Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Fakirlik (Yoksulluk), varoşlar, fakirleri (Yoksulları) dilencileştirme (Neoliberal uygulamalar)

Fakirlik (Yoksulluk), varoşlar, fakirleri (Yoksulları) dilencileştirme (Neoliberal uygulamalar)
 

Tarih 2007/06/28 saat 21:00 Bir haber kanalında Artık Seçim Zamanı adlı program var. Konu gündemde seçim olduğu için oldukça güncel “YOKSULLUK VE SİYASET”.Programı sunanlar televizyoncu Şirin Payzın ile Gazeteci ECE TEMELKURAN. Programın katılımcıları ise Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Ahmet İnsel, Halkevi Yöneticisi Avukat Oya Ersoy, Ankara Katı Atık İşçileri Derneği Başkanı Ali Mendillioğlu. Ayrıca programda birde fotoğraf sanatçısı var. Program sunucularından Şirin Payzın’ın sergilediği performans beni oldukça yordu diyebilirim. Fiziki olarak stüdyodaydı ama aklının sunduğu programda olmadığını kesinlikle söyleyebilirim.

Neyse biz asıl konumuza dönelim. Program, katılımcılara Yoksulluktan ve yoksuldan korkmalı mıyız? Sorusu yöneltilerek başlandı. Sonrasında ise Siyasilerin yoksullara yönelik vaatleri, toplumsal değişimlerin yoksulluk üzerine etkileri ve Türkiye’de bu kesimin sorunlarına sağ partilerin mi yoksa sol partilerin mi daha çok önem verdiğini, bununla birlikte yoksul kesimlerin oylarını almayı başarabilecek olan partilerin şansı, bu bağlamda toplumdaki kronik yoksulluğun siyasilerin işine yarayıp yaramadığı değerlendirilmesiydi. kısacası içerik buydu.

Katılımcıların çoğunluğu yönetici pozisyonundaydı. Etkileşim açısından bakıldığında Öğretim Üyesi Sayın İnsel’in ısrarla vurguladığı siyaseten himmetçi yaklaşım Türkiye de günümüze değin şekillenerek gelmiş olan siyasetin vurgusal manada nasıl kendisine özgü bir jargon oluşturduğunu anlayabilmek açısından oldukça önemli bir açılımdı. Himmet’in kelime anlamı, Yardım ve kayırmadır. Bir diğer anlamı ise çalışma, emek, gayrettir. Eskimiş anlamı da Lütuf, iyilik, iyi davranma. Himmetti bir cümlede kullanalım“Himmetinizle fakir bir ailenin yüzü gülerse tabii siz de sevaba girersiniz.”. Hastalığın başlangıç noktası tam bu noktadır. Değerli himmetlerinizle, sizin himmetinizle gibi veciz söylemlerin kazanılan sevapla uzaktan yakından alakası yoktur çünkü o apayrı bir konudur. (Şartları da bellidir). Allah sizi başımızdan eksik etmesin siz olmasaydınız biz ne yapardık çaresizliğin serkeşliği niteliğindedir. Sonuç ise Güdüsel bağımlılık, Dürtüsel hareket, içgüdüsel yaşam ve de göreceli bir perspektiftir. Fakirliğin kabul edilebilirliğinin irdelenmesi de ironiye dönüştürülmemelidir. Katılımcılardan birisinin yaklaşımı oldukça yalın ve çarpıcıydı. Yoksulluğun analizi Sağa veya Sola göre farklık göstermez. Mevcut şartlar değiştirilip iyileştirilmedikçe mevcut yoksullara yenileri eklenecektir. çünkü sağda da solda da olan bizleriz . Gösterilmesi gereken refleks “biz” olarak gösterilmelidir. Aksi yönde yapılan girişimler ve bireysel çabalar örgütlenemedikçe sonuçsuz kalacaktır. Gettolaşan şehirlerde güvenlik zafiyetinden doğan güvensizlik ortamında elitleşen varlık sahiplerinin izole bir hayat yaşadıkları ve bunun sağlıksız yansımalarının ilerisi için öngörülemez sakıncalar doğuracağını açık ve kesindir. Neoliberal uygulamaların fakirleri(Yoksulları) dilencileştirmektedir. IMF politikaları da birer neoliberal uygulamadır ve derhal terk edilmelidir. Evet katılımcı tespitleri bu yönde. Bilkent Üniversitesinden Erinç Yeldan Neoliberal uygulamalar üzerine yaptığı değerlendirmede aynen şöyle diyor.

“”Küreselleşme olgusunu dünya ekonomisini oluşturan sosyal ve iktisadi parçaların birbirleriyle ve giderek dünya piyasalarıyla eklemlenmesi olarak algılandığı belirtiliyor. Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Dinamikleri günümüzde iktisat siyasasının ana gündemini oluşturmaktadır. Geniş bir ifade ile, küreselleşme olgusunu dünya ekonomisini oluşturan sosyal ve iktisadi parçaların birbirleriyle ve giderek dünya piyasalarıyla eklemlenmesi olarak algılıyoruz. Ticaretin ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesi küreselleşmenin en dar tanımıyla iktisadi olgularını sunmaktadır. Daha geniş bir bakış açısı ele alınırsa, bu sürecin piyasa mantığını engelleyen her türlü kollektif yapının yok edilmesini gerektirdiği görülecektir. Bu şartlar altında, neo-liberal hegemonyanın az gelişmiş uluslara önerdiği “kalkınma” modeli, daraltıcı para ve maliye politikalarına dayanan ve yüksek finansal getiri ve devalüasyon riskinden arındırılmış bir döviz kuru sistemini amaçlayan, dışa açık (yabancı semayeye bağımlı) bir iktisadi yapıyı öngörmektedir. Bu yapı altında merkez bankaları “bağımsız” kılınarak, sadece ve sadece ulusal paranın değerini korumakla görevlendirilmekte ve bu amacın dışında başka hiç bir rol oynamamaları için ellerindeki bütün müdahale olanakları kısıtlanmaktadır. Kamunun maliye politikaları ise doğrudan doğruya “faiz dışı fazla veren bütçe” amacına mahkum edilmektedir. Kamu tüketim ve yatırım harcamalarında olağanüstü kesintiler pahasına sağlanması beklenen bu politika sonucunda kamusal alanın sınırlarının alabildiğince daraltılması öngörülmekte ve kamunun geleneksel olarak kar amacı gütmeyen tüm sosyal altyapı faaliyetleri finansal sermayenin spekülatif faaliyet alanına çekilmektedir.””

Bu saptama pek çok olguya açıklık getirdiği için önem taşımaktadır. Artık Seçim Zamanı adlı programda Fakirlik(yoksulluk) irdelendiği içindir ki Sayın Temelkura’nın 2005/06/29 tarihli yazısına konu olan bu bölüm geldi aklıma:

”””” Sistemin mahşeri
Üstü açık BMW'li bir adam, yavaş yavaş sürüyor arabayı. Merak ediyorum hiç korkmuyor mu? Aç bir kadının öfkelenip "Sen daha çok yediğin için benim çocuğum daha az yiyor" deyip kafasına bir tane geçirmesinden korkmuyor mu? Nasıl korkmadığını anlamıyorum doğrusu.
Anton Negri'nin "İmparatorluk" gücüne karşı en ciddi tehdit olarak küresel yoksullar ordusunu gösteriyor; STK'ları değil!
Bir gün yoksul kalabalıklar "ekmek çalmayı yasaklayan yasaların ekmek satanların yasaları" olduğunu anlayabilirler. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlar bu hukuka saldırabilirler.
Bu yüzden bütün dünya hukuku yok olmadan önce aç olanların da hesaba katılması gerek. Artık o BMW'deki adamın, hiçbir şey için değilse bile en azından kendini korumak için "bölüşmeyi" öğrenmesi gerek.
Zaten bütün bu küresel muhalif hareketin başlangıç noktası buralar değil miydi? "Başka bir dünya mümkündür" derken aslında söylenen "Biz bunu yapabiliriz" değil miydi? Öyleydi. Öyle!
”””” Ece Temelkurandan alıntıdır.

Sayın Temelkuranın mizansenle(Düzentiyle) konuşturduğu yaşlı kadını varlık sahiplerine duyulması muhtemel öfkeyi o an için kişiselleştirdiğinin farkında mıydı acaba? Bu durumda objektif bakış açısının kırılan merceğinden çıkan amorf değerlendirmeyi nasıl konumlamak gerekmektedir acaba? Duyuların nefrete teslim edilerek hassasiyetleri yel değirmenlerini çeviren rüzgarı hırçın bir kasırgaya dönüştürerek ne varsa yerle bir etmesine vesile olmakta bir ihanet değil midir? En çarpıcı ve yıkıcı olan tarafı ise “”. Artık o BMW'deki adamın, hiçbir şey için değilse bile en azından kendini korumak için "bölüşmeyi" öğrenmesi gerek.”” görüşüdür. Böylesi bir değerlendirme sonrasında söylenegelecek hiçbir sözün hükmü ve ağırlığı olmayacaktır.

 
Toplam blog
: 40
: 1069
Kayıt tarihi
: 25.07.06
 
 

İzmirli'yim. Felsefe mezunuyum. İlgi alanlarım Felsefe, edebiyat, sosyoloji, tarih, toplum ve kültü..