İnsanda “Yaratıcılık”tan söz ettin mi; bazılarından hemen itiraz gelir , “Tövbe tövbe alemde bir tek Yaratıcı vardır ; ondan gerisi yalandır” diye. Bu söze Amenna denir, de yine dünyada yaratılmış insanın kendine göre bazı yaratıcı faaliyetleri kuşkusuz vardır.
Çünkü Yaratıcılık olmasaydı, dünyada sanat olmazdı, ama var.
Dünyada Yaratıcılık olmasaydı, Bilim ve Teknoloji olmazdı; ama var.
İnsanoğlu, eğitim altında, sadece kültürü, yani o ana kadar insanoğlunun yapıp ettiklerini öğrenmez; iyi bir eğitim sistemi, kuşkusuz, yapılanları bir anlamda nasıl aşılacağının yollarını, yöntemlerini de öğretir.
Dünyada “Güzel” var mı? Var… Öyleyse güzelin de daha güzeli olabilir mi. Niye olmasın. Sanat , güzelliğin insan eliyle durmadan araştırılmasıdır. Sanat bir bakıma, insan eliyle güzellik yaratma çabasıdır.
Bilim ise; varolan gerçeklerin; bilinenlerin sınırını genişleterek insanları daha rahat ettirmenin, onlara işe yarayan araçlar, gereçler getirmenin peşindedir. Sonunda bilimde de yaratıcılık vardır. Bilim insanı da o ana kadar keşfedilmemiş, bulunmamış bazı şeyleri bulur, yapar, yaratır çatar; insanoğlunun emrine koyar.
Bu yüzden , eğitim iki türlü insan yetiştirir. Bir, sadece bilinenleri bilen, ezberleyen; yeniye, değişiğe, gelişmişliğe kulak asmayan tipler. Bunlar “Tüccar” tiplerdir; sadece alırlar ve üzerine bir kâr koyarak satarlar. İki; kafası durmadan “eskinin” ötesinde, yeniliğe, değişik bir şeye, farklı bir şey bulmaya çalışan şeytan akıllılar.
Aslında dünyadaki savaş bu “duruk” akıllılarla , “oynak” akıllıların savaşı halinde geçer. Bazıları , “hiçbir şey değişmesin, her şey olduğu gibi kalsın” derken . Diğerleri . “Niye? Dünya değişiyor, o zaman biz de değişeceğiz; çevremizi de değiştireceğiz…” diye kıyameti koparırlar. Hadi bakalım bu iki akıl arasında kaldığınızı düşünün, “Ne yaparsınız?”
Gençler genellikle “oynak” akıllıdırlar. Durmadan değişiklikten, yenilikten yanadırlar… İhtiyarlar, durmadan onların peşinden, eteğinden çekerler. “Sen böyle diyorsun ama gelenekler öyle demiyor” diyerek gençlere engel olmaya çalışırlar. Onun için kişilerin bir kısmı değişmeyi, yeniliği istese bile, geniş insan kütleleri değişmekten, yenilikten fena halde korkar. Bütün toplumlar böyledir. Tutucudur; muhafazakardır.
Oysa , kişiyi topluma hazırlayan eğitim, “Yaratıcı Eğitim”i desteklemelidir. İnsanlar, bilinenlerin ötesinde yeni şeyler bulmaya heveslendirilmeli; bütün eğitim düzeni buna göre tasarlanmalıdır. Fakat mevcut eğitim düzeni “Dogmatik”tir, değişimden değil; bilinen şeylerin ezberlenmesinden geçer. Ezberci bir eğitimdir. Değişikliğe tahammülü yoktur.
İyi bir eğitim düzeninden geçmiş, yaratıcı filizler taşıyan genç, gittiği kurumda da engellemelerle karşılaşacaktır. Bakar ki, içinde bulunduğu kurum, yüz yıllık yöntemlerle çalışıyor. O “Değişmeyi, yenileşmeyi..” salık verir ve bunun için yeni, yaratıcı yollar, yöntemler önerir. Bir söyler, iki söyler… Sonra birileri onun tehlikeli olduğunu anlarlar ve ona çelme takmak, söylediklerini yalanlamak için bin dereden su getirirler.
O yenilikçi, heves ile dolu genç, koca bir devler ordusu karşısında yalnız kaldığını anlar. İki yol vardır. Ya “başım sonunda belaya girecek”, diye susup oturmak ve ötekilerine benzemek… Ya da sürekli bir savaşımı, mücadeleyi göze almak. Sonunda kim kazanır. Başta yobazlar kazanır gibi görünse de doğa, akıllı olandan, doğadan yana olandan yanadır. Sonunda Doğa kazanır.
Yaratıcılık, hiç de göründüğü kadar tehlikeli bir şey değildir. Aslında dünyanın, tadını ,tuzunu veren şey yaratıcılıktır ve yaratıcı insanlardır.
O yaratıcı sanatçılar olmasaydı, bu güzel tablolar, şiirler, kitaplar, eserler nasıl yazılırdı.
O yaratıcı, yenilikçi bilim adamları olmasaydı, bu bilgisayarlar, uçaklar, bisikletler, ütüler, buzdolapları, klimalar vb, vb… nasıl olabilirdi? Bütün bunlar falan kitabın falan sayfasında yazılı değil. Bunları bulmak için o insanlar çok okumuşlar, çok denemişler ve çok çabalamışlardır. Kolay değildir.
Bütün bunlar, yaratıcı akılların eseri. O zamana kadar ezberlenmiş bilgilerin dışına çıkan insanların eseri. Toplum insanın başını ne kadar eğse de bazıları başını kaldırmasını bilecektir. Sanatın ve bilimin gerçek anlamını anlayacaktır. Topluma, bu güçlerle kuşanmış
olarak gidecektir. Eğitim artık ne kadar yozlaştırıcı olursa olsun, dünyanın gerçekleri tümden saklı değil.. Kendin bul, kendin pişir, kendin bir şeyler ortaya koy; kendin yarat ve yaşat…
Ne kadar itiraz etseler, sonunda kabul edeceklerdir. Eğer sonunda doğanın yol gösterdiği gerçekler varsa, yeniliğin, yaratıcılığın önüne, insan yaşadıkça kimse geçemez.
İnsanda “Yaratıcılık”tan söz ettin mi; bazılarından hemen itiraz gelir , “Tövbe tövbe alemde bir tek Yaratıcı vardır ; ondan gerisi yalandır” diye. Bu söze Amenna denir, de yine dünyada yaratılmış insanın kendine göre bazı yaratıcı faaliyetleri kuşkusuz vardır.
Çünkü Yaratıcılık olmasaydı, dünyada sanat olmazdı, ama var.
Dünyada Yaratıcılık olmasaydı, Bilim ve Teknoloji olmazdı; ama var.
İnsanoğlu, eğitim altında, sadece kültürü, yani o ana kadar insanoğlunun yapıp ettiklerini öğrenmez; iyi bir eğitim sistemi, kuşkusuz, yapılanları bir anlamda nasıl aşılacağının yollarını, yöntemlerini de öğretir.
Dünyada “Güzel” var mı? Var… Öyleyse güzelin de daha güzeli olabilir mi. Niye olmasın. Sanat , güzelliğin insan eliyle durmadan araştırılmasıdır. Sanat bir bakıma, insan eliyle güzellik yaratma çabasıdır.
Bilim ise; varolan gerçeklerin; bilinenlerin sınırını genişleterek insanları daha rahat ettirmenin, onlara işe yarayan araçlar, gereçler getirmenin peşindedir. Sonunda bilimde de yaratıcılık vardır. Bilim insanı da o ana kadar keşfedilmemiş, bulunmamış bazı şeyleri bulur, yapar, yaratır çatar; insanoğlunun emrine koyar.
Bu yüzden, eğitim iki türlü insan yetiştirir. Bir, sadece bilinenleri bilen, ezberleyen; yeniye, değişiğe, gelişmişliğe kulak asmayan tipler. Bunlar “Tüccar” tiplerdir; sadece alırlar ve üzerine bir kâr koyarak satarlar. İki; kafası durmadan “eskinin” ötesinde, yeniliğe, değişik bir şeye, farklı bir şey bulmaya çalışan şeytan akıllılar.
Aslında dünyadaki savaş bu “duruk” akıllılarla, “oynak” akıllıların savaşı halinde geçer. Bazıları, “hiçbir şey değişmesin, her şey olduğu gibi kalsın” derken. Diğerleri . “Niye? Dünya değişiyor, o zaman biz de değişeceğiz; çevremizi de değiştireceğiz…” diye kıyameti koparırlar. Hadi bakalım bu iki akıl arasında kaldığınızı düşünün, “Ne yaparsınız?”
Gençler genellikle “oynak” akıllıdırlar. Durmadan değişiklikten, yenilikten yanadırlar… İhtiyarlar, durmadan onların peşinden, eteğinden çekerler. “Sen böyle diyorsun ama gelenekler öyle demiyor” diyerek gençlere engel olmaya çalışırlar. Onun için kişilerin bir kısmı değişmeyi, yeniliği istese bile, geniş insan kütleleri değişmekten, yenilikten fena halde korkar. Bütün toplumlar böyledir. Tutucudur; muhafazakardır.
Oysa , kişiyi topluma hazırlayan eğitim, “Yaratıcı Eğitim”i desteklemelidir. İnsanlar, bilinenlerin ötesinde yeni şeyler bulmaya heveslendirilmeli; bütün eğitim düzeni buna göre tasarlanmalıdır. Fakat mevcut eğitim düzeni “Dogmatik”tir, değişimden değil; bilinen şeylerin ezberlenmesinden geçer. Ezberci bir eğitimdir. Değişikliğe tahammülü yoktur.
İyi bir eğitim düzeninden geçmiş, yaratıcı filizler taşıyan genç, gittiği kurumda da engellemelerle karşılaşacaktır. Bakar ki, içinde bulunduğu kurum, yüz yıllık yöntemlerle çalışıyor. O “Değişmeyi, yenileşmeyi..” salık verir ve bunun için yeni, yaratıcı yollar, yöntemler önerir. Bir söyler, iki söyler… Sonra birileri onun tehlikeli olduğunu anlarlar ve ona çelme takmak, söylediklerini yalanlamak için bin dereden su getirirler.
O yenilikçi, heves ile dolu genç, koca bir devler ordusu karşısında yalnız kaldığını anlar. İki yol vardır. Ya “başım sonunda belaya girecek”, diye susup oturmak ve ötekilerine benzemek… Ya da sürekli bir savaşımı, mücadeleyi göze almak. Sonunda kim kazanır. Başta yobazlar kazanır gibi görünse de doğa, akıllı olandan, doğadan yana olandan yanadır. Sonunda Doğa kazanır.
Yaratıcılık, hiç de göründüğü kadar tehlikeli bir şey değildir. Aslında dünyanın, tadını ,tuzunu veren şey yaratıcılıktır ve yaratıcı insanlardır.
O yaratıcı sanatçılar olmasaydı, bu güzel tablolar, şiirler, kitaplar, eserler nasıl yazılırdı.
O yaratıcı, yenilikçi bilim adamları olmasaydı, bu bilgisayarlar, uçaklar, bisikletler, ütüler, buzdolapları, klimalar vb, vb… nasıl olabilirdi? Bütün bunlar falan kitabın falan sayfasında yazılı değil. Bunları bulmak için o insanlar çok okumuşlar, çok denemişler ve çok çabalamışlardır. Kolay değildir.
Bütün bunlar, yaratıcı akılların eseri. O zamana kadar ezberlenmiş bilgilerin dışına çıkan insanların eseri. Toplum insanın başını ne kadar eğse de bazıları başını kaldırmasını bilecektir. Sanatın ve bilimin gerçek anlamını anlayacaktır. Topluma, bu güçlerle kuşanmış
olarak gidecektir. Eğitim artık ne kadar yozlaştırıcı olursa olsun, dünyanın gerçekleri tümden saklı değil.. Kendin bul, kendin pişir, kendin bir şeyler ortaya koy; kendin yarat ve yaşat…
Ne kadar itiraz etseler, sonunda kabul edeceklerdir. Eğer sonunda doğanın yol gösterdiği gerçekler varsa, yeniliğin, yaratıcılığın önüne, insan yaşadıkça kimse geçemez.
İnsanda “Yaratıcılık”tan söz ettin mi; bazılarından hemen itiraz gelir, “Tövbe tövbe alemde bir tek Yaratıcı vardır; ondan gerisi yalandır” diye. Bu söze Amenna denir, de yine dünyada yaratılmış insanın kendine göre bazı yaratıcı faaliyetleri kuşkusuz vardır.
Çünkü Yaratıcılık olmasaydı, dünyada sanat olmazdı, ama var.
Dünyada Yaratıcılık olmasaydı, Bilim ve Teknoloji olmazdı; ama var.
İnsanoğlu, eğitim altında, sadece kültürü, yani o ana kadar insanoğlunun yapıp ettiklerini öğrenmez; iyi bir eğitim sistemi, kuşkusuz, yapılanları bir anlamda nasıl aşılacağının yollarını, yöntemlerini de öğretir.
Dünyada “Güzel” var mı? Var… Öyleyse güzelin de daha güzeli olabilir mi. Niye olmasın. Sanat, güzelliğin insan eliyle durmadan araştırılmasıdır. Sanat bir bakıma, insan eliyle güzellik yaratma çabasıdır.
Bilim ise; varolan gerçeklerin; bilinenlerin sınırını genişleterek insanları daha rahat ettirmenin, onlara işe yarayan araçlar, gereçler getirmenin peşindedir. Sonunda bilimde de yaratıcılık vardır. Bilim insanı da o ana kadar keşfedilmemiş, bulunmamış bazı şeyleri bulur, yapar, yaratır çatar; insanoğlunun emrine koyar.
Bu yüzden, eğitim iki türlü insan yetiştirir. Bir, sadece bilinenleri bilen, ezberleyen; yeniye, değişiğe, gelişmişliğe kulak asmayan tipler. Bunlar “Tüccar” tiplerdir; sadece alırlar ve üzerine bir kâr koyarak satarlar. İki; kafası durmadan “eskinin” ötesinde, yeniliğe, değişik bir şeye, farklı bir şey bulmaya çalışan şeytan akıllılar.
Aslında dünyadaki savaş bu “duruk” akıllılarla , “oynak” akıllıların savaşı halinde geçer. Bazıları , “hiçbir şey değişmesin, her şey olduğu gibi kalsın” derken . Diğerleri . “Niye? Dünya değişiyor, o zaman biz de değişeceğiz; çevremizi de değiştireceğiz…” diye kıyameti koparırlar. Hadi bakalım bu iki akıl arasında kaldığınızı düşünün, “Ne yaparsınız?”
Gençler genellikle “oynak” akıllıdırlar. Durmadan değişiklikten, yenilikten yanadırlar… İhtiyarlar, durmadan onların peşinden, eteğinden çekerler. “Sen böyle diyorsun ama gelenekler öyle demiyor” diyerek gençlere engel olmaya çalışırlar. Onun için kişilerin bir kısmı değişmeyi, yeniliği istese bile, geniş insan kütleleri değişmekten, yenilikten fena halde korkar. Bütün toplumlar böyledir. Tutucudur; muhafazakardır.
Oysa , kişiyi topluma hazırlayan eğitim, “Yaratıcı Eğitim”i desteklemelidir. İnsanlar, bilinenlerin ötesinde yeni şeyler bulmaya heveslendirilmeli; bütün eğitim düzeni buna göre tasarlanmalıdır. Fakat mevcut eğitim düzeni “Dogmatik”tir, değişimden değil; bilinen şeylerin ezberlenmesinden geçer. Ezberci bir eğitimdir. Değişikliğe tahammülü yoktur.
İyi bir eğitim düzeninden geçmiş, yaratıcı filizler taşıyan genç, gittiği kurumda da engellemelerle karşılaşacaktır. Bakar ki, içinde bulunduğu kurum, yüz yıllık yöntemlerle çalışıyor. O “Değişmeyi, yenileşmeyi..” salık verir ve bunun için yeni, yaratıcı yollar, yöntemler önerir. Bir söyler, iki söyler… Sonra birileri onun tehlikeli olduğunu anlarlar ve ona çelme takmak, söylediklerini yalanlamak için bin dereden su getirirler.
O yenilikçi, heves ile dolu genç, koca bir devler ordusu karşısında yalnız kaldığını anlar. İki yol vardır. Ya “başım sonunda belaya girecek”, diye susup oturmak ve ötekilerine benzemek… Ya da sürekli bir savaşımı, mücadeleyi göze almak. Sonunda kim kazanır. Başta yobazlar kazanır gibi görünse de doğa, akıllı olandan, doğadan yana olandan yanadır. Sonunda Doğa kazanır.
Yaratıcılık, hiç de göründüğü kadar tehlikeli bir şey değildir. Aslında dünyanın, tadını ,tuzunu veren şey yaratıcılıktır ve yaratıcı insanlardır.
O yaratıcı sanatçılar olmasaydı, bu güzel tablolar, şiirler, kitaplar, eserler nasıl yazılırdı.
O yaratıcı, yenilikçi bilim adamları olmasaydı, bu bilgisayarlar, uçaklar, bisikletler, ütüler, buzdolapları, klimalar vb, vb… nasıl olabilirdi? Bütün bunlar falan kitabın falan sayfasında yazılı değil. Bunları bulmak için o insanlar çok okumuşlar, çok denemişler ve çok çabalamışlardır. Kolay değildir.
Bütün bunlar, yaratıcı akılların eseri. O zamana kadar ezberlenmiş bilgilerin dışına çıkan insanların eseri. Toplum insanın başını ne kadar eğse de bazıları başını kaldırmasını bilecektir. Sanatın ve bilimin gerçek anlamını anlayacaktır. Topluma, bu güçlerle kuşanmış
olarak gidecektir. Eğitim artık ne kadar yozlaştırıcı olursa olsun, dünyanın gerçekleri tümden saklı değil.. Kendin bul, kendin pişir, kendin bir şeyler ortaya koy; kendin yarat ve yaşat…
Ne kadar itiraz etseler, sonunda kabul edeceklerdir. Eğer sonunda doğanın yol gösterdiği gerçekler varsa, yeniliğin, yaratıcılığın önüne, insan yaşadıkça kimse geçemez.