- Kategori
- Felsefe
Sevgilili sevgisiz aşk!
Her yıl sevgililer günü geldiğinde ortalık romantizmden toz duman haline gelir ve aşk endüstrisi tıkır tıkır çalışır. Nitekim geçtiğimiz sevgililer gününde bir gazete sevgililer günü ekininde (tahmin edeceğiniz gibi nerelere gidebilir, neleri, hangi fiyatla alabiliriz türünden bir ek) "0 çok sevdiğiniz kişiye bir hediye aldınız mı?" sorusuyla sevgililer gününün anlam ve önemini ortaya koymakta.
Sevgililer günü dolayısıyla ortalığı kaplayan tüm romantizm aslında aşkın giderek hayatımızdan çekilen bir şey olduğu gerçeğini maskelemeye yetmiyor.
Aşk artık aramızda değil, onun anılarını sıcak tutarak aşk simülasyonunu aşk diye muhafaza ediyoruz, yani artık aşk değil onun imgesidir aramızda dolanan. Çünkü aşk modern ve post modern çağda yediği ölümcül darbeler ile komaya girdi.
Birinci tehdit hayatın her alanını anlam açısından daraltan indirgemeci ve akılcı bilimcilikten geldi. Bilimcilik aşkın hormonal salgılarla vücut ritimleri ile ilgili olduğunu belirterek aşkın büyü bozumuna en büyük katkıyı sağlamış oldu. İkinci tehditse hazcı popüler kültürden geldi, o da aşkı tamamı ile cinselliğe indirgedi kadın erkek herkesi playboylaştırıp başkalaştırdı.
Ama romantizmin aşkın mezarının kazılmasında, popüler kültürün renkli ve hazcıl yalanları altında sarıp sarmalanıp kefenlenmesinde hiç mi payı yoktur? Bu dekadans, bu sarhoş bulutlardan pembe gülücükler saçıp ta etrafa aptal aptal bakarak yüreğinin boşlatılmasına seyirci kalan romantik aşkın.
Aydınlanmanın soğuk aklına, duygusuz yapaylığına ve belki de başa geleceklerin sezgisine kapılarak verilen bir cevaptı romantizm ve onun aşk imgesi. Ortaçağın soylu aşkı, büyülü ormanlarda aşk nameleri fısıldayan esrik perilerin sirenleriydi , daha doğrusu bunların imgesi üzerinden kurulan bir dionizyak (hazcı) ve asetik (çileci) bir özlem. Ama ortaçağ erkek bir çağdı, ölümün yüceliğine yönelen cesur yüreklerin soylu leydilerine duydukları ölümcül aşklardı bu çağın aşk modeli. Yani ortaçağ ölümden kaçan modernlerin tersine ölümün gözlerinin içine bakabilenlerin çağıydı ve aşkta yaşamın ölüm üzerinden bir onaylanmasıydı..
Kürdün aşk tarifi* gibi romantik aşkın imgesini besleyen şey de mesafeydi aslında ve uzun savaş yolculuklarında yüreklerin hasretle tutuşmasıydı.
Aşk Erkektir...
Bugün bu aşktan ne iz kaldı ne toz, çünkü mesafe yok, uzun vade yok, söz yok, hemen şimdinin çocuksu aceleciliği ağır ateşte dem alan aşklara son verdi. Bugün aşk transseksüel, ama geçmişte erkekti. Romantik aşkın ana yurdu da batıya ait pek çok şey gibi doğuydu. Ve trubadurların ateşli ve sadakat yüklü saf, soylu aşkları aslında Attarın, Mevlana’nın, İbn Hazm’ın tanrısal aşklarının yağmalanmasıydı. Bir anlamda romantik aşkın esin kaynağı mistik aşktı. Yani aşk sadece erkek değil ayanı zamanda doğuluydu. Aşığın maşukuna dönük kavuşamama özlemiydi onu besleyen. Ama sevmek bir yürek işiydi aynı zamanda, sevgili için ölümü göze alabilmekti, çünkü evlilik dışında aşk yasaktı ve yaşamaya kalkan da ölümü göze alabilmek durumundaydı. Batıda da Doğuda da. Bu yüzden de soyluydu, çünkü sıradan halkın bu aşk maceraların yaşayabilme riski pek te olanaklı değildi.
İşte modern çağ bu eşitsizliği ortadan kaldırabilmek, her şeyde olduğu gibi aşkı’da demokratikleştirebilmek isterken onun büyüsünü de bozmak durumundaydı.
Modern zamanların yeknesak zaman ritmi içinde, zamana yayılmış aşklar, kavuşmayı bekleyen bir aşk biçimi zamanın ruhuna da uymuyordu. Sonsuz şimdinin yaşandığı post modern zamanlarda ise hemen şimdi baskısı içinde aşk soluksuz kalmış bir halde.
Bunda hiç şüphesiz post modern uygar zaman kadar kadın ve erkek rollerinde yaşanan değişim de etkili oldu. Kısacası aşk bitti ama yorgan gitmedi, tersine post modern tüketim toplumu aşkı sömürmeyi sürdürüyor.
Aşk ve Statüko...
Marguerita Duras, erkeğin kadına sahip olma arzusunun doruğunda hissettiklerini "Ölüm Hastalığı"nda, "Sevdiğinizi öldürecek gibi olma duygusunu, onu kendinize, yalnız kendinize saklama, bütün yasaklara rağmen, bütün ahlaki baskılara rağmen onu alma, kaçırma isteğini duydunuz mu? Hiç bu isteği duydunuz mu?" cümleleriyle dile getiriyor. Medyanın tüketim kültürü ile yansıttığı aşk’ta bunların hiçbirini bulamazsınız.
Bataille'a göre, varlığın kendisi süreksizdir, başka varlıklardan ayrı ve zamanla sınırlı bir yaşamı vardır. Ancak, hepimiz, anlaşılmaz bir serüvende yalnız olarak ölüme doğru ilerlerken, sürekliliğin özlemini duyarız, süreklilik duygusunu süreksizlik üzerine kurulu bir dünyanın izin verdiği ölçüde, yaşama sokmaya çalışırız. Sevilen kişi, kişisel süreksizliğin sınırlamadığı, sınırsız ve tam bir varlıktır.
Ancak tutku, beraberinde mutluluk umutlarını getirmesine karşın, kargaşa ve rahatsızlığa da neden olur. Bataille şöyle sürdürüyor: "Mutlu tutku bile o kadar şiddetli bir karışıklığa neden olur ki mutluluk haz duyulmasını sağlamadan önce çok büyük olduğu için karşıtına yani acıya benzer. Tutkunun özü, iki varlığın süreksizliğini mükemmel sürekliliğe dönüştürmektir. Bir güven duygusunun sürüklediği sakin bir mutluluk ancak, ondan önceki uzun bir acının yatıştırılmasıyla anlam kazanır. (...) Tutku bize sürekli şunu söyler: eğer sevdiğine sahip olursan yalnızlığının gırtlakladığı kalbin sevdiğininkiyle tek kalp olacaktır. (...) Bu çürük ve aynı zamanda derin birleşmeden çoğu zaman acı, ayrılma korkusu bilince hakim olur." Bu nedenle, "eğer iki aşığın birleşmesi tutkunun eseri ise, bu birleşme ölümü, intiharı ve cinayet arzusunu çağırıyor." Bu nedenle aşk yeniden doğmak için kendini feda edebilmektir, aşk ve kurban edimi birbirinden ayrılmayacak bir ikilidir, bu nedenle hesaplar, güvenceler sağlam zemin arayışları aşkın fırtınalı sularına yelken açmak için en büyük engeldir.
Aşk verebilmektir, sakıncasızca düşünmeksizin. Dolayısıyla aşk tüm bunların olduğu zamanın ruhu ile hiç buluşamaz, buluşamadı da nitekim ve bir gece gelen nerden geldiği belli olmayan bir esrarengiz yabancı gibi apansız çekilverdi hayatımızdan. Sevgilili sevgisiz aşklar içinde biz şimdi onun hayaliyle yaşamaya devam ediyoruz.
*Kürdün Aşk tarifi şöyle: Seversin kavuşursun karın olur, seversin kavuşamazsın aşk olur.