Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '08

 
Kategori
Kitap
 

Masumiyet Müzesi

Masumiyet Müzesi
 

Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim,bu mutluluğu koruyabilir,her şey de bambaşka gelişebilir miydi ? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu. Derin bir huzurla her yerimi saran o harika altın an belki bir kaç saniye sürmüştü, ama mutluluk bana saatlerce, yıllarca gibi gelmişti. 26 Mayıs 1975 Pazartesi günü, saat üçe çeyrek kala civarında bir an, sanki bizim suçtan, günahtan, cezadan ve pişmanlıktan kurtulduğumuz gibi, dünyada yerçekimi ve zamanın kurallarından kurtulmuş gibiydi. Füsun'un sıcaktan ve sevişmekten ter içinde kalmış omzunu öpmüş, onu arkadan yavaşça sarmış, içine girmiş ve sol kulağını hafifçe ısırmıştım ki,kulağına takılı küpe uzunca bir an sanki havada durdu ve sonra da kendiliğinden düştü. O kadar mutluyduk ki, o gün şekline hiç dikkat etmediğim bu küpeyi sanki hiç farketmedik ve öpüşmeye devam ettik. "

Masumiyet Müzesi ;"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum " diye başlayan ilk cümlesi ile "Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.” son cümlesi arasında coşkulu, hüzünlü, hatta arabeske varan ölçülerde acılı, çileli, bunca acıya karşın zevkle , keyifle, sevinçle akan bir nehir gibi ...

Ya da yazarın deyimi ile küçük mutlu anları/noktaları birleştiren 30 yıllık bir zaman çizgisinin anlatımı.

Eğer o an Kemal, hayatının en mutlu anı olduğunun farkına varsaydı, bu roman olur muydu ?

Yaşamda çekilen çileler; farkında olmadıklarımızın, değerini bilmediklerimizin kefareti mi ? Romanın kahramanı Kemal, gerçekten kemale ermek için bu kefareti ödemek zorunda mı ?

Masumiyet Müzesi, Pamuk'un diğer yapıtlarından farklı olarak aşkın merkezde ve araç değil, amaç olduğu bir roman. Ama daha çok Kemal’ in Füsuna duyduğu saplantılı, tutkulu hatta mazoşizme, fetişizme varan hastalıklı aşkının hikayesi. Füsun karakteri, aşkı, duyguları belki de özellikle flu bırakılmış. Sadece ipuçları var. İpuçlarından her okur, kendi sonucunu çıkarabilir elbette. İhtiraslı, hırslı ve bencil bir kişilik olduğu ve Füsun'un aşkının, koşullu bir aşk olduğu sonucuna varabileceği gibi, en değerli hazinesini yani bekaretini, en çok sevdiği insana verecek kadar aşık ve yalanı asla affetmeyen , yalansız bir aşk için ölümü bile göze alacak kadar saf, masum, özgür bir kadın olduğu kanısını da. Belki de Pamuk, aşkı kadın cephesinden irdelemeyi başka bir romana bırakıyor...

Birinci tekil şahıs ağzından ve onun gözü ile kaleme alınan Kemalin aşkı ; tutku, kendinden kaçış, arayış, çıkış yolları ve çözülüşü safhalarında öylesine derin, ayrıntılı ve yoğun betimleniyor ki; ister istemez Orhan Pamuk acaba Kemal olabilir mi şeklinde bir duyguya kapılıyorsunuz. Romancının gücü de belki burada gösteriyor kendini. Yazarın kendisi de baştaki ipucundan çok sonra, son anda romana dahil oluyor zaten.

Kitap 1975 yılından başlayıp, günümüze kadar uzanan bir zaman dilimini kapsıyor. Türkiyedeki sosyal yapının değişimi, tabular ve tabularla aşkın ilişkisi, din olgusu, üst burjuva sınıfının değerleri, yaşam biçimleri, sıradan ve sıradışı insanları ve İstanbul'u işliyor bir yandan nakış nakış. Ve bu görünümü ile bir yandan çok severek okuduğum Cevdet bey ve Oğulları ile İstanbul romanını da çağrıştırırken, bir yandan da dünya dillerine çevirilerinde İstanbul'un yine baş kahraman olacağının işaretlerini veriyor.

Dahil olduğu üst sınıf burjuva insanının değer ve inanışları ile "sıradan insan "Füsun’ la ilişkisini sürdürmeye kalkışan Kemal, bu hatasını anladığında kendi sınıfındaki insanların hasta olarak gördüğü bir karasevdalıdır artık. Ve ancak o sınıfı terk ederek, baskıcı dayatmacı, eritici burjuva kalıplarına karşı önce kaçarak, sıradan insanların yaşamlarına dahil olarak ve nihayet kendi mekânını oluşturarak direnir. Merhamet Apartmanı, üst sınıf burjuva Kemal'in kaçış sığınağı iken Çukurcuma’daki apartman ve çevresi, değişiminin, eyleme geçişinin, mutluluğuna mal olduğuna inandığı burjuva değerlerine başkaldırısının sembolüdür. Ve bu sembol, somutlaşan müze fikri ile sanata dönüşecektir.

Romanın en özgün yanı, eşyaların ruhu ve aşk ile ilişkisi. Eşyaların , hatta seraplara , hayaletlere dönüşen anların teselli gücü, ruhu ve dilleri.

"Gerçek müzeler, zamanın mekana dönüştüğü yerlerdir. " Yazara göre. Ve O, eşyaların ruhlarını fark eden bir Şaman üstadıdır. " Eşyaların gücü, içlerinde birikmiş hatıralar kadar, bizim hayal ve hatırlama gücümüzün cilvelerine de bağlıdır elbette. Başka zaman hiç ilgilenmeyeceğim,hatta bayağı bulacağım sepet içindeki bu Edirne sabunları, sabundan yapılmış bu üzümler, ayvalar, kayısı ve çilekler, tombala hediyesi olduğu için yılbaşı gecelerinde derinden hissettiğim huzur ve mutluluk duygusunu, Keskinlerin sofrasında geçirdiğim sihirli saatlerin hayatımın engüzel saatleri olduğunu hatırlatır bana. Ama bu duyguların yalnız bana ait olmadığına, bu eşyalarla yıllar sonra karşılaşan müze ziyaretçilerinin de, aynı şeyleri hissedeceğine de içtenlikle ve saflıkla inanırım."
................

"Ay ışığında gölgeler içinde ve sanki boşluktaymış gibi gözüken eşyaların her biri, Aristo'nun bölünemez atomları gibi, bölünemez bir ana işaret ediyordu. Aristoya göre anları birleştiren çizginin zaman olması gibi, eşyaları birleştiren çizginin de bir hikaye olacağını anlıyordum."

Eşyalar mutlu anların sembolü, romansa aslında eşyalar için bir araç, hatta katalogdur onun için.

Kitabın çok sevdiğim, Kemal'in o an yaşanırken, farkındalıkla kendinden geçip mutlu olduğu, küçüçük sevinçlerle örülü kısacık anları anlatan " BAZAN " başlıklı bölümünden alıntılarla bitirmek istiyorum yazımı :

"Bazan hiç bir şey yapmaz, sessizce otururduk. Bazan Tarık Bey, televizyondaki programdan hepimiz gibi sıkılır ve göz ucuyla gazetesini okurdu. Bazan yokuştan aşağı bir araba, kornasını çalarak gürültüyle iner, o zaman hepimiz susar, arabanın geçişine kulak kabartırdık. Bazan yağmur yağar, camlardaki tıpırtıyı dinlerdik. Bazan "Hava ne sıcak" derdik. Bazan Nesibe Hala küllükte bir sigarası olduğunu unutur, mutfakta bir tane daha yakardı. Bazan Füsun'un eline hiç kimseye fark ettirmeden onbeş-yirmi saniye bakar, ona daha da hayran olurdum.......Bazan uzaklardan bir patlama sesi gelirdi.......Bazan Füsun öyle güzel esnerdi ki, bütün dünyayı unuttuğunu ve kendi ruhunun derinliklerinden daha huzurlu bir hayatı, tıpkı sıcak bir yaz günü kovayla su çeker gibi çektiğini düşünürdüm.......Bazan "Bir sigara içeyim,gideyim derdim. Bazan Zaman'ı bütünüyle unutur, "şimdi"nin içine yumuşacık bir yatağa yatar gibi yayılırdım......Bazan Füruzağa Camii'nden ezan sesi gelirdi. Bazan Füsun durup dururken sofradan kalkar, cumbanın yokuşa doğru bakan penceresinden, sanki derin bir özlemle birini bekliyormuş gibi uzun uzun bakar, bu benim kalbimi kırardı......Bazan kar yağar, pencerelerin kenarlarında, kaldırımlarda tutardı. Bazan havai fişekler atılır, hepimiz sofradar kalkar, görebildiğimiz kadar gökyüzündeki renkleri seyreder, daha sonra açık pencereden içeri giren barut kokusunu koklardık.......Bazan Füsun, ona yıllar önce getirdiğim bir broşu takardı......Bazan "Resmine bakalım mı Füsun ?" derdim ben ve bazan bakardık ve o azaman Füsun'la yaptığı resme bakarken her zaman mutlu olduğumu anlardım. "


.....................

Kitabı, 1999 depreminden kırık dökük halde kurtarıp, sonra da elden geçirtip toplayabildiğim anne ve babamın limon ve gül ağacından yapılma, el oyması yatak odası eşyaları , eski sararmış aile fotoğraflarından oluşturduğum, hüzün, acı, mutluluk, sevinçle örülü anılarla dolu kendi küçük müzemde okumak, beni ayrıca etkiliyor ve kitapla bütünleştiriyor.

1975 yılında başlayan romanla aynı dönemleri , sosyal değişimleri, ihtilalleri, tabuları, tabulara kurban edilen aşkları paylaşmak da... Böylece iki günde soluksuz bitiriveriyorum.

Kolay okunur dili ve tüm insanlar için ortak payda olan "aşk" konusu ile Orhan Pamuk okuyamayanlar için, "Masumiyet Müzesi " iyi bir başlangıç olabilir, diye düşünüyorum.


 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..