Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '06

 
Kategori
Felsefe
 

Kıyametten üç gün önce

Kıyametten üç gün önce
 

Bir gün uzay gözlem istasyonlarından bir haber yayılsa; dünyadaki canlı yaşamı yok edebilecek büyüklükte bir gök cisminin yerküremize doğru yaklaşmakta olduğu ve üç gün içinde meydana gelecek çarpışmanın hiçbir şekilde engellenemeyeceği yönünde bir haber. Acaba insanlar nasıl davranırdı, neler yapmaya çalışırdı ?

Hemen herkes herşeyden önce telefonlara sarılırdı bence. Çünkü telefondan sadece haberleşme aracı olarak değil, bir ümit, bir çıkış yolu, bir teselli aracı olarak yararlanma ihtiyacını duyuyoruz artık. Tabii hatlara aşırı yüklenmeden kimse kimseye ulaşamazdı kolay kolay.

Çoğumuz korkudan ağlamaya başlardık hiç kuşkusuz. Kimimiz içe kapanır, kimi hiç durmadan konuşmaya başlardı. Bazıları habere inanmaz, önüne çıkan herkese çarpışmanın neden gerçekleşmeyeceğini anlatmaya çalışırdı. Kimi ihtiyatla yaklaşır ama yine de içini bir kurt kemirmeye başlardı inceden.

İnsanların çoğu bir an önce bir yolunu bulup doğdukları yere dönmek isterdi. Sılaya dönme arzusu insanın en temel güdülerinden biridir. Hem aileleriyle bir arada olmanın cesaret arttırıcı özelliğinden hem de son günlerini onlarla birlikte geçirme isteğinden. Yüz milyonlarca kişinin yollara dökülüp bir yerlere ulaşma çabası yüzünden elbette bütün koltuklar dolar, yollar kapanır, hemen hiçkimse gidemezdi sılasına. Tabii onları götürecek sürücü bulmak da zor olurdu.

Bazıları hiçbir şey olmayacakmış gibi yaşamlarını sürdürmeye çalışırdı. Karşılaştıkları güçlüklere rağmen temizliklerini yapar; işine gider, randevularını ayarlamaya uğraşırdı. Ancak bunu gerçekleştirmekte biraz zorlanırdı elbette. İşyerlerine ulaşabilenler korkudan işe gelmeyen üstlerinin yerine geçer, hareketli koltuklarında acı bir keyifle dönerdi sağa sola.

Kimileri istikbal kaygısını atamazdı üstünden. Birileri ise kendi kısa geleceğini unutup başkalarına yardım etmeye çalışırdı herşeye rağmen. Birinin kolundan tutarak, birini yerden kaldırarak, bir başkasına ümit aşılayarak geçirirdi son günlerini. Başkasına yardım etmenin kendini ayakta tutma yollarından biri olduğunu bilirler.

İktidar sahipleri, ellerinde tuttukları gücün artık hiçbir işe yaramadığını görürlerdi herhalde. Buna rağmen hâlâ söz geçirebildiklerini yönetme eğiliminden vazgeçemezlerdi. Askerlerin çoğu görevlerine devam ederdi.

Aşıklar birbirlerine daha sıkı sarılırlardı hiç şüphesiz. Önlerinde kalan üç günün her salisesini birbirleriyle tamamen bütünleşip bir bedende erime yolunda değerlendirmeyi tercih ederlerdi.

Çoğu insan yaklaşan felaketi ölesiye sevişmek için iyi bir fırsat sayar, karşı cinsten rastlayabildiklerini de ikna etmeye uğraşırdı bu isteğine. Buna kimlerin olumlu yanıt vereceği bilinemez tabii...

En zor durumda kalanlar yalnızlar olurdu herhalde. Son günlerinde etraflarında hissettiklerini paylaşacak kimsenin olmaması acılarını arttırırdı kat kat. Bir yalnızın yalnızlığını başka bir yalnızla gidermesi mümkün değildir. “Yalnızlık paylaşılmaz!”.

Bazı katiller tövbe ederdi belki ama önemli bir bölümü işleyeceği cinayetlerin herhangi bir yaptırımı olmayacağını bildiği için daha da azgınlaşırdı. Kimileri dayanamayıp hayatına kendi elleriyle son verirdi. Kimileriyse vitaminlerini kullanmayı ihmal etmez, egzersizini aksatmamaya çalışırdı.

Bazıları ise yaklaşan felaketi paraya dönüştürmenin yollarını arar ve bulurdu. O paraların işine hiç yaramayacağını bile bile vazgeçemezdi bu isteğinden. Bütün yaşamını servet biriktirmekle geçirmiş birileri, şimdi bu servetini canını kurtarmak için harcama arayışına girer ve birileri de onların bu arayışlarına para karşılığında yanıt vermeye çalışırdı. Kimileri etrafındaki herşeyi yağmalamaya girişir; mal mülk sahiplerinin büyük bir bölümü ise sanki çok işlerine yarayacakmış gibi var güçleriyle elindekileri korumaya çalışırdı.

Yalvarmak, af dilemek, tövbe etmek, günah çıkarmak, unuttuğu adağını yerine getirmek isteyenler bütün mabedleri doldururdu. Kimi tanrıtanımazlarda pişmanlıkla dolu bir inanç gelişir, çoğu ise kendi varlığının da tabiatın döngüsü içinde bir şekilde devam edeceğini düşünüp avunurdu.

Bazıları kalan zamanda var gücüyle içindeki bütün özlemleri gidermeye çalışır; kimileriyse ise her zaman yaptığı gibi bunları gerçekleştirmeyi bir kez daha ertelerdi.

Pişmanlıklar kat kat artmış olarak saçılırdı ortaya. Her cümlenin başına bir “keşke” getirilir; kaçırılmış fırsatlar, tatmin edilememiş arzular, ilân edilememiş aşklar, kilo alırım korkusuyla yenememiş yemekler, giyilememiş elbiseler, mahçubiyetten yapılamamış konuşmalar hatırlanırdı. Tabii gecikmiş itiraflar da birbirini izlerdi.

Bazıları felaket randevusunun gerçekleşeceği saati beklerken yaşananları yazmaya adardı kendini. Yazdıklarını gelecekte kimsenin okuma şansının olmadığını bilse bile içinden gelen bu arzunun önüne geçemezdi. Anlatma isteği, bilinçaltımızdaki hayatta kalma ve hatta sonsuza dek yaşama arzumuzun en belirgin göstergelerinden biridir. Bunun için buradayız.

Herkes bir ölçüde geride kalan yaşamını gözden geçirirdi ama yine de alıştığı biçimde hazırlanırdı sona. Yani aslında pek değişmezdi davranışlarımız. Kişisel felaketimizin üç gün değilse de aşağı yukarı yirmi üç bin gün içinde başımıza geleceğini bildiğimiz halde yapıyoruz bunları.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..