtiyacı hissetmeden ortada dolaşan bu adam, aslında ne kadar da uzaktı ona. Kendisi yine çıkarmamıştı elbisesini. Banyoya giren adam onu da duşa çağırmıştı ama o girmemişti. Kapıyı açık bırakarak yıkanmaya başlamıştı adam. Öylesine farklı geliyordu ki bu tavırlar, hoşlanıyor muydu yoksa tiksiniyor muydu kestiremiyordu. O yıkanırken kendisi de kavuniçi çekyatın üstüne uzanmış, açık kapıdan onu izliyordu. Az sonra beline sarılı havlusuyla gelip yanına yatmıştı adam da. Bir yandan ‘Seni istiyorum’ diyerek sokulurken, bir yandan da uzandıkları çekyatın üstünde bir yıl birlikte yaşadığı kadınla yaptıklarını anlatmaya başlamıştı. Bu nasıl bir iğrençlikti? ‘Hasta bu adam’ diye düşünüştü! Peki ya kendisi neydi? Neden dinliyordu bu rezillikleri? Tiksinerek kalkmıştı o çekyattan. Adamsa sırıtarak havluyu atmıştı üstünden ve arkasından gelip sarılmış, öpmeye başlamıştı bile… Fırsatı yakalamışken kaçırmak istemeyen bir tavır vardı hareketlerinde. Her şey çabucak olup bitiyordu zaten. El ele yolda yürürlerken, birden durup bakmıştı adam. Sonra kolunu omzuna atarak sımsıkı sarmıştı. Yürümekte zorlansa da hoşuna gitmişti bu yakınlaşma. ‘Belki de gerçekten seviyor’ diye sevinmişti, bu harekete aldanarak. O zamanlar, onun kalbinde sevgiye yer olmadığını göremeyecek kadar saf ve kördü çünkü. İçindeki tarifsiz boşluktan olsa gerek, beyni yanıldığını söylese de kalbi sevildiğine inanmak istiyordu. Tüm kadınların zaafı değil miydi bu? ‘Beni sakın üzme’ diye tekrarlıyordu içinden… Üzüleceğini bile bile! Hayatı boyunca içindeki sesin aksine davranmıştı. Bu yüzden kariyerini engellemiş, bu yüzden özgürlüğünü kısıtlamıştı. Ah bu inat kafası yok muydu? Ne çektiyse bu inadı sebepti. Şimdi de aynı yolda yürüyordu… Arabaya kadar getirmişti adam. Öperek yolcu ederken, kulağına o çok sevdiği kelimeyi fısıldamıştı! Bunu duymak özel hissettiriyordu kendini. Ah zavallı kadın, ne kadar da aptaldı. Sanki ilk kez bir erkekle çıkan küçük bir kız gibiydi… Genç kız değildi ama böyle bir ilişkiyi ilk kez yaşadığı da bir gerçekti! Ayrıldıktan birkaç dakika sonra sevgi mesajları gelmeye başlamıştı bile. Çok mutluydu çok… Kendini şanslı hissediyordu. ‘Seni hiç bırakmayacağım aşkım’ dedi kendi kendine. Ama o kötü ses yok muydu, bütün güzelliklerin orta yerinde giriveriyordu araya: ‘Üzüleceksin, vazgeç’!.. O sese rağmen, yaşayacaktı, hayatı ertelemeden… Kader karşılaştırmıştı onları ve yaşamalıydı, kaçmadan sonuna dek! Çünkü bu onun özgürlük nefesiydi, hayatının yeniden anlam kazanmasıydı... Ve sonunda acı da olsa yaşamalıydı!
Anibal Güleroğlu
İkinci buluşmanın ardından, ne yapacağını bilemez olmuştu. Neyse ki, o arada ailesiyle birlikte iki haftalık bir tatile çıkmışlardı. O sürede birkaç kez aramıştı adam onu. Pek önemsememiş, hatta unuttuğunu bile düşünmüştü! Tatil dönüşü yanıldığını anladı. Buluşmak ve birlikte olmak istiyordu adam. ‘Bu kez seni bırakmam’ demişti… İki gün sonra karşısındaydı. Arabasını getirmemişti. Bir taksiyle evine gittiler. Robot gibi çıkmıştı merdivenleri. ‘Ne güzel yanmışsın’ diyordu adam… ‘Seni seviyorum’ diye fısıldıyordu kulağına… İnanmıyordu bu sözlere ama engel olamadığı bir duygu itiyordu onu adamın kollarına. Yatak odasına nasıl girdiklerini heyecandan anlayamamıştı! Adam pantolonunu çıkartırken ürkekçe oturuyordu yatağın kenarında. Korkmamasını söylüyordu karşısındaki bu çıplak yabancı. Onun giysilerini katlayıp sandalyeye koyuşunu sessizce izlemişti. Hissettiğinin korku olmadığına emindi. Gitmekle kalmak arasında bocalarken ‘Ben ne yapıyorum’ diye düşünmüştü. O sırada adamın elleri bacaklarından yukarılara doğru ilerliyordu… Her şey bir anda olup bitmişti. Adam, heyecanından dolayı özür dilercesine bir şeyler söylüyordu. Yanına uzanıp sarıldığında yaşananlar bir oyun gibi görünmüştü gözüne! Bir süre öylece yatmışlardı. Elbisesi üstünde, ayakları yerde... ‘Her an kaçmaya hazır gibi duruyorsun’ demişti adam ve pişman olup olmadığını sormuştu. Pişman değildi ama korkuyordu. Zaten bu adam onu hep korkutmuştu. Dudaklarını ezercesine öpmeye başladığında kalbi duracak gibiydi… Tarih, dört temmuzdu! Amerika’nın özgürlük bayramı onun da hayatının dönüm noktası olmuştu…
‘Artık gitmeliyim’ diyerek kalkmıştı ayağa. Çekinerek banyoya gitmişti. Birdenbire her şey çok yabancı ve itici görünmüştü gözüne. Adamın dudaklarını yayarak gülümseyişi, odadaki eşyaların baştan savmalığı, banyodaki su dolu kova… Musluğa dahi dokunmak istememişti! Banyodan çıktığında, ‘Aç mısın’ diye soran adam mıydı az önce ona sahip olan? Cevap vermeden masanın üstündeki kavanoz akvaryuma bakmaya başlamıştı… ‘Arkadaşımın sevgilisi hediye etti’ demişti adam, kırmızı balığa baktığını görünce. Sonra da kadının nasıl cilveler yaptığını ama kendisinin oralı olmadığını anlatmaya koyulmuştu. Tanrım bu nasıl insandı ki az önce kollarında tuttuğu kadına böylesine utanmazca eski maceralarını anlatabiliyordu? Öfkesini bastırarak salona gitmişti; çantasını alıp çıkmalıydı hemen. Adam onu kızdırdığını fark etmeden sürdürüyordu konuşmasını. Tam o sırada telefonu çalmıştı. Evden arıyorlardı. Bu bahaneyle kapıya doğru fırladı, adam da peşinden… Aceleyle bir taksi çevirmişti. Adam evine bırakmayı teklif etmişti ama o uygun bir yerde inmek istemişti. Eve doğru yürürken hala ne yaşadığını bilmiyordu. Bir teselli oyunu olarak başlayan olaylar nereye vardırmıştı onu. Oysa ‘hakanım’ dediği öteki adamla yaşamayı düşlemişti bu güzellikleri. O an anladı ki, adını koyamadığı o duygu ötekine karşı hissettiği öfkeydi! Onun yüzünden yaşamıştı tüm bunları. ‘Kadere inanırsın sen kızım’ dedi kendi kendine. İşte bu da yaşanacak kaderin bir parçasıydı. Olan olmuştu asıl bundan sonrası için karar vermesi gerekiyordu… Eve girdiğinde aramıştı adam. Sesi keyifliydi. Amacına ulaşmanın mutluluğunu yansıtıyordu sanki. Sevgi sözcüklerini sıralıyordu peş peşe… Bir saate yakın konuşmuşlardı. Telefonu kapatırken eve girdiğinde hissettiklerinden eser kalmamıştı. Üstünü çıkartmış, sıcak suya bırakmıştı kendini. Yaşadıklarını düşünmüştü uzun uzun. Belki bugün onun için yeni bir başlangıçtı, yaşayıp görecekti…
Ertesi gün toplantıya gittiğinde, daha adamla konuşmamışlardı. ‘Belki de bir daha aramaz’ diye düşünmüştü. Bunu düşünmek bile içini bunaltmaya yetmişti… İşlerini halledip eve geldiğinde büyük bir hayal kırıklığı içindeydi! Telefonun sesi, dünyanın en harika müziği gibi gelmişti. İş için şehir dışına gitmesi gerektiğini söylüyordu adam; on gün kalacaktı. Sevinmişti sanki adamın bu haberine… Geri döndüğünde de evini taşıyacağını anlatıyordu. Bir arkadaşıyla ortak yer tutacaklardı… ‘Artık kesin birlikte olamayız’ demişti içinden, bunları dinlerken. ‘Benim de zaten çok işim var, görüşemeyiz’ karşılığını vermişti adama, altta kalmamak için. Kendisine bile itiraf edemediği duygular vardı içinde. ‘Sevmemem gerek bu adamı’ diye kendi kendine kaç kez tekrarlamıştı, hatırlamıyordu. Adamın amacını çok iyi biliyordu ama onu her düşündüğünde hızlanan kalbine bir türlü söz geçiremiyordu.
İki gün sonra doğum günüydü! Tek ve samimi arkadaşıyla alışverişe çıkmış, sonra da bir şeyler yemek için cafeye girmişlerdi. O sırada aramıştı adam. Her zamanki kandıran konuşmasıyla ‘Doğum günün kutlu olsun aşkım’ demişti. Arkadaşının sorgulayan bakışlarının da etkisiyle yarım yamalak teşekkür edip kapatmıştı. Ertesi gün döneceğini müjdelemişti adam. Kendisini çok özlediği için acele ettiğini söylüyordu. ‘Bu adam yalancının teki’ demişti arkadaşı. Haklıydı ama o an bunu düşünecek halde değildi! Dönüşünden bir gün sonra buluşmuşlar, adamın yeni evine gitmişlerdi. Her taraf dağınıktı, henüz tam yerleşmemişlerdi. Bu ortam tedirgin etmişti onu. Nasıl davranacağını bilememişti. Evi gezerken kavanozdaki balığı aramış ama görememişti. ‘Öldü’ demişti adam. Sesinden sanki memnun olmuş gibi bir anlam çıkarmıştı ve bu durum canını sıkmıştı. Nasıl bu kadar duyarsız birinin yanında olduğunu sorgulamakla meşgulken adam, sehpaya gazete kâğıdı serip kahvaltıya başlamıştı bile. ‘Kendisini karşıladığı için kahvaltıya fırsat bulamadığını’ söylüyordu bir yandan. Hızlı hızlı çayını yudumlarken bala batırdığı bıçağı ağzına götürüşünü, ardından ekmekten bir parça alışını ve tüm bunları bir robot edasıyla yapışını izlerken bir an tiksinti duymuştu bu basitlikten. Adam bir şeyler anlatıp duruyordu ama öylesine söylediği belliydi. Zaten kendisi de umursamadan dinliyordu. Gelirken adamın yeni evine tahta bir araba hediye almıştı. Çünkü adam arabasını satmıştı ve yeni bir tane almak istiyordu! O da uğur olsun diye bunu getirmişti. Hediyesini sahte bir ilgiyle almış, kütüphanenin üstüne koymuştu. ‘Kim bilir kaç kişiye aynı şekilde davranmıştır’ diye düşünmüştü onun sahtelikleri karşısında. Kahvaltısını bitiren adam içeri gidip döndüğünde elinde küçük bir paket vardı. Koltuğun arkasından gelip boynuna bir öpücük kondurmuş ve doğum gününü kutlayıp hediyesini vermişti. Siyah deri bir cüzdandı. O an kendini çok mahcup hissetmişti. Eşinin dışında bir erkekten hediye almamıştı ki hiç! O bunları düşünürken adam yanına oturup öpmeye başlamıştı bile. Onun nikotin kokan nefesi içine dolduğunda, sanki büyülenmiş gibi tüm kötü düşünceler gidiyordu aklından. Elinden tutan adam, bir çocuk gibi yatağa sürüklemişti onu. Pencerelerde perde olmadığını o an fark etmişti. Adamın umurunda değildi aslında ama ısrarı üzerine bir çarşaf germişti cama. Sonra aceleyle soyunmuştu. ‘İşte yine robot gibi davranıyor’ demişti içinden. Sanki bir ihtiyaç giderme peşindeydi adam, içinde sevgi olmadan. Arkadaşının gelme olasılığına karşı tedbir almak isteyen adam, çırılçıplak gidip kapıyı kilitlemişti. Onun böylesine pervasız davranışları utanç duymasına sebep oluyordu. Ama adam, yılların verdiği pişkinlikle hiçbir şeyi umursamıyordu. Hızlıca yanına gelip öpmeye başlamıştı bile. Adamı içinde hissettiğinde sanki bir rüyadaydı. ‘İşte şimdi gerçekten benim oldun’ demişti adam, tohumları vücuduna boşalırken. Öyle bir zamanda bunu duymak, komik gelmişti kendisine. Sanki kendi kendine bir şeyler ispatlama peşindeydi, sevgilim dediği bu yabancı! Örtünme ihtiyacı hissetmeden ortada dolaşan bu adam, aslında ne kadar da uzaktı ona. Kendisi yine çıkarmamıştı elbisesini. Banyoya giren adam onu da duşa çağırmıştı ama o girmemişti. Kapıyı açık bırakarak yıkanmaya başlamıştı adam. Öylesine farklı geliyordu ki bu tavırlar, hoşlanıyor muydu yoksa tiksiniyor muydu kestiremiyordu. O yıkanırken kendisi de kavuniçi çekyatın üstüne uzanmış, açık kapıdan onu izliyordu. Az sonra beline sarılı havlusuyla gelip yanına yatmıştı adam da. Bir yandan ‘Seni istiyorum’ diyerek sokulurken, bir yandan da uzandıkları çekyatın üstünde bir yıl birlikte yaşadığı kadınla yaptıklarını anlatmaya başlamıştı. Bu nasıl bir iğrençlikti? ‘Hasta bu adam’ diye düşünüştü! Peki ya kendisi neydi? Neden dinliyordu bu rezillikleri? Tiksinerek kalkmıştı o çekyattan. Adamsa sırıtarak havluyu atmıştı üstünden ve arkasından gelip sarılmış, öpmeye başlamıştı bile… Fırsatı yakalamışken kaçırmak istemeyen bir tavır vardı hareketlerinde. Her şey çabucak olup bitiyordu zaten. El ele yolda yürürlerken, birden durup bakmıştı adam. Sonra kolunu omzuna atarak sımsıkı sarmıştı. Yürümekte zorlansa da hoşuna gitmişti bu yakınlaşma. ‘Belki de gerçekten seviyor’ diye sevinmişti, bu harekete aldanarak. O zamanlar, onun kalbinde sevgiye yer olmadığını göremeyecek kadar saf ve kördü çünkü. İçindeki tarifsiz boşluktan olsa gerek, beyni yanıldığını söylese de kalbi sevildiğine inanmak istiyordu. Tüm kadınların zaafı değil miydi bu? ‘Beni sakın üzme’ diye tekrarlıyordu içinden… Üzüleceğini bile bile! Hayatı boyunca içindeki sesin aksine davranmıştı. Bu yüzden kariyerini engellemiş, bu yüzden özgürlüğünü kısıtlamıştı. Ah bu inat kafası yok muydu? Ne çektiyse bu inadı sebepti. Şimdi de aynı yolda yürüyordu… Arabaya kadar getirmişti adam. Öperek yolcu ederken, kulağına o çok sevdiği kelimeyi fısıldamıştı! Bunu duymak özel hissettiriyordu kendini. Ah zavallı kadın, ne kadar da aptaldı. Sanki ilk kez bir erkekle çıkan küçük bir kız gibiydi… Genç kız değildi ama böyle bir ilişkiyi ilk kez yaşadığı da bir gerçekti! Ayrıldıktan birkaç dakika sonra sevgi mesajları gelmeye başlamıştı bile. Çok mutluydu çok… Kendini şanslı hissediyordu. ‘Seni hiç bırakmayacağım aşkım’ dedi kendi kendine. Ama o kötü ses yok muydu, bütün güzelliklerin orta yerinde giriveriyordu araya: ‘Üzüleceksin, vazgeç’!.. O sese rağmen, yaşayacaktı, hayatı ertelemeden… Kader karşılaştırmıştı onları ve yaşamalıydı, kaçmadan sonuna dek! Çünkü bu onun özgürlük nefesiydi, hayatının yeniden anlam kazanmasıydı... Ve sonunda acı da olsa yaşamalıydı!
Anibal Güleroğlu