Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

04 Nisan '11

 
Kategori
Siyaset
 

Kılıçdaroğlu Ecevit, Uzan ve Demirel'den sonra şimdi de "Özal"lığa soyundu!

Kılıçdaroğlu Ecevit, Uzan ve Demirel'den sonra şimdi de "Özal"lığa soyundu!
 

Hani bulunduğu ortama göre kalıp değiştiren, belli bir kişiliği olmayan, kalıptan kalıba giren insanlar için kullandığımız bir deyim vardır: "Düğün evinde tefçi, cenaze evinde yasçı" diye... 

Aslında buna "popülizm" de diyebiliriz. 

Alabildiğince partizanlığın ve kişisel menfaatlerin egemen olduğu bizim geleneksel siyasetimizin en önemli unsuru da populizmdir. Demokrasi, ülkenin yönetilmesi için bir araç değil, 1'e sonsuz katlarda kar getiren ticaret kapısının, sonsuz hayallerin bir amacıdır. Bu amaca ulaşmak için seçim sandıklarının anahtarlarını ellerinde tutan halkın ne pahasına olursa olsun kandırılması esastır. 

Bundandır; seçim sathı mahallinde halkın önünde cambazlık yapmak, şirin görünmek, ters taklalar atmak, insanların ellerini eteklerini öpmek, uçuk-kaçık vaatlerde bulunmak... 

Bundandır; seçimi kazandıktan sonra bir anda halkı unutmak; fırsat bu fırsat diyerek kendileri için yangından mal kaçırmak! 

Bundandır; koca bir dönem geçtikten sonra, yeni bir seçim sürecine girildiğinde unutulan halkın yeniden hatırlanması; iktidarın popülist politikalara geçmesi, muhalefetin ise ipe sapa gelmeyen vaatlerde bulunması. 

Bundandır; birileri dünya çapında zenginleşirken, halkın fakirleşmesi, ülkenin krizden krize sürüklenmesi ve iki yakasının bir araya gelmemesi. 

*** 

CHP'de Mayıs 2010'da lider değişimi yaşandığında, eski siyasetin simgesel ismi Demirel'in Zincirbozan arkadaşı ve sırdaşı Baykal gidip de yerine Kılıçdaroğlu gelince siyasetimiz için, demokrasimiz için ne kadar da çok umutlanmıştık. 

Bu, çaresizlikten kaynaklanan zoraki bir umuttu. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Bir kere Kılıçdaroğlu kirli bir oyun sonucu genel başkanlığa gelmişti. Kirli bir oyundan temiz bir sonuç beklemek hayalperestlikti. İkincisi; Kılıçdaroğlu'na "dürüstlük" sözcüğünü yakıştırarak onu allayıp pullayarak genel başkanlığa taşıyanlar belliydi. Aynı kişiler daha önce de Baykal'a göbekten bağlıydılar. Demokrasi dışı hayaller suya düşünce ve de seçim sandığından başka çare kalmayınca, sandık şansı sıfır olan Baykal yerine Kılıçdaroğlu vitrine konulmuştu. Yani burada da bir dürüstlük yoktu. 

Aslında Kılıçdaroğlu'nun bizatihi geçmiş kişiliği de ip uclarını vermekteydi. Onur Öymen'in Dersim'le ilgili sözlerinden sonra Tünceli'de başka, Ankara'da başka konuşmuştu. Yine Kürt sorunu ile ilgili de Doğu'da başka, Batı'da başka şeyler söylemişti. 

Kılıçdaroğlu genel başkanlığa gelir gelmez ilk iş olarak "slogan" fabrıkasını tam vardıya faaliyete geçirmek oldu. Çünkü halkı kandırmanın, oy avcılığı yapmanın en önemli aracı "demagoji"ydi. Demagojinin en önemli kaynağı da "slogan"lardı. Kılıçdaroğlu, "Recep Bey"le işe başladı; bununla rakip partinin liderini küçük düşüreceğini, dolayısıyla rakip partinin de zayıflayacağını hesap etti. Düşürülen rakip partinin yerine kendi partisinin yükselmesi için de uçuk-kaçık vaatlere başladı. Kaynak soranlara da "Benim adım Kemal" diyerek doğruluğu kendinden menkul bir slogan ortaya attı! 

Girişte belirttiğim "Düğün evinde tefçi, cenaze evinde yasçı" deyimine uygun olarak Kılıçdaroğlu bulunduğu şartlara ve ortama göre devamlı kılık değiştirmektedir. 

Lütfen hafızalarınızı tazeleyiniz: Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanlığı'na seçilir seçilmez hangi role soyundu dersiniz? 

Hatırlayamadıysanız ben söyleyeyim; Bülent Ecevit rolüne. 

Çünkü Bülent Ecevit, CHP'nin kuruluşunda yer almış, CHP'yle özdeşleşmiş olan Atatürk'ün silah arkadaşı ve Milli Şef İsmet İnönü'ye karşı liderlik mücadelesi vermiş ve CHP Genel Başkanlığını bileğinin hakkıyla kazanmıştı. Ecevit CHP Genel Başkanlığını kazanmakla kalmamış, ortaya koyduğu yeni politikalarla % 30'daki kemikleşmiş CHP oylarını % 42'ye çıkartarak CHP'yi iktidara taşımayı da başarabilmişti. 

Ecevit Kılıçdaroğlu için iyi bir rol modeldi; bunu hemen sahiplendi ve Ecevit'liğe soyundu. Kılıçdaroğlu, Ecevit'in İnönü'yü devirdikten sonraki CHP grup toplantısında yaptığı konuşmayı tekrar ediyor, bu yolla Baykal'ın gidişine meşruiyet, kendi koltuğunu da sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Oysa ki Ecevit, İnönü gibi tarihi ve siyasi kişiliğe karşı, "göze göz, dişe diş" büyük bir demokrasi mücadelesi sonucu kazanmıştı. Kılıçdaroğlu'nun ise karşısında rakip bile yoktu. 

Kılıçdaroğlu, Ecevit rolü kapsamında, partisi DSP'yle sorunlar yaşayan Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit'e kucak açıyor, kendisine bağlı milletvekillerini CHP'ye kabul ediyor, ölüm yıldönümünde onunla Ecevit'in mezarını ziyaret ediyordu. 

CHP tabanına ve tavanına iktidar umudu vermek gerekiyordu. Burada da Ecevit yine iyi bir örnekti. Ecevit'in İnönü'ye karşı çıkmasının en önemli sebebi İnönü'nün 12 Mart Muhtırası'nı desteklemesiydi. Ecevit, "Halkçı Ecevit" sloganıyla halkı ve demokrasiyi öne çıkarmış, gerçek sosyal demokrat kavramlara değer vermişti... 

Kılıçdaroğlu da halk demeye, demokrasi demeye, ezilen halka sahip çıkmaya başlamıştı... Umutlanmıştık ki; "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" ata sözünde olduğu gibi, maalesef Kılıçdaroğlu'nun mumu da Ergenekon'a kadar yandı. Ergenekon'da ara verilen dalgaların yeniden başlaması, bu kapsamda Oda tv'ye baskın yapılması ve Soner Yalçın'ın gözaltına alınmasıyla Kılıçdaroğlu da yeniden Baykal'laştı ve gerçek yüzüne dönüverdi. 

Geleneksel siyasetimizi sahiplenmiş olan Kılıçdaroğlu için siyasi geçmişimizde rol modeller çoktu. Daha çok yeni bir örnek vardı. 2002 seçimlerinde, mazotu 1 lira yapmaktan tutun da daha bir sürü ipe sapa gelmeyen vaatlerle, sıfırdan aldığı partisini neredeyse baraj atlatacak noktaya getiren Cem Uzan'a soyunacaktı ki birden 1991 seçimlerinin Demirel'ine atlayıverdi... 

Demirel, bir taraftan "kayıp on yılı telafi edeceğiz" diyerek Özal'ın koca 10 yılı boşa geçirdiğini iddia ederken, diğer taraftan da, elçilerinin maaşlarını bile ödeyemeyen 70 cente muhtaç kendi bıraktığı Türkiye'nin bol keseden attığı vaatlerini nasıl ödeyeceğini, bunların kaynağının nereden geleceğini görmezden geliyordu... İnkarda bile bir itiraf gizliydi. Demirel gittiği her ilçeye il sözü verdi. İri yaşlanmış vücuduyla seçim otobüsünden iyice aşağıya doğru sarkarak, elindeki fötr şapkasıyla otobüsün hemen ön tarafına özellikle yerleştirilmiş ellerinde boş tencerelerle tam tam çalan kadınları selamlamış ve onlara "baba" sıfatıyla, "mutfaktaki yangını söndüreceğim" sözü vermişti... 

"Vaatlerimin altını çizin" diye sıkı sıkıya tembihde bulunan Demirel seçildikten sonra "şimdi de üstünü çizin" diyerek kendi vecizelerine yeni birisini daha eklemişti... 10 yılı kaybetti dediği Özal'ın biriktirdikleriyle mutfaktaki yangını değil ama; aile fotoğrafındakilerinin doyumsuz ihtiraslarını söndürmüştü. Bunun sonucudur ki 80'li yılları krizsiz geçiren Türkiye, 90'li yıllarda krizden krize sürüklenmiştir. 

Bunların hiçbir önemi yoktur. Madem ki tek amaç hak etmeden iktidara gelmektir; o halde bu konuda Demirel'den daha iyi bir rol model bulunamaz. 12 Eylül darbesiyle halk nezdinde güvenini kaybeden, sıfırı tüketen Demirel, 90'lı yılların hemen başında boş vaatlerle halkı yeniden kandırabilmiş, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmayı başarabilmiştir. 

Demirel maskesi giyme zamanıdır. Demirel'in Özal'a dediği gibi sen de Erdoğan'a, "9 yılda hiçbir şey yapmadın, her şeyi daha da berbat ettin" diyeceksin, sonra da bütün yoksul ailelere en az 600 lira dağıtma vaadinde bulunacaksın! Tıpkı Demirel'de olduğu gibi Kılıçdaroğlu'nun inkarında da aslında bir itiraf gizliydi. Demek ki Erdoğan aile başı en az 600 lira dağıtacak kadar imkan ve kaynak yaratmıştı. 

- Erdoğan'ın Türkiye'yi teslim aldığı 2002 yılında bunları söyleseydiniz İMF sizin "ümüğünüzü" sıkardı! 

Bunu düşünmeye cesaret bile edemezdiniz. Demek ki Erdoğan da Özal gibi bir şeyler biriktirmiş. Ona mı göz koydunuz? Demirel gibi siz de onu mu dağıtacaksınız? Bu dağıtım sonucunda mutfaktaki yangını söndüreceğim diye daha da mı alevlendireceksiniz? 

Kılıçdaroğlu son olarak da Özal rolüne soyundu... 

Boş vaatlerinin kaynağını "Benim adım Kemal" sözüyle cevaplandırdığında Erdoğan da ona "Memur Kemal" yakıştırmasını yapmıştı. Memuru yücelten başka şeyler söylese de, içten içe Kılıçdaroğlu bu sıfatı kendisi için bir eksiklik olarak görmüş olmalıydı. Zira Erdoğan, memurluğa atıfta bulunarak, edilgen, statükocu, emir alıcı, vizyonsuz, riski sevmeyen, sorumluluk almayan bir kişiliğe vurgu yapmıştı. Gerçekten de toplumda memurlukla ilgili böyle bir kaanat bulunmaktaydı. Kılıçdaroğlu bunun için de uygun bir rol model bulup onun kılığına girmeliydi... 

Bunun için de Özal bulunmaz kaftandı. TOBB Yönetim Kurulu toplantısına katılan Kılıçdaroğlu, burada yaptığı konuşmada, "Uzun yıllar bürokraside çalıştım bu nedenle işlerin nerede tıkandığını görebiliyorum. Rahmetli Özal'ın başarısı da burada yatar. Devleti iyi tanımasında yatar." demiş. 

İşte bir "güler misin, ağlar mısın" olayı daha... Öncelikle Kılıçdaroğlu'na şu soruyu sormak gerekir: Acaba sağlığında da Özal'a aynı gözle mi bakıyordunuz? Çünkü partizanlığın zirvede olduğu o dönemde Kılıçdaroğlu Özal'a gizli muhalif (memur olduğu için gizli) olmasaydı eğer, ağzıyla kuş yakalasa SSK Genel Müdürlüğü'nü rüyasında bile göremezdi. En azından bugün siyasi birliktelik içerisinde bulunduğu arkadaşlarının o dönemde Özal için neler dediklerini hala gazete arşivlerinde görebiliyoruz. 

İkincisi; Özal'ı klasik anlamda memur statüsüne nasıl sokarsınız? Özal memurluktan ayrıldıktan sonra 1971-1973 yılları arasında Dünya Bankası'nda danışmanlık, döndükten sonra da başta Sabancı Holding'te Genel Koordinatörlük olmak üzere birçok sinai kuruluşta yöneticilik görevi yapmıştır. 1979 yılı sonunda da Demirel tarafından dışarıdan atamayla Başbakanlık Müsteşarlığı ve DPT Genel Müdür Vekilliği görevlerine getirilmiştir. Yani Özal'ın özel sektörlüğü memurluğuna 5 çeker. Tam aksine devletteki memurluk zihniyetini yıkmak için özellikle görevlendirilmiştir. 

Ama Kılıçdaroğlu, memur sıfatını avantaja dönüştürmek için bu gerçekleri görmezden geliyor, kendisini Özal'la özdeşleştiriyor ve onun rol modelliğine soyunuyor. 

Kılıçdaroğlu, Özal'ın memur kişiliği yerine keşke onun icraatçı kişiliğine benzemeye çalışsa! 

Hep kılıktan kılığa girme, hep taklit, hep kötü bir imitasyon.... 

Çok merak ediyorum; Kılıçdaroğlu ne zaman kendisi olacak? 

Dahası dürüstlük bunun neresinde? 

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara