Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '10

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Kim bunlar?

Kim bunlar?
 

SANAYİLEŞME: Endüstri kültürü olmadan sanayileşmek, mühendissiz bina yapmaya benzer: O BİNA ÇÖKER!


ENDÜSTRİ KÜLTÜRÜ-3 Sanayileşmenin eksik tarafı

Madem muhabbeti koyulaştırdık, çaylar da gelince iyice özele dalıp konudan konuya geçtik. Önce memleketimi soran adam, “Sabah seni patronlarla gördüm.” Derken aslında ne için geldiğimizi soran bir telepatik sinyal veriyordu. Biz otomasyon için geldik, müdür beyle görüşüyoruz dediğimde verdiği cevap ilginçti:

“Ne gerek var! Kim bilir kaç paradır?” Deyişinin içinde gizli duran “Biz ne güzel hallediyoruz.” İfadesini rahatça duyabiliyordum.

İşçi kısa sürede çözüldü. Ben de sıkı bir savcı edası ile topladığım istihbaratı değerlendirmeye başladım:

İşletmedeki işçilerin çoğu patronun köylüsüydü. Bir çoğunun eğitimi yoktu yada ilkokulu (formaliteden) bitirmiş bilyonluk istatistiğin numuneleriydiler. Bu durum boş-boş dolaşan kalabalıkların sebebini açıklıyordu. Ama hepsi vasıfsız da değildi.

Patronun kardeşi ve üç yeğeni ile bunların kayın biraderleri ve enişteleri ile çekirdek kadro oluşturulmuştu. Tam bir aile(!) fabrikasıydı. Benzer özelliklere sahip, Lüleburgaz-Çorlu-Çerkezköy üçgeninde kurulu pek çok işletmeyi 90’ların ortalarında yaşanan ekonomik patlama(!)dan beri izliyorum. Bu vahim durum, tekstil işletmelerinin çoğunun kaderiydi ve bundan kurtuluş yolu da (o gün için) yoktu.

İşçiler, çok lüks bir sitede patrona ait dairelerde koğuş esası ile barındırılıyor, bir odada 4-5 işçi, usta ve vardiyacı gibi daha eli ayağı tutan görevlerde olanlar ise bir evde 4-5 işçi şeklinde yaşıyorlardı. Çoluk çocuk, eş, akraba hepsi köyde bırakılmıştı. Eee, ekmek derdine gelmişlerdi… Kolay mıydı?

Bir de gizli ortak (yada ortaklar) vardı. Bu gizli ortak patronun tekstil işine girmesinin sebebi olan ‘fikir babası’ ve yatırım danışmanıydı. Birkaç ülkede bağlantıları olan yurtdışı siparişler getiren bu ortak işletmede pek görünmüyordu. Yeni bir müşteri yada iş bağlantısı yakaladığı zaman avına son darbeyi yuvasında vuran bir kartal gibi işletmeye getiriyordu. Patronlar (yada ortaklar) da bu danışmanın (siz bu sıfatlara bir de pazarlamacıyı ekleyin) işletmeyi kendi fabrikası gibi görmesi, misafirlerin yanında ‘yatırımlarım’ edası ile kurbanlık bir dana gibi tanıtıp gezdirmesi sık görülen olaylardı. Bu sahne işçiler açısından aynı şatafat ve görkeme sahip değildi. Danışman geldiğinde, işçilerin deyimi ile tüm fabrikayı; ‘öttürüyordu’ Yani onun geleceğine yakın tüm fabrika teyakkuz durumuna geçiyor, işletmenin VIP bölümleri silinip paklanıyordu. Tekstil işletmeciliğinin ne olduğunu bilmeyen yatırımcı yada sözde iş adamı havasındaki misafirler bu VIP bölümünde ağırlanıyordu. Bazen de sosyetik tipler yada kartvizitinde ‘modacı’, ‘creatör’ (Evet, ‘Ö’ ile) yazan efemine beyefendiler ziyaret ediyordu.

Kendi memleketinde bir şekilde öz sermayeyi temin eden ve İstanbul piyasasına tüccar olarak giren, daha uzun yıllar sonra ticaretini yaptığı ürünleri imal etme yolunu seçen patron profili nispeten daha şanslıydı. Bu şans, hem sektörün eskilerinden olmalarına hem de pazarın içinden gelmelerine dayanıyordu. Özellikle 20. yüzyıl sonuna kadar, tekstilin kalbi olan Mahmutpaşa ve Sutanhamam çevresinde dükkanlarda toptan satış işleri ile ilgilenen, Anadolu’ya ürün satarak büyüyen tüccarlar, 80’li yıllar ile birlikte üreticiliğe de soyundular. Erken girenler ve -havlu, ev tekstili ve perde gibi- özellikli ürünleri seçenler daha şanslıydı. Ama, hem kapasite hem de finansal boyutları aşçısından- sektörün en büyük payına sahip olan örgü kumaş ve kumaş boyama işine yönelenler için aynı şanstan söz etmek zor. Tekrar işletmeye dönersek:

Özellikle boya mutfağında iyice kirlenmiştim. Boya, ellerime iyice bulaşmıştı. İşçilerin kullandığı lavabolara girdiğimde avucunda boya mutfağından aldığı beyaz bir toz bulunan işçi yanıma geldi. O tozu sabun gibi kullanarak elindeki ve yüzündeki boyaları sökmeye çalışıyordu. İşe de yaradı. Kimyasalı kullanan işçi, bir dakikada pıt diye temizleyip bembeyaz yapmıştı! Bu maddeler kanserojen, çok zararlı olabilir dediğimde cevap karşısında dehşete düştüm: “Ooo, ben geldiğimden beri kullanıyorum kimseye bir şey olmadı. Boş laf onlar!”

Yediğim fırça bana yetmişti… Sessizce önüme döndüm. Nefes alırken burnuma yapışan boyaları da o anda aynaya bakınca fark ettim. Benim ellerim de (muhtemelen kapı kollarından) boya içerisinde kalmıştı. Ben boyayı çıkarmak için lavabo yanında bulunan Arap sabununu kullandım. (Ama çıkmadı.)

İşçinin pratik zekası ile kullandığı kimyasaldan faydalanacak kadar cesur değildim. Yada: Canımı sokakta bulmadım.

(Devam edecek)

Murat SEVGİ
msevgi@mental.com.tr

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..