Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '11

 
Kategori
Sinema
 

Kaybedenler Klubü'nün tedirgin hikayesi

Kaybedenler Klubü'nün tedirgin hikayesi
 

Ekip Film bu filmi neden tedirginlikle sundu dersiniz? Hiç düşünüdüz mü? 

Bolca küfür ve seks unsuru içerdiği için mi? Yoksa yürüyen sisteme karşı geldikleri için mi? Ya da anlaşılamamaktan mı korktular? Ne dersiniz? 

Bence hiçbiri... 

"Ekip Film tedirginlikle sunar", zira bu filmi yapan adam da etrafında dolaştığı ruhu yakalayıp yakalayamadığından emin değil. Hatta yakalayamadığından emin de, bakalım biz uyanacak mıyız diye tedirgin. 

Filmin konusunu duyduğumda bir Fight Club, bir Requiem For A Dream ya da bir Trainspotting beklemedim elbette... Sinema kalitesi açısından bu pek olası değildi tabii ama, en azından ait olduğum kültürün metropol zinciri içinde yalnızlığa sürüklenen profilini hissetmeyi bekledim. Ama yoktu... Keşke Tolga Örnek öyle tedirginlikle değil; şöyle gümbür gümbür altı dolu dolu verebilseydi o yalnızlığı, o kayboluşa doğru giden yolu... Zira hikayenın aslı çok güzeldi, eğer gerçekten iyi kurgulanabilseydi... 

Kaan, Mete, Zeynep... Oyunculuklara da karakterlere de diyecek sözüm yok. Yok da, Nejat İşler'in, Mustafa Hakkında Her Şey ve Barda filmlerindeki oyunculuklarını düşündüm de...Adam bu filmde zaten kendine yakın bir karakteri oynamış, fazla zorlandığını sanmam. Keza diğer oyuncular için de olağanüstü bir performanstan bahsetmek pek mümkün değil! 

Yalnız Serra Yılmaz'a ve de Mete'nin annesine özel olarak değinmeden geçemeyeceğim. O ne muhteşem bir performans ve ne ideal bir anne karakteriydi öyle... İzlerken dedim ki; işte budur! Oğlumun bundan otuz sene sonra sahip olmasını istediğim anne tam olarak bu! Oğluyla fikir, duygu ve hatta kitap alışverişinde bulunan, hayatı anne olmanın çok daha ötesinde farklı ve bağımsız nitelendirebilip oğlunu hayatın içinde bir yarış atı gibi görmeyen, onun hayallerini destekleyen, bir çok annenin tahammül gösteremeyeceği radyodaki dialoglarını özel olarak dinleyip yerine göre destek veren, bir oğulun zorunda hissettiği için değil, keyifli bir akşam geçirmek için koşup kavuşmak isteyeceği bir anne... Serra Yılmaz'ın oyunculuğuna gelince, o olmadan artık Türkler sanat filmi çekemiyor bence, kadın adeta bir tür fenomen... 

Ahu Türkpençe'ye gelince...Kendisine, Serra Yılmaz'dan sonra değinmemi de yadırgamayın lütfen, kesinlikle tesadüf değil. Zira o Zeynep ne sinir bozucu karakterdi öyle... Bazı kadınlar böyle oluyor işte. Hem salak hem saygısız. O adamdan iyi aile babası olmasını bekleyecek kadar salak, kendisini en başından saklamayan bir adamdan değişmesini bekleyecek kadar saygısız...Mete'nin söyledikleri nasıl da doğru bu anlamda. Kadınlar seni sen yapan özelliklere aşık olup sonra o özelliklerden kurtulmanızı bekleyebilir... 

Programa katılan dinleyicilere gelince...Kuşbeyin filmdeki yegane muhteşem karakterdi zaten. Çoğunluk bu konuda hemfikir. Bana sırtımla kendim arasındaki mesafeyi içerden ve dışardan ayrı ayrı ölçtüren o sözler, ruhumun seyir defterinde sonsuzluğa uzanmak üzere yerini aldı. Zaten bu karakter de olmasaydı, aynı odada iki ayrı çiftin seks yaptığı olağanüstü gereksiz ve sadece sansasyon yaratsın diye filme eklenmiş o sahnenin yanına, üç-beş sevişme sahnesi daha serpiştirip filmi erotik film haline getirmenin daha makul olacağını düşünecektim. Zira, Brit, intihara meyilli ressam ve programa katılan diğer şahıslar çok da enterasan değildi. Ama AUM sahnesinde güldüğümü ve ressamın annesini kaybettiğine dair anlattığı hikayeyi dinlerken ağladığımı itiraf etmeliyim. Ama hayır yetmedi, yetersiz kaldı bu karakterler.Bu hikaye için çok daha özel adamlar yaratılmalıydı. 

Yukarıda erotizm konusuna değinmişken, şimdi yiğidi öldürüyoruz madem hakkını da verelim, Mete ve Zeynep'in sevişme sahneleri de, yukarıda bahsettiğim yüksek dozda erotik sahneye inat; olağanüstü estetikti. İşin içine aşk girince her şey başkalaşıyor sanki, film de bu duyguyu vermeye çalışmış bence...Bunu başarmış da gerekli ve gereksiz sevişme sahneleriyle belki de... 

Kurgu içinde en saçma olan hususa gelince, o da şuydu ki intihara meyilli ressamın çektiği programlardan da anlaşılacağı üzere, adamlar kaç zamandır program yapıyor ama RTÜK nasıl oluyorsa sadece ceza vermekle yetiniyor. Alınan cezalara, uyarılara rağmen de aynen devam ediyorlar ve nedense RTÜK ne programı durduruyor, ne kanalı kapatıyor. Sen alenen telefon seksi yap, "pompaya devam" gibi manyak sloganlar bul, millete yok "sizinle yatmış mıydık?" yok "açılışınız ne zaman oldu?" gibi abuk sorular sor, daha da tehlikelisi New York için iftar vakti ver; RTÜK senin programını kendi kendi bitirmeni beklesin ve para cezası vermekle yetinsin...Yok artık!!! Sanırım bu filmde bizim bildiğimiz RTÜK'ten başka bir RTÜK'ten bahsediyorlar! 

Ey yapımcı, senarist ya da sair ilgilisine! Size sesleniyorum, şu işleri yaparken bir hukukçudan da görüş alıverin bir zahmet. Para vermek istemiyorsanız, ben valla keyifle ücret almadan yaparım, bana sadece MB'den bir mesaj atın yeter! 

Bunca olumsuz eleştiriden sonra sözü herhalde bu filme gitmeyin der gibi bağlayacağımı düşünüyorsunuzdur. Aksine gidin, hatta mutlaka izleyin ve filmin soundtrack'i My Woman'ı o hikayenin içinde dinleyin... Bu filmden bana geriye kalan en güzel şey bu şarkı ve inanın hikayesi içinde saklı... 

"My woman touch my heart and then my soul feel the woman hiding beyond..." 

 

 

 

 
Toplam blog
: 42
: 1011
Kayıt tarihi
: 16.06.10
 
 

1980 'de doğdum. Batı'da küçük bir şehirde büyüdüm. Büyüyünce durduğum yerde duramaz oldum. Kuş o..