Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Kekova'da üç kadın ve son yaz...

Kekova'da üç kadın ve son yaz...
 

Gündoğumunda altın bir tepsi gibi alev alev yanar Akdeniz...


Zamana direnen bir coğrafya ve insanlar…

Tarihi her adımda ya da kulaçta derinden hissedeceğiniz bir deniz müzesi.

Sağınızda solunuzda, önünüzde, arkanızda batan bir uygarlığın kalıntıları, yarım kalmış odalar, nereye indiği belirsiz, sonlanmamış merdivenler, surlar, hemen kıyıda başlayıp da denizin dibine uzanıveren devasa duvarlar…

Akdenizin bağrında hep kare biçimli kayalardan, kalıntılardan oluşan birdenbire yükseliveren artık ebabil kuşlarına evsahipliği yapan minik adacıklar…

Gündoğarken altın bir tepsi gibi alev alev yanan ve günbatımından sonra da inanılmaz bir laciverde bürünen eflatun hareli sakin bir Akdeniz.

Dolunayın kraliyeti olduğu söylense de, dolunay başka memleketleri ışıtırken , gecenin en koyu ve en karanlık anında yakamozlar onları bulmak için sizi bekler...

Küçücük bir teknenin içinden sarkıp, ellerinizle Akdenizi okşarken ya da yüzerken, ellerinizde, kollarınızda teninizde oluşan elmas gibi parıltılar, yanıp sönen ışıklar, teknenin gerisinde, sağında solunda oluşan köpüklerin arasındaki yakamozlar…bir düş gibi sarar sizi. Hani düş mü gerçek mi bir türlü anlayamayıp, kendinize esaslı bir çimdik attığınız anlardan biridir işte o an…

Yıldızlar mı düşmüş denize ? Büyür de büyür Akdeniz' e düşüp ellerimize yapışan suretleri...yıldızların ucu köpüklere değer ve her köpük koskoca bir evren olur Akdenizin o en koyu en karanlık yerinde. Yeryüzü sessiz. Yalnız AKdeniz ve biz...

Kaştan, Demreden , Kemerden, Kalkandan, Fethiyeden kalkan tekneler sizi günü birliğine Kekova’ya götürür. Beni de götürdü tam üç kez beş sene, on sene gibi zaman aralıkları ile . Ama yetmedi. Hep içimde, gönlümün sandıkları arasında yarım kalan bir şarkı, bir düş gibi kaldı durdu, Kekova.

Kekova, 4.5 km 2 büyüklüğündeki Akdenizin nadir adalarından biri. Rivayete göre 1900 yıl önce büyük bir depremle kopmuş anakaradan. Ve batık şehir ismi ile anılan Likya uygarlığının antik kenti te böylece kopmuş Kaleköy ve Üçağız köylerinden.

Kaleköy’de yüzyıllardır, tek bir çivi çakılmamış kaya evlerde sürer gider yaşam. Ve 20-30 aile, zamanın değişim gücüne direnip durur. Orta öğrenim çağındaki çocukları bile ortaklaşa tutulan teknelerle önce Üçağız Köyüne sonra da karayolundan Demreye gidip gelir okullarına...Koç ailesinin yaptırmış olduğu ilkokulda yine ailenin göndermiş olduğu öğretmenle sadece iki çocuk ilköğrenimlerini sürdürürler Kaleköy’de. Her yıl her şeyin bıraktığınız gibi olmasının en önemli nedeni, köyün karayolu bağlantısının olmamasıdır.

Üçağız Köyü ise, üç ayrı adacığın yol verdiği girişle bağlanır Akdenize. Sarp Toroslarla çevrili büyücek bir havuz gibi olduğu için bulanıktır suları. Demre ilçesine yarım saat süren bir karayolu ile bağlı olması nedeniyle son yirmi yıl içinde büyük değişim geçirmiş, gezginlere kucak açmış, özellikle tekne ve yat turizminde söz sahibi olmuştur.

Kimi 30 yıl önce ferrarisini satıp gelmiş İstanbullardan sevdiceğini peşine takıp. Yetmemiş yayla köylerinden evlat edinmiş abi-kardeş. Elektrik bile istememiş de köyün en uzak, en ücra yarımadasının üzerine kurmuş evcağızını.

Kimi Azeri kızı güzel Meryem’i eş yapmış kendine, doğan çocuklarında yaşasın istemiş babası Enver kaptanın ismi. Ali’si de kendi gibi doğuştan denizci, elleri ile tutar balıkları…

O Meryem ki, köyde güzelliği dillere destan. Akıllı, çalışkan, becerikli…Denizin içinde Kekovanın taşından odalar yapmış denizci Yusufu ile birlikte Kekova aşıklarına.Marina Pansiyonda en taze akya, çupra, levreklerle, sadece kendilerinin bildikleri tarifi saklı soslarla süsleyip, ikram etmişler çıtır kalamarları onlara.

Kaleköyde, Üçağızda, Kekova’da, Uşakta, İstanbulda birbirinden habersiz sürüp giderken binlerce yaşam ve oradakilerin her biri kendilerini dünyanın merkezi sanırken…

2008’ in bir bayram tatili yazın son demlerine raslar.

Yaz gitti gidecek gözgöre göre, tıpkı hayat gibi...

Bu hikayenin anlatıcısı Kekovayı bilir ama, Üçağız neresi, Kaleköy neresi onu bilmez. İyi ki de bilmez.

Gönlünün Sema’sını, canının Cansın’ını katar yanına…

Üçağız’da bulurlar kendilerini.

Üçağız’ da tavanı ahşap tonozlar, duvarları Kekova taşından örülü, dört tarafı pencereli ve denizin içinde bir odada .Öyle ki tam denizin içindeki oda, yıldızların aksi altındaki Akdenizin çıldırtıcı güzelliği heyecandan uyutmaz bile onları…

Güzeller güzeli Azeri kızı Meryem karşılar onları, üç oğlu, denizci kocası Yusufla birlikte.

Üçağız , üç girişli havuz gibidir. Ama bulanıktır suları, girilmez denizine.

Ne gam !

Bazen Yusuf, bazen Meryemin yakışıklı kardeşi Osman taşır onları tekne ile koylara. Tersaneye, Kaleköye, Akvaryuma, Burç kalesine…Hele bir koy vardır ki…

Hani ferrarisini satıp tam 30 yıl önce İstanbuldan gelip yerleşmiş bilge var ya…

İşte onun koyuna, onun adasına…

Kekova, inanılmaz bir deniz trafiğinin olduğu bir yer. Tekneler, motorlar, kanolar…Adeta Venedik gibi. Kekova aşıklarının büyük bir kısmı Türkten çok İngiliz, İtalyan.

Beşyıldızlı otel, büyük kumsallı plajlar, beachler, animasyonlar aramayın sakın…

Deniz, doğa, tarih, efsaneler, kaya evler ve yakamozlar ve insanlar hem bir düş gibi gerçeküstü, hem de inanılmaz doğaldır. Böylesi bir güzellik ve yaşam hiç düşlememişsinizdir bile ama içine girdiğinizde asırlardır orada yaşıyorsunuz gibi sarmalar sizi. Ve sonsuza kadar yaşamanız gereken tek yer orasıdır artık. Üç günlüğüne gitmişsinizdir aslında ama bir türlü kopamazsınız, bir gün daha bir gün daha...uzatır durursunuz o gerçeküstü güzelliği yaşamayı.

Bir günbatımında tam mora kesilirken Akdeniz , geldiğiniz köyden ; bu kez bir gündoğumunda altın bir tepsi içinde alev alev yanarken ayrılırsınız çaresiz...

Cebinizde biraz Likyadan bu zamana uzanan anılar, biraz AKdenizin mavi tuzu, batıkşehirlerin kumları, korsan mağarasının keskin ve gizemli havası, teninizde yanıp sönen bir yakamoz kalır.

Ve bir ekim zamanı kesişiveren yollarla , bundan böyle hep hayatınızın içinde varolacak güzel insanların suretleri...

Ellerinizde hala kekik kokuları...




"Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi "

 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..