Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '09

 
Kategori
TV Programları
 

Kasaba dizisi ve içinden gelen cılız sesler... (1)

Kasaba dizisi ve içinden gelen cılız sesler... (1)
 

Özel bir çalışmadır. Resme emek veren arkadaşa tekrar teşekkürler.


Ne tesadüftür ki ötekileşme konusuyla ilgili yazdığım son yazımdan sonra şimdi de ele aldığım konuda ötekileştirme konusunu içine alıyor.

Bu sefer bir dizi penceresinden konuya değineceğim. Aslında değineceğim ötekileştirme değil, dizinin kendisi ama konusu bu olunca birbirine paralel oldu son yazdıklarımla kendiliğinden. :)

Kasaba dizisi sanırım dokuz haftadır ATV ekranlarında oynamakta. ATV’yi 2008’den beri izlemediğim için bu diziyle tanışmam da oldukça geç oldu. Benim diziyle tanıştığımda altıncı bölüm oynuyordu. Diziyle ilgili aldığım olumlu eleştiriler üzerine netten tüm bölümleri bir gecede izledim.

Ve şunu fark ettim; son iki yıl içerisinde yapılmış konusu, replikleri, oyuncuları ve çekimleriyle en iyi dizi. Tabii bu demek değildir her şeyiyle mükemmel eksiklikler yok, elbette ki var. Yani bana göre, gözüme ilişen, kendimce eleştirdiğim, hoşnutsuz olduğum şeyler var. Bunlara ise sırası gelince değineceğim. Şimdi karşılaştırma yapınca dediğim nedenlerle son iki yılda yapılan en iyi dizi diyorum ve ne yazık ki tüm bu taşıdıklarıyla yeterli ilgiyi görememiş bir dizi. Başta bu ilgiyi göstermeyenlerden biri benim. Yeni bölümlerini bile ATV’den izlemiyorum. Bir çeşit ATV’ye yönelik protesto benimkisi kendimce. İşe yarıyor mu? Elbette ki bireysel bir tercih olduğu için hayır. Ama her bireye ulaşırsa, evet. Şimdilik kendimce uyguladığım protesto prensiplerimle örtüşüyor, kendime ters düşmüyorum. Bu yüzden bireysel olarak üstüme düşeni yapıyorum. Keşke her birey kendiyle ters düşmemeyi becerebilse.

Benden göremediği ilginin nedeni böyleyken diğer TV izleyicilerinden hak ettiği ilgiyi alamamasının nedeni çok daha trajik. Bence üzerinde durulması, düşünülmesi gereken konu bu olmalı.

Oynadığı saatte karşısında bulunan dizilerin içerisinde reytingi en yüksek dizi var. Malumunuz Yaprak Dökümü. Üçüncü sezonda bile rakiplerine oldukça yüksek fark atarak zirvede yerini koruyan Yaprak Dökümü’nün karşısında mücadelesini veriyor.

İçeriğine bakalım Yaprak Dökümünün; sıra dışı ilişkiler yumağı, entrikalar ağı.

Bu konuda defalarca yazdım aslında, buna rağmen yine yazacağım, tekrar yazacağım, tekrar yazacağım… Tâ kii insanlar kış uykusundan uyanana kadar.

Şimdi reytingleri üst düzeyde olan diğer birkaç diziyi ele alalım. Aşk-ı Memnu, Hanımın Çiftliği, Küçük Kadınlar ( gerçi onlar çok büyüdüler.:)) ) birde farklı kanaldan olsun Ezel.

Peki, bu dizilerde ne var yine bilindik çarpık ilişkiler yenge ile ilişki, arkadaşın sevgilisi ile ilişki evliyken yakında gerçekleşecek eski sevgilisiyle ilişki. Ve hızla büyütülen küçük kızlar… Yani tüm toplamda konular aldatma, ihanet üzerine kurulu.

Tüm hepsi de konusuyla aile yapısını bozan, zedeleyen sözde hoş karşılamadığımız ama nedense ekrana kilitlendiğimiz diziler.

Kanal-D bu işi biliyor. Halkın bu zaafını keşfetmiş ve neredeyse tüm dizileri bu içerikler üzerine kurgulamış reyting pastasından ilk sıralarda yerini alıyor. Geçmiş dizilere baktığımızda da durum farksız değil.

Şimdi izleyici ne verirlerse onu izliyoruz derse ben de derim ki alternatifler hak ettiklerini alıyor mu?

Yaprak Dökümü’nü izlemeyi bırakıp, Kasaba’yı izliyor muyuz? Küçük Kadınları bırakıp, Bu Kalp Seni Unutur mu’yu izliyor muyuz? Aşk-ı Memnu karşısına zaten rakip koyamıyor kanallar. Hanımın Çiftliği ile de iki Adanalı sen Adanalısın ben Adanalı yarışında. Ezel’e gelince İmirzalıoğlu gerçeği ile izlenen içi boş bir hayran dizisi. Yani kanallar ne kadar suçlu ise izleyiciler aynı oranda suçlu.

Kapitalist sistem yakaladığı çıkıştan kazancına bakarak ilerliyor. Yani onlar bu çarkta işin tek yönüne bakıyor. Ya biz? İşte burada düşünmek gerek.

Tercihimiz belli, entrika dolu, ihanet içerikli dizileri seviyoruz. Durumun acı ve trajik yanı da bu.

Daha da önemlisi bu çarpık ilişkileri doğalmış gibi algılamaya başlamak. Bir taraftan eleştirilen bu diziler reytinglerine bakıldığında tüm doğruları ters düz ediyor. Halk böyle dizileri seviyor ve artık orada Behlül’e acıyor. Adnan Bey’e ise yaşlı o yaşında evlenirse genç karısı yapar deniyor. Kendi yaşamında özlem duyduğu şeyleri görmek doğallaştırıyor bu beraberlikleri. Ya da Leyla’ya, Nejla’ya acıyor. Ferhunde’yi destekliyor. Amalarla başlayan cümleler bu yaşam şekillerini gizliden onaylıyor.

Entelektüel kesim ise çağdaşlık maskesinin ardında onaylıyor bu ilişkileri. Sonrasında da tablo ortada gençliğin ve ilişkilerin nereye koştuğu ortada.

Şu cümle durumun ne kadar vahim olduğunu suçlunun tek taraflı olmadığını izleyicinin de aynı oranda suçlu olduğunu daha iyi gösterir diye düşünüyorum.

“İlginç şeyler yaşamaya başladık. Bir gün Antep’ten bir müşteri aradı. Araştırmış ve sonunda bulmuş bizi. “Dün gece Bihter’in giydiği gecelikten karıma almak istiyorum” dedi.

Bu cümleler İzmirli modacı Sevim Ürkmez’e ait. “zengin dizi ailelerine” yatak odası kıyafeti hazırlayan İzmirli modacı yaşamış olduğu bir gerçeği kendisiyle yapılan bir röportajında böyle dile getirmiş. Aynı modacı bir İstanbul Masalı, Yabancı Damat ve Sıla’nın şu meşhur siyah geceliğini de tasarlamış. Ahlaksızlıkla suçladığımız Bihter’in gecelikleri yok satıyor. Sadece gecelikle kalsa Boran Ağa’nın fesleğenlerini de unutmamak gerekir :)

Yani sadece reytinglere değil diziye ait her şeye alıcı oluyoruz. Şimdi suçlu kim sizce? Kanallar mı yoksa bunlara alıcı olarak çanak tutan bizler mi? Ya da her iki taraf mı?

Daha farklı anlatmak gerekirse olayın nedenini, yani dizilerde öne çıkan aldatma konusunun sürekli işlenmesinin nedenini, durumun var olan yapı içerisinde nedeni bellidir aslında. Sadece biraz düşünmek yeterli. Ama ben yine de anlatacağım anlamak isteyenlere…

İnsanımız okumuyor ama televizyon izliyor.

Dünyada onlarca ülke, kültür ve sineması varken, televizyon kanallarımızın sadece ve sadece Amerikan kültürünün acenteliğini, pazarlamasını yaptığını söylemeye gerek yok bile. Bunu artık neredeyse bilmeyenimiz yok.

Değer yargılarından arındırılmış cinsellik genel geçer hale sokulmaya çalışılmaktadır.

Kültürümüzü biçimlendiren temel kültür kodlarımız kopartılıp, başka kültürlerin insanları olmaya yönlendiriliyoruz.

Aşkta sadakat artık romantik tekerleme işlevi bile görmüyor. Sevgili koleksiyonu ve onlardan alınan hediyeler aşkta kariyer geliştiren, itibar artıran şeyler haline getiriliyor. Duygular yalama ediliyor. İtiraf gecelerinin amentüsü seni seviyorum kutsal cümlesi şimdi artık plastik kokuyor.

Toplumları sarsmak için değerler aşındırılmakta, onu ayakta tutan en önemli kurum olan aileye saldırılmaktadır.

Romanlarda aldatma hakkınızı kullanmalısınız önerisi ikna edici biçimde yapılır. İhanet etmek bir hak olarak sunulur. Edebiyatımızda bunun misyonerliğini yapan Türkiyeli romancılarımız bulunmaktadır. Onların bu yazdığı romanlar şimdilerde kanallarda okumayan topluma görsellikle dikte ediliyor. Diziler halinde sunuluyor. Onların kitaplarının yetmediği yerde Amerikan kökenli kitaplardan ya da dizilerden yararlanıp bizlere uyarlanılıyor…

Bu diziler aracılığıyla kültürel değerlerimizin en aşağılık şey olarak gördüğü ihanet ve aldatma meşrulaştırılıyor, aşağılık olan yüceltilerek değer haline getiriliyor.

İhanet dizilerinde öyle sahneler ve duygu durumları ortaya konur ve aldatma öyle meşrulaştırılır ve doğallaştırılır ki, izleyici onu adeta yaşar, ilginç bulur ve gerçekleştirmek için çareler arar. Diziyi izlerken, kahramanla özdeşleşen, olaya onun penceresinden bakan izleyici zaten olayı yaşamaktadır. İzleyici aldatma duygusunu zihninde kurgulamış, yaşamıştır. Artık tabu yıkılmıştır. Eşler birbirine acaba diye bakmaya başlarlar. Bunun bir adım sonrası aldatma hakkını kullanan ya da kuşkunun pençesinde kıvranan eşlerin parçaladıkları ailelerdir. Edebiyatta bu tema insani bir durum olarak pekâlâ değerlendirilebilir ve sanatçının bakışı olarak yorumlanabilir. Ancak bunun diğer araçlarla da desteklendiğini görünce, büyük bir kampanyanın parçalarından biri olduğu anlaşılır, dersem yanlış söylemiş olmam sanırım.

Evlilik kurumunun ilkelliği dile dolanıyor. En ufak şeyler boşanma gerekçesi haline getirilerek aileyi parçalayıcı politika, program, yayın ve uygulamalarla aile güçsüzleştiriliyor, yok edilmeye çalışılıyor. Birlikte yaşama gecelik mevsimlik aşklar seçenek olarak sunuluyor.

Bu suyu içerseniz çağdaş modern Batılı olursunuz… Bizde zaten bu suyu severek, bilerek, isteyerek içiyoruz…

Zinanın adı çapkınlık, yapılan şey ise kaçamak oluyor. Bu kadar masum! Bunlara karşı çıkarsanız ya köylü olursunuz ya da gerici. Ben şimdi ne oldum kim bilir.:))

Emperyalizm ve Kapitalizm, bireylerde cinsel açlık duygusu yaratarak kendini ayakta tutmaya çalışır. Bunun için de bedeninize odaklanmanız sağlanır. Sağlıklı olmaktan çok, alımlı görünmek birinci hedefiniz olur. Tek derdi çekici olmak olan birinin ya da onun çekiciliğine kapılan diğer kişinin yurt ve dünya sorunlarıyla ilgilenmesi, sömürüye, işgallere, soygunlara ilgisi, açları, işsizleri, evsizleri mutsuzları, ötekileştirilenleri, kadına uygulanan şiddeti, özürlüleri, sokak çocuklarını düşünmesi ne kadar beklenir? Kendi bedeninin derdine düşmüştür ve tensel zevklerin peşindedir. Artık insanlık önemsizdir onun için. Böyle bir insanın, karısına Bihter'in geceliğini almasından doğal ne olabilir ki!...

Düne kadar normal dışı olarak düşünülenler artık normal oldu. Bilerek ve istenerek sistemli bir şekilde.

Davranışlar kitle iletişimi aracılığıyla değiştiriliyor, değerlerden arınık cinsellik teşvik ediliyor, biz de isteyerek ya da istemeyerek buna göz yumuyoruz, içinde yer alıyoruz.

Kültür her kuşakta yeniden üretilir. Kültürün yeni nesli içinde yetiştiği toplumun bir bireyi yapması (toplumsallaşma), geçmişte sözlü kültür aktarımı yoluyla yapılmaktaydı. Ozanlar, şamanlar, dervişler, dede ve nineler bu aktarımı yapardı. Modernleşmenin etkisiyle bunlar devre dışı kaldı. Günümüzde bu görev okula ve etkisine bakarak ondan önce de basına ve televizyonlara düşmektedir. Bu bağlamda medyadan beklenen temel kültür kodlarını oluşturan bize ait Keloğlan’ı, Köroğlu’nu Nasreddin Hoca’yı, Dede Korkut’u tarihsel efsane ve destanları çizgi filmler, sinema filmi, diziler ve tartışma programlarıyla güncellemek ve yeni kuşaklara aktarmaktır. Böyle yaparak hem ulusal kültüre hem evrensel kültüre katkıda bulunulabilirler.

Oysa medyamız bunun tam tersini yapmaktadır. Tom ve Jerry, Teletubbies, Pokemon şimdilerde Winks gibi çizgi filmleri, Noel Babaları, Ramboları, pembe dizileriyle sinema ve dizi filmleriyle yabancı karakterleri aktarırken, kendi değerlerimizin üstünü örtmekte, unutturmaktadır. Biz de unutmaya dünden hazırız ki verilenleri hemen kabul edip karşı seçeneklerini ret ediyoruz.

Milli kültürü özümsemeden evrensel kültüre ulaşılamaz. Üstelik evrensel kültür Batı kültürü, o da Amerikan kültürü olarak anlaşılıyor zaten.

Öte yandan sistem medyayı buna zorlamaktadır. Medya kendini reklamlarla besleyen uluslararası tüketim maddeleri üreticisi firmaların gereksinimlerini karşılayacak, arzularıyla bütünüyle bağdaşacak tarzda yayın yapmak için kendilerini baştan ayağa yeniler, parayı verenin çıkarına uygun davranışlar edinmiş insanların sayısını artırmak için büyük çabalar harcar. Bunu da yapmak zorundadır açıkçası. Ama medyayı ters aşağı edecek, etmesi gereken bizler bu durumu sağlamak yerine bu oluşumu destekliyoruz. Durum böyle olunca da Medya üzerine düşen görevi sistemin istediği şekille yapıyor, yapacaktır...

İşte bu yüzden diyorum ki;

Burada TV yayıncılığını tek başına suçlamak bana göre çokta adil değil. Suçun diğer tarafı bizler buna çanak tutuyoruz. Bilinçli yapılan bu yapımların bizi değiştirmesine, kültür kodlarımızla oynamasına izin veriyoruz. Onların karşısında olan farklı seçenekleri ret ediyoruz. Çünkü seviyoruz böyle yayınları, çünkü sosyal içerikli yapımlara bakmak gerçeklerle yüzleşmek demek, kulak tıkamamak demek, bu durum işimize geliyor her konuda olduğu gibi. Ahlak yapısı ters dizileri izlemek düşünmeden uzak tutuyor bizleri. Oysa bir tarihi izlemek bazı şeylerle yüzleşmek demek, ötekileştirme ve kadının şiddet görmesini aktaran bir diziyi izlemek ise hem gerçeklerle yüzleşmek hem de düşünmek demek.

Ne yazık ki bunlardan uzak durmamız gerek. Çünkü düşünmek tehlikeli. Çünkü yüzleşmek acı verir. Zaten düşünmeyi bilen, yüzleşmeden korkmayan bir toplum olsaydık bugün geldiğimiz nokta bu olmazdı. Gerçi düşündüğü için zindanlarda çürüyen onca insandan sonra bugün düşünmekten korkulması da çok şaşırtıcı olmasa gerek.

Mesele sadece Kasaba dizisinin hak ettiği değeri görmemesi değil elbette sadece toplum olarak dizilerin üzerimizdeki hâkimiyetine ayırdığımız zamanlarda ki tercihlerimizin nedenini ortaya koyabilmek amacındayım...

Bunlar benim tespitlerim, bilimsel değil tabiî ki de ama tecrübelerim ve halk arasında yaptığım söyleşiler, izlenim ve gözlemlerim bana bunları düşündürüyor ve paylaşma gereğini duyuyorum.

Acı bir tablo var önümüzde ve biz o tabloya kulak tıkıyoruz. Zaman zaman kanallara yüklensem de bugün geldiğim noktada kanalların tek başına suçlu olmadığını görüyorum. Halk olarak silkinebilir miyiz? Açıkçası ben çokta umutlu değilim nedenine gelince aynı tabloyu internetin bu tarz hikâyelerle dolu olan sitelerinde de görüyorum. Üstelik o hikâyelerin yazarları ve okuyucularını irdelediğimde bu işin eğitimle de uzaktan yakından alakalı olmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyorum. Daha doğrusu doğru eğitimle.

Günümüzde öğretmenler, üniversite çıkışlı olmalarına rağmen nitelik olarak olmaları gereken yerde değildirler. Öğretmenlik mesleği desteklenerek, öğretmenlerin de süreç içinde kendilerini geliştirmeleri sağlanmalıdır. Geçim derdinde olan dünyayı kavrayamamış öğretmenden önce kendisini, sonra da toplumunu bilişim toplumuna hazırlamasını beklemek boşunadır. O yüzden nitelikli öğretmen yokken nitelikli bireyler olmasını beklemekte doğru değil bu yüzden doğru eğitim deme gereğini duydum umarım yeterince açıklayabilmişimdir.

Daha önce örnek verdiğim sanal diziler başlıklı yazımda bu hikâye sitelerinden bahsetmiştim. Şimdi yeri geldiği için ve konuya paralellik teşkil ettiği için kısaca değineceğim hem hatırlatmak hem de kurduğum bağlantıyı anlatabilmek adına. Ama bir düzeltme yapma ihtiyacı duyuyorum. Bunlara daha önceki yazımda sanal diziler demiştim. Yani bu hikâyeleri böyle tanımlamıştım o yüzden şimdi bunlara sanal diziler demek yerine sanırım en doğru tabir Fanfiction hikâyeler demek olur diyorum...

Bunu neden diyorum? Bunu anlamak için Fanfiction hikâye ne demek önce onu anlamak gerek tabii ama oraya gelmeden bu hikâye sitelerinin nasıl oluştuğuna kısaca değineceğim hatırlamak için ve bilmeyenler için.

Bu hikâye sitelerinin çıkışları televizyon dizileri.

Birkaç forum sitesinde dizilerden etkilenilerek insanlar yazmaya başlamış sonra bu sitelerde bir araya gelerek kendi özgün hikâyelerine yer vermişler. Adına senaryo demişler, özgün hikâye demişler, dizi hikâyeleri demişler. Sonuç bir etkileşim adı her ne olursa olsun. Bunların edebi değerleri tartışılır o konuya hiç girmeyeceğim açıkçası.

Bu sitelerden en popüler olanları benim gördüğüm kadarıyla bizimhikayelerimiz.com ve DiziFilm.com. Tabi çokta emin olmamakla beraber sadece bir gözleme dayanarak bu iki site olduğunu söylüyorum. Belki bilmediğim daha popülerleri de vardır malum sanal geniş bir alan. Zaten konu bu siteler değil, bu iki hikâye sitesi üzerinden ve birkaç tespit ettiğim benzeri hikâye siteleri üzerinden dizilerle neden ilişkilendirdiğimi anlatmaya çalışmak. Gerçi Dizifilm.com durumu biraz daha farklı tamamen hikâye sitesi değil ama sanıyorum bu konuda ciddi anlamda ilk adım atanlardan ve tamamen hikâye sitelerinin yani Fanfiction sitelerinin çoğalmasına vesile olan bir site.

Her iki yerde de kişiler senaryolarınız ya da öyküleriniz diyerek kendilerine ait (bu da nette tam eminlik getirmese de, biz öyle dedikleri için öyle olduğunu umut edip inanıyoruz araya çalıntılar girse de) kurguladıkları hikâyeleri giriyorlar. Girilen bu hikâye sahiplerinin arasında akademisyenler de var hatta bana ilginç gelen ve araştırılması gerektiğini düşündüğüm muhasebecilerin yoğunluk taşıdığı kalemler var.:)) Ve aynı paralelde okur kesiminin çoğunu kadınlar ve çeşitli mesleğe mensup eğitim düzeyi oldukça yüksek insanlar takip ediyor. İstatistiksel bir veri değil verdiğim ama tablo üç aşağı beş yukarı bunu destekliyor.

Buraya kadar her şey normal. Dikkat çekmeye çalışacağım bir ayrıntıda yine diziler gibi burada da hikâyeleri takip edenlerin çoğu hatta tamamı bayanlar. Hatta yazanların tamamı da bayanlar. Tek tük erkekler araya sıkışmış görünmüyor.:) Buna da normal diyorum ve geliyorum anormal olana, yani düşünülmesi gerekene. Reytingi yüksek olan yani yorumcusu, tıklayıcısı ve izleyicisi yüksek olan hikâye sahiplerinin çoğu aynı yukarıda saydığım içeriklere sahip hikâye yazanlar. Konuları aldatma, kıskançlık ve bunların doğalmış gibi algılanması…

Burada iki gerçek var birincisi dizilerde sürekli işlenen bu konulardan kazanılan etkileşim yazıya da bu şekilde dökülüyor ve bu tarz hikâyeler çoğalıyor. Diğeri ise aynı sahiplenme, olayın doğallığı nette de mevcut ve eğitimle alakasız duruyor.

Yukarıda bu hikâyeleri tanımlarken Fanfiction hikâyeler demenin daha doğru olduğunu söyleşmiştim, işte kast ettiğim tamda buydu. Şimdi tanımını yapınca ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.

Kısaca fanfic, Türkçeleştirilmiş haliyle Hayran Kurgu, hayranların, bir dizi, bir film veya bir kitap gibi, hakları kendilerine ait olmayan orijinal eserler/karakterler üzerinde, herhangi bir kazanç beklentisi olmadan, eğlence amaçlı yazdıkları kurgu hikâyelerdir. Bu kurgu hikâyeler, tıpatıp orijinal yaratıcılarının kurdukları dünyalar üzerinde de gidebildikleri gibi, tamamen bambaşka dünyalar da yaratabilirler. Bu hikâye sitelerinde yazılanlar incelendiğinde tam da böyle bir tanıma uyuyor. Fanfiction hikâyeler konusunu belki daha sonra ki bir zamanda daha geniş kapsamlı ele alabilirim ama şimdilik bu kadar açıklama sanırım bilmeyenleri tatmin eder.

Şimdi şunu diyebilirsiniz bunların grup sayıları belli. Açıkçası o kadar masum ve küçümsenecek sayılara sahip değil bu guruplar. Üstelik her gün yeni bir site bunlara benzeyerek açıldığı düşünülürse 'küçümsemek' sadece bir aldatı olur kendimize. Şimdi vereceğim her iki site tablosundan düşünmeyi size bırakıyorum.

Dizfilm.com bu sitenin toplam üye sayısı 216 bin. 550’nin üzerinde dizi hikâyeleri ve özgün hikâyeler mevcut. Bu hikâyeleri takip eden üye sayısı 30 binin üzerinde tabii ziyaretçilerde okuyor bu hikâyeleri ama onları sayısal olarak bu verilerin üzerine katamıyoruz bu da sayının 30 binden fazla olduğunu gösterir. En az okunma sayısıyla bir senaryo gün içerisinde 200 en fazla da 500 görüntülenme elde ediyor.

Bizimhikayelerimiz.com’da ise durum şöyle; Üye sayısı 5196. Toplamda 742 dizi hikayesi ve özgün hikayeler mevcut. Bu hikâyeleri takip edenlerin sayısı da sadece hikâye sitesi olduğu için bu site üye sayısıyla doğru orantılı. Bölüm eklendiğinde ise popüler hikâyenin tıklanma sayısı 300 ile 500 arasında değişiklik gösteriyor.

İki site arasında önemli farklıklar var biri geniş yelpazeli bir site biri ise tamamen bu tarz hikâyelerin olduğu bir site. O yüzden durum değerlendirmesi yaparken aradaki bu ayrıma dikkat etmek gerekir. İşte buradan yola çıkarak soruyorum şimdi;

Sizce bu rakamlar küçümsenebilir mi?

İşin bu boyutunun dışında diğer bir tehlikeli boyutu ise; ablalarından görerek yazmaya yeni başlayanlar da aynı tarzda yazıyorlar bu sitelerde. Yani doğalmış, doğru buymuş gibi algılanıyor hızla.

Ve tehlikeli bir şey daha tespitlerimin arasında. Her geçen gün bu hikâye sitelerinin sayıları artmakta özgürlük ve serbestlik kavramları bir birine karıştırılmakta. Aralarında bir iki site dışında otokontrol mekanizması ve site kuralları işlememekte.

Yaşları küçük insanların da rahatlıkla takip ettiği bu sitelerde ciddi anlamda erotizm içerikli yayınlar yapılmakta. Bazıları öylesine edepsizce k, i bunları 14-15 hatta daha küçük çocuklarımızın okuduğunu düşündükçe tehlikenin boyutunu anlatmam imkânsız. Denetim mekanizması site kurucuları tarafından işlemediği gibi buna paralel hikâye yazarları da özensiz. Bunun adına özgürlük diyorlar. Oysaki verilen zararlar özgürlük gibi önemli bir kavramın içine girmiyor.

Aralarında bu denetimi uygulayanlar, kendince farklı çözümler üretenler de var tabiî ki. Örneğin Dizifilm.com, örneğin bizimhikayelerimiz.com ya da benim tespit edemediğim adını bilmediğim hikâye siteleri işini ciddiye alıp hem hikâye yazarlarına hem de okurlarına aynı mesafede yaklaşıyorlar. Tabii durum böyle olunca da yazarlarda daha özenli davranıyor. Ancak adını vermek istemediğim birkaç site var ki birleşme anını tüm çıplaklığıyla genele sunuyor, sunmakla kalmayıp bile bile yaşları küçük olan okurlara yazdıklarıyla cinsel fantezilere ortak ediyorlar. Bir çeşit pornografi kibarlaştırılarak sunuluyor.

Tabii başta da söyledim bu siteler edebi siteler değil tamamen amatörce bu işe soyunmuş kişilerden oluşmuş çalakalem yazılan yerler. Aralarında çok iyi kalemler var elbette ki bunlara önce ki yazımda yer vermiştim şimdi tekrarlamak istemiyorum. Edebi özellik taşımıyor derken bu işi sırtlayan gerçekten amatör olup profesyonel öyküler çıkaran siteler konumuz dışında olduğu için özellikle beyaz dizi formatlı hikâye sitelerini aktarıyorum durum yanlış anlaşılmasın diye de altını çiziyorum.

Fakat sorarsanız eğer tv dizileri mi daha iyi kaleme alınıyor, yoksa internetteki bu hikâyeler mi açıkçası dürüst olmak gerekirse bu sitelerde kaleme alınanların daha iyi olduğunu düşünüyorum. Fırsat verilirse eğer tv dizilerinde ki senaristlerden daha iyi işler çıkaracaklardır. Onlarda bu fırsatı belki bir gün yakalarım umuduyla zaten yazıyorlar, yazmaya devam ediyorlar.

Brezilya dizileri, beyazdiziler sever bir toplum olduğumuzu bu tarz hikâye sitelerinin artışından da anlıyoruz. Ve TV ekranlarında izlediğimiz reyting rekorları kıran dizilere baktığımızda da durum farklı değil. Yani özetle biz Türk toplumu Brezilya dizilerine ve onlara benzer anlatımlarla oluşan hikâyelere tapıyoruz.

Beyazdizi formatlı diziler, hikâyeler kesiştikleri nokta bu.

Bu düşünmemiz gereken bir durum değil mi? Bu ağlamamız gereken bir durum değil mi? Nasıl TV ekranlarında bu pastadan payını alan kanallar önde ise aynı durum nette de sürüyor. Bu sefer bunun farkına varan kişiler bu tarz sitelere yönlenmiş durumda ve izleyen, okuyan kesimde küçümsenmeyecek boyutta. Bu duruma bilerek getirilelim ya da adı her ne ise yapılanın, ortada olan tek gerçek suçun diğer bölümünü bizlerin oluşturduğu.

Birey, devlet-birey ilişkisi bakımından “köle” iken sonra “kul” oldu. Modernleşmeyle “yönetilen”, şimdilerdeyse “yöneten” olmak istiyor. Ancak kavramı iyi sorgulamazsa yöneten olmaktan çok “yönlendirilen” olmak durumunda kalacaktır. Ki şu anki durum tamda bu.

Tüm bunları toparladıktan sonra gelelim Kasabaya bu dizinin gerçekten izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Diziyi genel hatlarıyla kendimce değerlendirerek ilginize sunmaya çalışacağım.

Ama bunu bugün hemen yaparak diziye ikinci kez haksızlık etmek istemiyorum çünkü yazı çokça uzayacak ve okumadan sıkılanlar yarıda bırakacak. Bu yüzden şimdilik bu girişle bırakıyorum ve konuyu ikiye bölüyorum. Yazdıklarımın sindirilip düşünülmesini umuyorum. Bir sonraki bölümde kaldığım yerden devam edeceğim. İyi okumalar ve iyi düşünmeler…

Ah Kasaba şimdiden bana ne kadar da çok malzeme çıkardın bakalım daha ne kadar çıkaracaksın.:)

oyatekin@gmail.com

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..