Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '09

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Kenelerle biyolojik mücadele: Etkin mikroorganizmalar (BİYOKEN™)

Kenelerle biyolojik mücadele: Etkin mikroorganizmalar (BİYOKEN™)
 

Kan emerek şişmiş bir kene


Japonya’da Prof Dr Teruo Higa tarafından geliştirilen ve %100 doğal olan Etkin Mikroorganizmalar (kısaca EM denir) ya da Yararlı Mikroorganizmalar son 35 yıldır yıldır dünyanın 150 ülkesinde ve son 5 yıldır da Türkiye’de tarım, çevre ve hayvancılık alanlarında başarıyla kullanılmaktadır. EM 13 ülkede devlet politikası olarak benimsenmiştir. EM’nin felsefesi, hastalıklardan uzak sağlıklı yiyeceklerle beslenen ve sağlıklı bir çevrede yaşayan, kapitalizmin vahşi rekabeti yerine işbirliği ve kaynakların adil paylaşımına dayalı savaşlardan uzak doğa ile uyumlu bir dünya toplumu yaratmaktır. EM ile ilgili ayrıntılı bilgileri daha önceki Milliyet bloglarımda okuyabilirsiniz.

Şimdiye kadar EM’nin çevre, tarım ve hayvancılıkta iddia ettiklerinin tamamının doğru

olduğunu gerek yaptığımız denemelerle gerekse çeşitli kurum ve kuruluşlarla birlikte gerçekleştirdiğimiz projelerle hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıkça ortaya koyduk. Şimdi ise, yeni bir iddiamız var ve bu iddiayı da yaptığımız çalışmalarla ispatladık. Evet, EM, Türkiye’de milyonlarca doların kenelerle mücadele etmek amacıyla kimyasal madde satın almak için yurtdışına ödendiği kene sorununu çözmeye adaydır! Evet yanlış duymadınız, bu blogda EM’nin, özellikle son yıllarda başımıza bela olan ve onlarca yurttaşımızı kaybettiğimiz, hayvancılıkta et ve süt kaybına uğradığımız kene sorununa nasıl çözüm sağlayabileceğinden bahsetmek istiyorum. Bu konuda yaptığımız çalışmalarda gördük ki EM yalnızca kene sorununu çözmekle kalmıyor ayrıca, daha sağlıklı bir çevrenin ve toplumun oluşturulmasına da büyük katkıda bulunuyor. Nasıl mı? Lütfen bu bloğu okumaya devam ediniz.

Kenelerin son yıllarda çoğalmış olması konusunda ileri sürülen bazı düşünceler bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, kuş gribi nedeniyle kanatlıları itlaf etmiş olmamızdır. Biz sorunları bıçakla keser gibi ortadan kaldırmaya alışmış bir anlayışla yönetiliyoruz. Kuş gribi virüsünün neden ortaya çıktığını da pek düşünen yok! Halbuki bu tür yeni virüslerin ortaya çıkması, haşerelerin artması, iklimsel değişikliklerden kaynaklanan felaketler kendiliğinden oluşan olgular değil, aksine bizim sanayi devriminden ya da ilk buhar makinesinin icadından bu yana sürdürdüğümüz yaşam tarzımızın doğal bir sonucudur. Bu yaşam tarzı doğa ve doğadaki dengelerle taban tabana zıt olan kapitalizmin varlığını borçlu olduğu tüketim toplumu yaşam tarzıdır. İsterseniz biraz daha açalım: Sanayi devriminden önce insanlar karasabanla ve kas gücüyle toprağı işliyor ve atlar veya at arabaları üzerinde seyahat ediyorlardı. O zamanlar, doğa insanlara tüm cömertliğini sunuyordu. Buhar makinesinin icadından sonra makinelerin hızla gelişimi ve yaşamımızdaki kullanım alanlarının çeşitlenmesi, birim topraktan daha fazla ürün elde edilmek istenmesi, emek yoğun bir yaşam tarzından lükse dayalı bir yaşam tarzının gittikçe yaygınlaşması ve toplumda kabul görmesi, hep yeryüzündeki düzensizliğin ve ortama yayılan ısı ve hammaddelerden kullanılarak başka bileşenlere dönüştürülmüş maddelelerin artmasına neden olmuştur. Hammaddeler topraktan ya da denizden çıkarıldıktan sonra nahi ürünlerin üretimi sırasında genellikle oksidasyon (yanma ya da yükseltgenme) sonucu çok fazla sayıda bileşene dönüşmektedir. Yani yeryüzü hem ısınmaktadır hem de yeryüzündeki bileşen sayısı artmaktadır (Örneğin, kömür yandığında yüzlerce değişik gaz ve onlarca farklı katı kül maddesi çıkmaktadır.) Bu da yeryüzündeki düzensizliğin artışı (bilimsel adıyla ‘entropi’nin) artması demektir. Bugün herkesin kabul ettiği gibi, sanayi devrimi, evet insanlık adına büyük adımlar atılmasını başarmış; sanayi, teknoloji ve bilim olabildiğince gelişmiş, ancak maalesef bu gelişmenin doğayla uyumlu sürdürülebilir olması sağlanamamıştır. İnsanlık doğayla uyum konusunda tamamıyla başarısız olmuştur. Bugün gerek kenelerle gerekse kuş gribiyle ve iklimsel felaketlerle ve tarımsal ürünlerin hastalıkları konusunda yaşadığımız sorunların kaynağında bu gerçek yatmaktadır. Bunu hepimizin görmesi ve yaşam tarzımızı buna göre uyarlamamız gerekmektedir. Aksi takdirde, gelecek nesiller bugün bizim yaşadığımız sorunların kat kat fazlasını yaşamak zorunda kalacaklar ve insanlığın yeryüzünden tamamen silinmesi kaçınılmaz olacaktır.

Yukarda çizdiğim kara tablo gerçekten karadır ve artık herkesin kabul ettiği bir olgudur. Durum tamamen ümitsiz midir? Hayır, ümitlenmemiz için birçok neden bulunmaktadır. Her şeyden önce büyük sanayi ülkeleri durumu kabul etmiş ve önlemek için de çaba harcar gibi görünmektedirler. Ama daha iyileşme başlamadı hala durum kötüleşmeye devam etmektedir ve daha hızlı önlemler alınmalıdır. Örneğin, ne yapılabilir: Öncelikle fosil yakıt kullanımını azaltacak yenilenebilir enerji kaynaklarını daha yaygın biçimde kullanmalıyız. Bu yüzden rüzgar enerjisi ve güneş enerjisi konusunda araştırmaları desteklemeliyiz. Güneş enerjisi panellerinde şu andaki teknoloji ile %10 - 15 civarında verim elde edilebilmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, bazı alüminyum alaşımlarının yüzeyi mikro düzeyde bazı elementlerle iz miktarlarda alaşımlandırılarak, bunun %70 civarına çıkarılmasının mümkün olduğu laboratuvar çalışmalarıyla ispatlanmıştır. Bu araştırmalara hız verilmeli ve teknolojik olarak sanayi çapında ve daha ucuza üretilebilecek panellerin yapımı için uğraşmalıyız. Laboratuvar çalışmaları bunun başarılabileceğinin habercisi olmuştur. Bu başarıldığında tüm arabaların ve hafif sanayinin sadece güneş enerjisinden elde edilecek elektriği kullanarak çalışması mümkün olacak, enerji sorunumuz büyük ölçüde sürdürülebilir biçimde çözülmüş olacaktır. Ancak, Türkiye’nin bunu başarmak için bir Güneş Enerjisi Araştırma Kurumu kurması ve çeşitli disiplinlerden bilim adamlarını burada toplaması gerekmektedir. Bir malzeme mühendisi olarak ben böyle bir birime hizmet etmeye hazırım. Aksi takdirde, yine Batı’nın ya da doğudaki diğer gelişmiş ülkelerin bunu bulmalarını beklersek, fiyatlandırma, kullanım alanı gibi konularda özgürce karar verebilme yerine yine onların söylediklerini yapmak zorunda kalacağız.

Tarım hepimizin yaşamını devam ettirmesi için son derece önemlidir. Tarımsal faaliyetlerimiz neslimizin devamını sağlayacaktır. Tarımsal faaliyetler sonucu üretilen bitkiler olmadan, hayvancılık da yapamayız. Bir bitki, topraktan aldığı besin maddeleri, su ve güneş ışınları ve atmosferden aldığı karbondioksit ile büyür. Bu, insanlığa bahşedilmiş en büyük nimet ve yaşamın temelidir. Topraktaki organik madde ve canlılar bu sürece hizmet ederler. Bu süreç tabii ki zahmetsiz değildir ve bazı engeller söz konusudur. Örneğin, patojenler, yani zararlı mikroorganizmalar, bizim diktiğimiz bitkiler üzerinden beslenerek yaşamlarını devam ettirmeye çalışırlarken, bitkilerden bizim yararlanmamızı önlerler. Bugün sürekli artan patojenler ve haşarelerle (kene, sinek, bitler gibi) mücadele etmek zorundayız. Mücadele yöntemini seçmeden önce, bunların neden varolduğuna bakmalıyız.

Bu zararlılar hep oksidasyon ortamının canlılarıdır. Oksidasyon ve kokuşma ortamını severler ve tercih ederler. Çevreyle olan ilişkimize bakarsanız bunların neden artmakta olduğunu daha iyi anlarsınız. Yurdumuzun hatta dünyanın büyük bir bölümünde çöpler eski bir maden ocağında ya da bir tepenin yamacında veya deniz kenarlarında ve denizde vahşice depolanmaktadır. Çöplükler oksidasyonun hüküm sürdüğü kokuşma ortamlarıdır. Ayrıca her türlü hayvancılığın yapıldığı ya da kanatlıların yetiştirildiği çiftliklerimizde hayvansal atıklar öbek öbek doğada hiçbir önlem alınmadan açıkta oksidasyona bırakılmaktadır. Yönetmelik ve yasalarla yasaklanmış olmasına rağmen, çoğu il, ilçe ve köylerimizde evsel ve sanayi atıksuları hala dere, göl ve denizlerimizi kirletmeye devam etmektedir.

Kimyasal gübre ve pestisitler, bugün üretilirken yeryüzünde en fazla enerji tüketen sanayi mamüllerindendir. Ayrıca, toprağa atıldığında, topraktaki ekolojik dengeyi bozmakta ve kısa dönemde yararlı olurken, uzun vadede toprağın oksitlenmesine, topraktaki yararlı mikroorganizmaların da yok olmasına neden olmaktadır.

Peki çöplükler, hayvan barınakları, toprak ve derelerdeki oksidasyon ile bu zararlı mikroorganizmaların (patojenlerin) ve haşerelerin ne ilgisi olabilir. Haşerelerin yumurtalarını bırakacakları ortamlarda belirli bazı enzimlerin bulunması gerekir. Ayrıca, yumurtalardan larvaların çıkması için de ortamda belirli bazı enzimlerin olması gerekir. İşte bu enzimler oksidasyon ortamlarında, yani vahşi çöplüklerde, hayvan atıklarının hiçbir işleme tabi tutulmadan doğada oksidasyona (yanmaya) bırakıldığı yerlerde bol miktarda mevcuttur. O yüzden, çöplüklerde, hayvan barınaklarında sinekten, keneden geçilmez.

Peki biz ne yapıyoruz. Çöplükleri, hayvan barınaklarını, piknik alanlarını, her yeri, her şeyi ilaçlıyoruz. Toprağı ve yemek için yetiştirdiğimiz bitkilerimizi bile ilaçlıyoruz! Ne ile? Kimyasal zehir ile. Bir keneden bir defada 1000 ila 18000 kene üreyebilir. Hepsini öldürebilir misiniz? Son iki yıldır ilaçlama yapılıyor. Peki sonuç: yine keneler artışta! Ayrıca, bize faydalı olan arı (bitkilerde döllenmeyi sağlar), uçuç böcekleri (bitkilere zarar veren afitleri yerler) gibi bazı böcekler de bu zehirlerden nasiplerini alıyor. Aynı şekilde biz insanlar da yavaş yavaş zehirleniyoruz. Kene için yaygın olarak kullanılan zehirin malzeme güvenlik formunda “Çevrede kullanılmamalıdır” yazarken biz bol bol kullanıyoruz. Ayrıca, bu zehir su yollarına karışarak dere ya da göllere ulaştığında sudaki canlı yaşamını yok ediyor! Bunları ben değil, zehirin üreticisi söylüyor! İsteyene bu formu eposta ile gönderebilirim.

Peki böyle yaşamaya mahkum muyuz? KESİNLİKLE HAYIR! Çözüm var: Etkin Mikroorganizmalar, yani kısaca EM. EM fermantasyon mikroorganizmalarından oluşur yani ekmekteki, şaraptaki mayalar, peynir ve yoğurttaki laktik asit bakterileri gibi mikroorganizmalar. SKAL, IMO, CONTROL UNION gibi organik tarım sertifikasyon kuruluşları tarafından organik tarımda kullanımı onaylanmıştır. Bu mikroorganizmalar anti-oksidasyon mikroorganizmalarıdır ve organik maddeyle biraraya geldiklerinde anti-oksidan maddeler, biyolojik aktif maddeler, antibiyotikler, doğal hormonlar gibi yararlı bileşikler üretirler. Bu bileşiklerin bulunduğu ortamda haşerelerin barınması, üremesi, yaşaması mümkün değildir. Bu nedenle, çöplüklerimiz, hayvan barınaklarımız, piknik alanlarımızda bu tür etkin mikroorganizmaların çoğalmasını sağlayabilirsek bu sorunu da kökünden halletmiş oluruz. Buradan tüm belediyelerimize sesleniyorum. Lütfen bizimle temasa geçiniz. Sizlere yardımcı olalım. Hem kene sorunu çözüleceği gibi hem de çöplük ve atıksu arıtma tesislerinde kötü kokulardan kurtulmamız, çöp süzüntü sularının zararsız hale gelmesi, atıksu tesislerinde çökeltici kimyasal madde kullanmadan KOİ, AKM ve ağır metal parametrelerinde düşüş, kimyasal gübre ve pestisit kullanmadan sağlıklı ürünler yetiştirmemiz, hayvancılıkta et ve süt veriminde artış da sağlanacaktır! Biyoken ürünümüzü ev ve bahçelerinizde de kullanabilirsizin. Kesinlikle hiçbir zararı yoktur! Aksine çevre açısından faydalıdır.

Sırf kene ve diğer haşerelerin uzaklaştırılması, yok edilmesine yönelik olarak çeşitli bitkileri fermantasyon mikroorganizmalarıyla (EM) fermante ederek BİYOKEN™ adını verdiğimiz biyolojik bir ürün geliştirdik ve bu ürünü inekler üzerinde denediğimizde gördük ki, hayvanlar üzerinde hayvan başına yaklaşık 30 adet yetişkin kene varken, 15 gün arayla gerçekleştirdiğimiz 3 spreylemeden sonra, keneler tamamen kayboldu. Aynı ahırda spreylemediğimiz hayvanlar üzerinde yine 30 civarında yetişkin kene vardı. Bugüne kadar spreyleme yaptığımız ahırların hiçbirinde keneye rastlanmadı. BİYOKEN™ ürünümüzü şimdi Türkiye’deki üniversitelerde deneme aşamasındayız.

EM Mikroorganizmaları, Tarım Bakanlığı tarafından organik tarımda kullanım için onaylanmıştır.

Bu blog Milliyet.com.tr sitesinden 968 kez görüntülenmiştir

 
Toplam blog
: 18
: 4051
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

Tarım, hayvancılık ve çevre alanlarında araştırmalar yapmaktayım. Türkiye'de bu alanlarda daha ya..