- Kategori
- Kitap
Kıymık - Aysun Kara: Öykü ödüllü yazardan sıcacık, yeni bir kitap!

Kıymık
Aysun Kara, 2007 yılından beri aldığı öykü ödüllerine son olarak PANOVAROŞ adlı öykü dosyasıyla, 2010 yılı Orhan Kemal Öykü yarışmasındaki birincilik ödülünü eklemişti. Yazarın, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Özgür Edebiyat, Lacivert, Sarnıç, Hece Öykü, Eylülce gibi birçok dergide yayınlanmış öyküleri de bulunuyor.
Kıymık, Ayizi Kitap tarafından yayınlanmış taze mi taze, yepyeni bir öykü kitabı.Kapağında minik bir kız çocuğu siluetinin bulunduğu bu minik, şirin kitabı elime alıp bir de arka kapak yazısını okuyunca Aysun Kara’ nın vazgeçilmez yazarlarım arasına gireceği gibi kuvvetli bir hisle karşı karşıyaydım.
Daha ilk sayfada, esere adını veren ilk öyküde yani Kıymık’ ta anafora yakalanmış gibi hissetmem normaldi. Aysun Kara... Sevgili yazar... O nasıl bir kıymıktır ki hepimize batmıştır; acısını istisnasız hepimiz yaşamışızdır... Yaşamlarımızın yükleri ne de güzel bir sembolle anlatılmış: Kıymık’ la!
Henüz minicik bir çocukken parmağa batan ve ömür boyu vücudumuzun çeşitli yerlerinde dolaşarak yaşamımızın değişik dönemlerinde aslında vücudumuzu değil de ruhumuzu rahatsız eden bir kıymık! Varlığını kimi vakit midemizde, kimi vakit boğazımızda, kimi vakit belimizde,... hissettiğimiz Kıymık!
Eseri, Kıymık da dahil olmak üzere içindeki tüm öyküler adına, genel olarak ‘’ yük ‘’ lerin kitabı, diye nitelendirebiliriz.
‘’ ... Arkadaşlık yüktür...Ayrıcalık yüktür... Çekingen olmak yüktür... Kimi sıfatlar sırtımızda yüktür... Uydurmak yük değildir... Dürüstlük yüktür... Hayatın öğrenilebileceğini düşünmek yüktür... Ve...
Kıymık’ tan:
‘’ ... Parmağı iyileşir ama kıymığın içeride olduğunu bir tek çocuk bilir. Korkusundan kimseye söylemez. O günden sonra bedeninde dolaşan kıymığı izlemeye başlar. Kıymık artık çocuk için bir yüktür... Vücudunun neresinde olduğunu, atan bir nabız gibi hisseder... ‘’ gibi daha nice cümlede yerini alan bu yüklerin zaman içinde insan ruhunu nasıl etkilediğinin öyküsü Kıymık...
Tarzından bir masal okuyormuş gibi hissettiğiniz bir öykü; fakat masal değil. Gerçek. Benim, sizin, hepimizin gerçeği. Kıymık, insan yaşamının bir sembol etrafında anlatılan çarpıcı özeti ve açıkçası benim de kitaptaki favori öyküm.
Masal tadında bir öykü daha...
Masal’ dan:
‘’ ... Zifiri gecelerde küçük bir kızdım. Karanlıktan korktuğumdan, her gece bir masalın çift kanatlı geniş kapısından usulca süzülürdüm. Masalın gecesi aydınlıktı. Eriklerden önce çiğdemler açmıştı, yeni yeni kabarıyordu memelerim. Bayır aşağı koşuyordum. Saçlarımın örgüsü çözülmüş sarı çiğdem sanırdım kendimi. Suçluydum... ’ İyi ki ‘ diyordum, ‘ iyi ki sorumlu değilim masaldan! ‘Okulda öğretmen özetini istemiyor, ‘ Ana fikrini üç cümleyle anlat, ‘ demiyor. Ve ‘ Beş soru çıkarın! ‘ diye sinirlenmiyordu. Dili kendineydi masalın... ‘ Birbirinize bakmayın! Bir soru bile aynı olursa yakarım çıranızı! ‘ diye söylenmiyordu... ‘’
Diğer öyküler mi? Toplumsal gerçekçiliğin duygularla yoğrularak yarı masal yarı şiir tadında anlatıldığı öyküler bunlar. Yazarın dili ve anlatımı o denli işlek, kıvrak ve şiirsel ki bu öyküleri de haz duyarak okumanızı sağlıyor. İnsan psikolojisinin ön planda tutulduğu bu öyküler imgelemelerle de desteklendiğinden okur üzerindeki sarsıcı etkisi kaçınılmaz oluyor:
Şu Gördüğün Ev Daha Önceleri Daha İyi Evdi’ den:
‘’ İncir ağacı avluya açılan kapının yanı başındaydı. İncirin hayali bahçenin göbeğinde olmaktı. Her hayal gibi biraz ham biraz da eksikti... Bahçenin orta yeri ceviz ağacının gerçeğiydi. Yakındaki derenin yatağını değiştirmiş birileri. Tahmin edilebilecek sıradan sebeplerle ki bu öykü bu sebeplerden söz açarak kendi ritmini bozacak değil... ‘’
‘’ Öykü şiire âşıktır... ‘’ diyen yazar, okuruna bu aşkı fazlasıyla yaşatıyor. Öykülerin çoğunun başlıklarında bile naif bir şiirsellik göze çarpıyor.
Hoş hayallerle karabasanların yekvücut oldukları öyküler de var eserde. Güzel bir hayalin hafif esintisiyle oyalanırken birdenbire bir karabasanın fırtınasında, çamurların arasında gözünüzü açabiliyorsunuz.
Aysun Kara, toplum sorunlarına ilgisini ve duyarlılığını da kimi öykülerine hassasiyetle yansıtmış:
Saman Sarısı Heves’ ten:
‘’ ... Kaçıncı giyilişi toza, tere bulanmış kiralık gelinliğin. Topukları erimiş siyah ayakkabılar, sokağı süpüren eteklerin altına gizlenmiştir. Beyoğlu tuhafiyecisinden alınmış bir buçuk metrelik kırmızı kurdele, çocuk gelinin beline dolanır; el değmemiş aklık ona emanettir. Karanlığın koyusuna ateşböceği misali sokulur uçları. Pervasızlığını satenden almış olmalı. Saman sarısı ip, uzaktan uzağa izler yılankavi sateni. Çelik tel huzursuzluğuyla sabahı bekler. ‘’
Yazarın tıp alanındaki mesleği nedeniyle okurlarına insan yaşamının realitesini tüm çıplaklığıyla yaşattığı öykülerine de sıklıkla rastlanıyor:
İntihar Kliniği’ nden:
‘’ Tıpta uzmanlık sınavından aldığım düşük sayılabilecek puanla bu kliniğe geldim. Asistanlık yaptığım yer intihar etmeyi defalarca deneyenlerin bulunduğu bir intihar kliniğiydi. Hayattaki başarısızlıklarına ölüm karşısındaki beceriksizliklerini de eklemişti bu insanlar. Hasta dosyalarının üzerinde büyük harflerle ‘’ SUICID ‘’ yazıyordu... On iki gündür 312’ deki hastanın ölmesini bekliyorum. Ölmesini istiyorum gibi anlaşılacak ama gerçek bu değil. Odada televizyon açık, reklamlar, haber bültenleri, sabah programları, yemek tarifleri her şeyi normalleştiriyor... ‘’
İyi bir öykü yazarının olmazsa olmazlarından biri olan özgün anlatım tarzının dışında gözlem yeteneği ve yaşanmışlığın izleri ayan beyan görülüyor. Bu özellikler, sizi nasıl olduğunu bile anlayamadan bir girdap gibi öykünün içine çekiyor. Aniden farklı bir mekâna dahil oluveriyorsunuz. Bu mekân bir ada da olabilir, bir hastane odası da... Ayrım yapılmadan işlenmiş konu çeşnileri önünüzde hazır bekliyor.Yapacağınız tek şey sayfaları aralamak.
Eserde, severek okuduğunuz betimlemeler de göze çarpıyor. Betimlemelerin tamamı birbirinden renkli; ne çok sade ne çok ağır... Tam da kıvamında hazırlanıp önünüze sunulmuş bir marmelat misali tat vereninden:
Yağmur Pansiyonu’ nda Gül Kokusu’ ndan:
‘’ Ahşap Rum evinin üst katında, oda kapısı yıkıldı yıkılacak gibi çalınıyor. Yazlık kasaba uykuda, güz yorgunu. Yaz eskisi birkaç konuk, turist yani. Ne dersen artık! Gün batımındaki nemli sıcak, yerini yapış yapış bir esintiye bırakmış. Yaz güze, gün geceye dönüyor. Başıboş bir deniz, kıyıya çekilen tekneler, delik deşik tuzdan sertleşmiş yelkenler ve yorgun direkleri. Kaçak sözcükler, geçmiş geceler, gülüşler, öpüşler, güneş yanığı hazlar bir köşeye atılmış, bekliyor. Kimilerinin avucunda güle dönüyor... ‘’
Bu minik öykülerin her biri hakkında satırlarca yorum yazılabilir fakat eserin ve yazının tadını kaçırma endişesiyle daha fazla yazmamalıyım. Kıymık’ ı sizler bizzat okumalısınız, diyorum. Okuyucuyu sıkmayan, yormayan bu kendi minik , anlattıkları devasa büyük kitabı okumalısınız. Aysun Kara’ yla tanışmadıysanız en kısa zamanda tanışmalısınız.
Meyvelerini sunmaya hazır bir ağaç kıvamında mevsimini bekleyen, nicedir ‘’ol’ muş ‘’ bir yazar var karşımızda. Yeni öykülerini okumayı sabırsızlıkla bekliyoruz. Naçizane, bu kaleme bir de ‘’novella ‘’ yakışır diyorum.