Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

13 Eylül '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Kayıp ruhlar

Kayıp ruhlar
 

salvador dali


Bölük pörçük, parça parça, yarım yamalak bir ses uğrayıverdi kulaklarıma. Anımsadığım bir kapı, bir masa ve hafif açık pencereden içeriye süzülen bir avuç rüzgar… Belki de bendim o rüzgar, bendim o içeriye süzülen, o havayı solumaya çalışan ama hep duygusallaşan ve hep bu yüzden mantığın kıyısına bile uğrayamayan. İnsan mantıksız olduğunda daha sahici, daha ruhuyla bütün, daha kendinden öte bir kendi daha…

Ego’nun derinliklerine daldığında zehirlenmişsindir, kendi kendini zehirlemişsin, kendi denizinde kendi geminin içinde bile bile fırtınalara esir olmuşsundur.

Çıkart at üzerinden takındığın bütün ünvanlarını, ilk doğduğun andaki gibi bilmemeyi yeğle, bilmemenin hafifliğiyle yepyeni hayatları içeriye davet et…

Bırak ruhun dost arasın kendine, hapsetme onu egonun içine.

Her sabah önünden geçtiğin ama kaldırıp kafanı bakmayı hep unuttuğun çınar ağacını düşün, onun da sana ihtiyacı var, gülümse çınar ağacına, ona selam ver, doğaya selam verir gibi, hayata selam verir gibi… Söz ver çınar ağacına “bugün güzel bir gün daha olacak” diye. Kuşlar uçtuğunda yaşıyorsundur, gün bittiğinde ya da…

Hayatın uç noktalarını ararız bazen, çok yorulmuş, yılgın hissetiğimizde bir uç nokta buluruz kendimize. Kimi insan fazla neşeli, aşırı tepkili olur, kimi insan da karamsar, bıkkın, ağlamaklı… Her iki durumda da kendi uydurmalarımızla şekillendiririz hayatlarımızı. Uç noktalar yoktur, ortalama, “orta” hayatlar vardır ve aslı bunlar gerçektir. Gerçek olan içtendir, ruha işler, bedenden geçip gider uzaklara…

Ruhumuzu kalıplara sokmakla, dünyevi, maddi sığınaklarla yoğrulmakla geçiririz hayatlarımızı. Ruhlarımızın özgürlüğe ihtiyacı var, bedenimizin havaya, suya, toprağa ihtiyacı olduğu kadar…Özgürleşebilen ruhlar hafiftir, gerçektir, tutarlı ve huzurludurlar.

Biz kendimize o kadar yabancılaşıyoruz ki bazı anlarda ruhumuzu tanımaya, ihtiyaçlarını anlamaya vaktimiz kalmıyor…

Bir kadın tanımıştım; hep bedeninin kıvrımlarına takılırdı, öyle ki ruhunu kendine o kadar yabancılaştırırdı ki hangi yüzü gerçek, hangisi yapmacık anlayamazdım. Gülümseyişi sanki istemeden bir gereklilik icabıydı. Gülmek istemiyorsan mecburen de olsa gülmeyeceksin, güldüğünde ise bu içten olacak “gözlerin ve ruhunla birlikte”…

“Mış” gibi yapmayacaksın, o zaman kendin değilsin, “sen” değilsin. Bu hesabı kendine nasıl vereceksin. “Mış” gibi yapmak insanı kendinden uzaklaştırır, bir zaman sonra “bana ne oldu” dersin. Ruhuna, hücrelerine yabancılaşmış hissedersin kendini. Bu yabancılaşma uzun zaman sürdüğünde kanıksanmış bir hal oluşur bedeninde, sanki doğduğun andan itibaren bu sahtecilik içinde olduğunu düşünürsün. Hatta düşünmezsin, “düşünmek zaman alır” öyle bir geçirirsin içinden…

Bizimle, bedenimizle, ruhumuzla bütünleşmiş öyle çok şey var ki hayatlarımızda, hangisi gerçek, hangisi gerçekdışı anlayamıyoruz çoğu zaman. Unuttuğumuz bir şey var, o da; “ruhumuz” kimi zaman çocuksu ezgilerle hatırladığımız, kimi zamansa yetişkin olmanın verdiği dinginlikle aklımızda hep var olan “ruhlarımız”…

Bölük pörçük, parça parça, yarım yamalak bir ses uğrayıverdi kulaklarıma. Bu ses kaybetmek üzere olduğum “ruhumun” sesiydi belki de. Onu duymaya söz verdim.

Ruhlarımızla uğurlayalım içimizde uzun süredir varolmuş bizden ayrı, bizden farklı “an” ları.

“An” ı yaşamakla başlayalım…

 
Toplam blog
: 69
: 720
Kayıt tarihi
: 17.10.06
 
 

Ben 1982 İstanbul doğumluyum. Selçuk Üniversitesi Süt ve Ürünleri ve Anadolu üniversitesi Çalışma Ek..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara