Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '10

 
Kategori
Güncel
 

Kılıçdaroğlu naftalin kokuyor…

Kılıçdaroğlu naftalin kokuyor…
 

Kılıçdaroğlu’na dair iyimserliğimi hala koruyorum… Becerikli, dirayetli bir siyasetçi olmayabilir. Bu özelliklere, parti içi iktidarı ele geçirecek düzeyde, az ya da çok sahip olsa bile, CHP’yi içine düştüğü bataklıktan alıp çıkaracak zihin açıklığına -en azından henüz- sahip değil. CHP’nin uzun zamandır sol ve demokrat olmayan politik güzergâhından ve siyasal kimliğinden sıyrılıp, gerçek sol ve demokrat değerler üretebilecek bir zihinsel altyapıya sahip olduğunu da düşünmüyorum.

Ancak Kılıçdaroğlu’nda başka bir şey var. O bir şeylerin yanlış gittiğini, bir şeylerin değişmesi gerektiğini biliyor. En azından iç güdüsel olarak hissediyor. Ama neyin yanlış olduğu ve gidilmesi gereken yolun ne olduğu hakkında net fikirlere sahip değil.Bir yandan kendi iç çelişkileri ile uğraşıp, eski yanlışlar ve yeni alternatifler arasında bocalarken, diğer yandan da parti içindeki dengeleri gözetmeye çalışıyor.

İşi oldukça zor. Sonucun mutlak müspet olacağına dair bir netlik de yok. Ama bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünmek ve buna dair bazı adımlar atmak, tutucu ortamlar için oldukça değerli girişimlerdir. Kılıçdaroğlu’na dair iyimserliğimi korumamın nedeni bu.

Hafta sonu gerçekleşen CHP kurultayının, Kılıçdaroğlu’nun gidişatını değerlendirmek için anlamlı olmadığını düşünüyorum. Yaşanan şey, neticede bir parti içi iktidar savaşıydı ve Kılıçdaroğlu ona uygun davrandı. Özellikle Önder Sav ve Deniz Baykal’ın delegeler üzerinde yaratmaya çalıştığı, “partinin yörüngesi değişiyor” endişesini bertaraf etmeye çalıştı. Bunun gibi tutucu kimliği baskın iç politik ortamlarda “liderin bir değişim yaratmak için gizli bir gündemi, saklı bir ajandası var mı?” sorusunun cevabını aramak çok anlamlı değil.

Ancak yaşananların bir parti içi mücadele olduğunu düşünsek dahi, ortaya çıkan söylemleri eleştirmekten çekinmemek gerekiyor. Çünkü CHP ve şürekası, dünya üzerinde kendi kendi motive etmekte ve birbirleri ile iman tazelemekte en başarılı cemaat. 15 yıldan beridir iktidar görmemiş olan parti, tüm bu süreçte yaşadığı her kurultay döneminde iktidar olmuşçasına kendi kendisini coşturabildi. Bu kendi kendini tatminin en büyük sorumlularından birisi, merkez medya olarak tanımlanan, 80 yıllık vesayetçi rejimin taşıyıcı olan ve hala ülke gündemini belirleme yeteneği olan gazete ve televizyonlar.

Bu kez de bu gelenek bozulmadı ve CHP’nin kurultayı, öneminden ve siyasi anlamda taşıdığı ağırlıktan daha fazla yer kapladı medyada. Bunun Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı ile bir ilişkisi olmadığını söyleyeyim. Çünkü Baykal’ın seçildiği her kurultayda da merkez medya kurultaya sahip olmadığı önemi atfeder, büyük değişimin ipuçlarını yakalar, olmayan çoşkuyu köpürtür ve partiyi en yakın zamanda iktidara kondururdu. Kılıçdaroğlu’nun ilk seçildiği kurultayda da benzer şeyler olmuştu. Ama ardından yaşanan referandum, bu yaratılan atmosferin hiç de gerçekçi olmadığını gösterdi.

Kılıçdaroğlu’nun yaratılan bu atmosferden etkilenip, zaten çok net olmayan değişim girişiminden vazgeçerek, yeni bir Baykal taklidi olarak yoluna devam edebilir. Bu bir olasılık. İçerik olarak son derece zayıf, dolgu malzemeleri ve makyajlarla dolu kurultay konuşmasının merkez medyada bu kadar beğeni topladığını düşünecek olursak, bu olasılık hiç de az değil.

Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşmasının ortaya çıkardığı şey şu; Kılıçdaroğlu, Baykal’ın giderek tatsızlaşan laik-anti laik siyaset çıkmazından partiyi kurtarmaya çalışıyor. Benim görebildiğim kadarı ile bir iki ufak değinme dışında ciddi bir laiklik söylemi üzerine kurmadı konuşmasını. Yine devletin geleneksel yapılarını, geleneksel sahiplerini koruyucu, kollayıcı bir söylem de tutturmadı. CHP’yi devletin sözcüsü olma potasından uzaklaştırmaya çalıştı. Halk söylemini ön plana çıkarmak gibi bir çabası vardı. Ancak bu kez bayat, aşılmış ve aşırı popülist bir söylem tutturdu. Büyük olasılıkla solculuk ile ilgili bellediği şeyler 1970’lere ait olduğu için o dönemin kalıplarına sarıldı. Bu nedenle Kılıçdaroğlu fazlası ile naftalin kokuyordu.

Bu da, Kılıçdaroğlu’nun hala bugünü, bugünün Türkiye’sini, günün temel çelişkilerini, toplumun değişimini, insanların beklentilerini anlamadığını gösterdi. Oysa özellikle son 10 yıldır Cumhuriyet rejiminin mağdurları, rejime yön veren doktrine karşı ciddi bir mücadele içindeler ve önemli kazanımlar elde ettiler. Muhafazakârlar, Kürtlerin milliyetçi siyaset etrafında toparlanmamış kesimi, bir kısım sol gruplar, Gayrimüslümler ve Azınlıklar, AKP’nin şartların zorlaması ile öncülük ettiği cephenin içinde rejimde ciddi gedikler açtılar. Ve bu açılan gediğin özgürlüğe ve demokrasiye ulaşma olasılığı var. Elbette beraberinde getirdiği tehditlerle birlikte. Ama eski rejim, bu düzeyde bir müspet olasılığı hiçbir zaman içinde barındırmadı. O sistemin içinde kalarak Türkiye’nin demokrat ve özgür olma şansı hiç yoktu.

Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında ciddi bir ağırlık taşıyan, “AKP’nin yarattığı korku imparatorluğu” algısını bu toplumun büyük çoğunluğu paylaşmıyor. Çünkü en azından toplumun çoğunluğunu oluşturan muhafazakârlar bu gelinen noktada kendilerini daha özgür hissediyorlar. Kürtler, her ne kadar itirazlarına devam etseler de, Türkiye tarihinde olmadığı kadar kimliklerini ve siyasi taleplerini ifade edebiliyorlar. Elbette bu gelişmelerden rahatsız olan ve alıştıkları düzenin ayaklarının altından kayıp gittiğini düşünen bir kesim de var. Ama Baykal CHP’si bu kesimin toplumdaki oranının maksimum %20 olduğunu bize göstermişti. Baykal, “rejim elden gidiyor, şeriat geliyor” korkusunu gücünün son noktasına kadar topluma hissettirmeye kalksa da toplayabildiği oy bu oranın üzerine çıkmadı.

Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun kurultayda üzerine basa basa durduğu “korku imparatorluğu” kavramından toplumun geniş kesimleri bir şey anlamıyor. Hele ki “Türkiye adım adım faşizme gidiyor” tespiti, Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin kendi fanusunda var ettiği, kendine ait özel kavramları olan ve ama asla gerçekliğe tekabül etmeyen kapalı devre zihin dünyanın etkisi altında olduğunu gösteriyor. Aksine CHP’nin olası bir iktidarının, toplumun geniş kesimlerinde, bu korkuyu daha fazla yarattığını söyleyebiliriz.

Kılıçdaroğlu'nun, son 10 yılda, toplumun tüm çeşitliliği ve farklığı ile otoriter devlet karşısında elde ettiği kazanımları koruyacağını ve geliştireceğini taahhüt etmesi gerekirdi. Daha da önemlisi, bu gelişmenin içinde barındırdığı tehditleri, kimlik çatışması risklerini ortadan kaldıracak somut önerileri sunabilirdi. Ama Kılıçdaroğlu bu zor yol yerine, kolayı ve ezberleri tercih etti. Zaten inandığı doğruları tekrar etmek için mi, yoksa önündeki köprüden geçmek için bu söylemlere ihtiyacı olduğunu düşündüğü için mi böyle yaptı, bunu şu an bilemiyoruz.

Ama parti içinde gelinen noktayı da gözüne alacak olursak, bundan sonraki süreçte Kılıçdaroğlu’nun daha fazla kendi gerçekliğini sergileyeceğini söyleyebiliriz. İzlemeye, değişim başarılarını takdir etmeye, statükoya tutunma çabalarını eleştirmeye devam etmek gerekiyor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..