Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Kentin dikişi yok!

29 Kasım tarihli Birgün gazetesinde, İstanbul’a göç töre cinayetini arttırıyor diye bir haber yer alıyordu.

Habere göre İstanbul Valiliği tarafından komisyona verilen brifingte, töre ve namus cinayetinden kaçarak İstanbul'a gelenlerle öldürme ve zarar verme amacıyla İstanbul'a gelenlerin sayıca fazlalığına dikkat çekilmiş. Bu haberi pek çok şekilde okumak ve yorumlamak olanak dahilinde, feminist bir gözle okursanız törenin erkek töresi olmasını ve törenin her nedense hep erkeğin lehine, kadının ise aleyhine işlediğinin bir göstergesi sayarak buradan erkek egemenliğinin vahşi yüzüne ışık tutabilirsiniz.

Töre cinayeti ile cemaat toplumu olma arasındaki ilişkilere değinerek, cemaat toplumlarında bağımsız bir bireyselliğin gelişemediği için namusun bireysel olmadığını, toplumun erkeklerin onuru açsından sorun teşkil edecek en küçük bir söz halinde bile bunu ancak kanla temizleme yoluna gittiğini belirtebilirsiniz. Ya da lümpen düşmanı köşe yazarlarımız gibi İstanbul’un köyleştiğini, göçün bu kentin kimliğini bozarak şehri yaşanmaz kıldığını ifade edebilirsiniz. Ancak bu haber İstanbul’da bir şeylerin artık dönmemecesine yittiğini ve bir biçimde bu durumla birlikte yaşamaya kendimizi alıştırmak zorunda olduğumuzu gösteriyor.

Başbakanın pek sitayişle andığı Küreselleşme, kent mekânını ikiye, üçe kısacası pek çok mekâna bölmüş durumda, bunların tümü tıpkı zamanın yan yana çakışması gibi, geçmişle geleceğin an denilen parçada üst üste gelmesi gibi, mekânın da pek çok zaman ve yaşam tarzının yana gelişlerinden oluştuğunu gösteriyor. Yani Harvey’in zaman mekân sıkışması dediği hal, diğer pek çok post modern şehir gibi İstanbul’da yaşanıyor.

Varoşların zamanı...

Post modern küresel şehirlerin en temel özelliği gettolarının içe kapanıklığı; yani şehrin yaşam adacıkları kendi içlerinde birbirleriyle ilişkilenmeden şehre ait bir ortak kamu kültürü ile bağlantılanmadan yaşıyorlar. Bu mekânsal kopuş kendi içinde bir zamansal kopuşu da getiriyor. Örneğin, Akmerkezde post modern zamanlar yaşanırken, varoşlarda geleneğin anakronik zamanı tüm uyuşumsuzluğu ve yaşlı yüzü ile eski bir konuk gibi yaşamayı sürdürüyor. Doğunun örselenmiş, ruhları yaralı kadınları şehir havası özgürlük kokar diyerek şehre geliyor, ataerkillik ise ölümün yabansı iziyle burun delikleri açılmış bir av köpeği gibi, kurbanının zayıf gövdesine dişlerini geçiriyor. Dolaysıyla şehir havası artık özellikle de yoksullar ve dışlanmışlar için özgürlük kokmuyor. Yani bir zamanlar Alpay’ın şarkılarında yankılanan tütün saran fabrika kızlarının ağabeylerinin baskılarına direnen cesur bireysellikleri giderek soluk bir resme dönüşüyor. Törenin vahşi yüzü zayıf bedenleri her yerde kovalayıp infaz ediyor. Peki, bu sürece nasıl geldik. Şiirler şarkılara konu olan, Kemal Sunal filmlerindeki yoksul ama sevecen gecekondu insanlarının yerini törenin vahşi yüzü nasıl alabildi?

Ahlaksız ekonominin nöbetleşe yoksulluğu...

Yoksulluk üzerine dikkat çeken araştırmalarıyla tanınan Ayşe Buğra’nın Ahlaksız ekonomi kavramlaştırmasıyla, Oğuz Işık ve Melih Pınarcıoğlu’nun Nöbetleşe Yoksulluk kavramını yan yana koyuşumun nedeni bu iki olgunun birbiriyle kurduğu sebep sonuç ilişkisi. Ve her ikisi de devletin artık yurttaşına ihanet edişiyle yakından bağlantılı.

Ahlaksız ekonomi aslında E.P Thompson’un "18.yy İngiliz halk kitlelerinin ahlaki ekonomisi" kitabından yola çıkarak Ayşe Buğra’nın Türkiye’deki konut piyasasının enformel gelişimini nitelemek için kullandığı bir kavram.

Thompson kitabında gayri şahsi piyasa ile insan ihtiyaçlarının karşılamasıyla halkın geleneksel tüketim ahlakının uyuşmazlığına değinir. Aslında Thompson’un örneği İstanbul’da yaşanan göç ve kimlik örüntüleri ile nerede ise çakışmakta. Çünkü malum, toplum modernleşme denilen olgu ile karşılaşmadan önce mahalle temelindeki dayanışma ilişkileri içinde yoksulluk sorununu hallettiği gibi tüketim ilişkilerini de aynı etik kod içinde şekillendiriyordu. Modernleşmeyle birlikte kaybolma sürecine giren mahalle dayanışmasının ortadan kalkışı, yoksullukla iyice belirginleşmeye başlar.

Cumhuriyet döneminde bu konu, devletçe ihdas edilen kimi kurumlar tarafından çözülmeye çalışıldı. 80’lerden sonra ise neo-liberal dönüşümle birlikte yoksullar tamamen kendi kaderleri ile başa başa bırakılırken, kentte yaşayan sanayisizleşme süreci de insanların işsizliğe ve mutlak yoksulluğa yakın bir konuma getirdi.

Devletin konut konusunda olduğu gibi yoksulluk konusunda da taahütlerini ortadan kaldıran ahlaksız ekonomisinin boşluğunu ise hazır bulunan hemşehrilik temelli cemaat ilişkileri doldurdu. Böylece kente gelenler, her ihtiyaçlarını hemşehrilik ağları ile karşıladıklarından köyden taşıdıkları töreler ve gelenekler de varlığının korudu.

Sonuç ise kentin birbirinden kopuk yaşam alanlarıyla gettolaşması olduğundan, kent havası özgürlükten bütünüyle yoksun kaldı. İşte törenin doğudan İstanbul’a uzanan parmak izine sınıfsal ayrımcı bir anlayışla yaklaşmadan önce bu gettolaşmaya, yok olan kamusal kültüre ve hemşehrilik bağları ile kendi içine kapanan yoksul mahallelerine bakmak gerek. Yoksa Paris’in Banliyölerini saran ateş günün birinde dikişsiz kalan kentteki köşe kadılarını da yakabilir.

 
Toplam blog
: 44
: 809
Kayıt tarihi
: 06.06.07
 
 

Sosyoloji ile ilgili olarak Birikim, Üç Ekoloji, Birgün Gazatesinde çeşitli yazılarım çıktı. Ayrı..