- Kategori
- Gündelik Yaşam
KIRLANGIÇ DÜĞÜNÜ

internetten alıntıdır
Sıcak ve rüzgarlı bir İstanbul sabahı, kırlangıçlar düğün yapıyorlar galiba. Bunlar da insanlar gibi şamatayı seviyorlar anlaşılan. Kırlangıçlar bana mutluluk zamanlarını hatırlatıyorlar. Ne zaman duysam seslerini içimden derin bir sızı geçiyor, gözlerimi açık tutmaya çalışıyorum gözlerimde dolan yaşlar akmasın diye. Akmasınlar öyle kalsınlar toplandıkları yerde. Güzel zamanları güzel anmak çok güzel, geçti diye değil gerçekten güzelmiş o zamanlar.
Her şeyin yolunda gittiği, henüz bu kadar katılaşmadan önce, ölümlerin araya bu kadar soğukluk sokmadığı, ölümlerden sonra her şeyin olabileceğini görmeden önceydi. Mayısın son Haziranın ilk haftaları, annemle babam köye yeni gitmişler, ben küçük kızımı alıp gidiyorum yanlarına. Günlerin sıcaklığına rağmen üşüyoruz akşamları, babam felç geçirmemiş, ölmemiş, ölecekleri hiç aklımıza gelmiyor henüz. Kuruyor kuzineyi yeniden gidene kadar üşümeyelim diye. Annem, evlatlarıyla eş tuttuğu ineğine gösterdiği özeni gösteriyor bize, sevinçli yanında olmamızdan. Kuzinenin üstünde köpürerek pişen sütün o keskin kokusu ve bol şekerli tadı hala damağımda.
Üzüm yapraklarını kışlık için hazırlıyoruz hiç üşenmeden. Üşenmek nedir bilmiyoruz, yapılacaklar yapılmalı olarak işlenmiş aklımıza. Amcamın en küçük kızı Emine, mühendis olmuş ama iş bulamamış o zamanlar ama bulacak, zamanlar keyifli, bir aşağı gidiyoruz bir yukarıya oturmalara. Henüz ısınmadı bizim denizimiz hala kudurmuş gibi dalgalanıyor kime kızdıysa? Babamla kızımın kumanda kavgaları, kızım evden gidiyor, amcamın en büyük kızına kalmaya, aynı yaşıt bir kızı var onun da. Babam “çağır şu süpürge dötlüyü, ev o olmayınca çok sessiz” diyor. Baba bunu söylersek çok daha fazla zırlar bu kız diyorum, çağır diyor ısrarla. Kızım daha bir kurumla dolaşıyor evde varlığının verdiği neşeyle. Henüz onun da gözlerinde gölgeler yok.
Kırlangıçların nikahı oldu şimdi halay çekiyorlar gökyüzünde, ben kapatıyorum gözlerimi, bayağı bir birikmiş içerde gözyaşlarım durmak bilmiyorlar, Sertap Erener “Ne olur sende üzülme” diye şarkı söylüyor ama teselli etmiyor kelimeleri beni. Bayağı ağlama ihtiyacım varmış anlaşılan. Eksik değilmişiz henüz, gidenlerimiz bu kadar çok acıtmamış canımızı her açıdan, içimize ölüm harici önüne geçilmez soğukluklar girmemiş, ölüm bu kadar azaltmamış içimizdekileri, içimizdekilerde hiç gölgeler yokmuş o zamanlar… Neler oldu o zamandan beri? Kimse içindeki eşyaları toplayıp gitmeyi düşünmemiş henüz.
Kırlangıçlar yuva yapmışlar hemen kapımızın üzerendeki köşeye. Annemle babam işaret ediyorlar elleriyle yavaş olun yavrularını doyuruyorlar diye. Yuvada açılmış üç ağız güvenle yemek bekliyor anneleriyle babalarından. O yavruların anneleriyle babaları da yaşıyorlar mı acaba? Kırlangıçlar ötüştükçe mutluluk zamanlarını sızlatıyorlar burnumda, boğazımda söyleyemediğim bütün zor yutkunmalarla ağlıyorum henüz hiç azalmamış mutluluk zamanlarına. İçimde dillendirsem de bir türlü bitmek bilmeyen özlemler savuruyor dışarıdaki rüzgarlarla beni bilinmeyen zamanların gel-gitlerinde.
Mutlulukların, güzelliklerin bulunduğu zaman dilimleri içindeyim ama içimde hiç silinmeyen o güzel zamanların güzel sahneleri var. Gözlerimde gerçek ve saf mutluluğu görmüş zamanlara ait pırıldaklar var, içimin niye bu kadar çok acıdığını da biliyorum üstelik. Kırlangıçlar kanat çırpıyorlar yüreğimde, gözlerimde bütün kaybettiklerimin suratları gülümsüyor, huzurlu olsunlar diye dualarım, ellerimle karnımı tutuyorum geçmişle geleceği birleştirebilmek adına. Doğrusunu bir tek kim bilir bilemiyorum, bildiklerim yetmiyor duygularımın savurduğu rüzgarlarda. Ağlamaktan durmayan sümüklerime yetmeyen mendilim gibi aynı.
Mutlu bir kırlangıç düğününde, hüzünlü-mutlu bir kadın var her duyguyu dibine kadar yaşadığı için şükürler ediyor Yaradanına.