- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Krizde olan uygarlık
Kolektif ego grubu tarafından Tarih ve Toplum Bilimleri Enstitüsü’nde grup üyesi Dilaver Demirağ tarafından gerçekleştirilen Kıt Olan Su’mu? Su Krizinin Politik Ekolojisi başlıklı söyleşide geçtiğimiz yıl yaşanan şiddetli kuraklıktan yola çıkarak Küresel Su Sorununun eko politik açıdan değerlendirmesi yapıldı.
Kolektif Ego grubunun İstanbul-Beyoğlunda bulunan Tarih ve Toplum Bilimleri Enstütüsünde yapmaya başladığı etkinliklerden ikincisi Su Krizi üzerine yönelik bir söyleşi oldu. Grup üyesi Dilaver Demirağ tarafından 4 Kasım Pazar Saat: 14:00’de gerçekleştirilen söyleşide Su Krizi bütün boyutları ile tartışıldı.
Demirağ Suyun Kıt olmadığını sadece sınırlı olduğunu ancak uygarlık süreci içersinde kıtlaştığını, metalaştırılan suyun bir ekonomik ürün niteliği alması ile birlikte su krizinden söz edilmeye başlandığını ifade etti.
Suyun yeryüzünde belli ve sabit bir miktarda bulunduğunu anlatarak başladığı konuşmasında Dilaver Demirağ öncelikle dünyadaki suyun miktarını ve yeryüzündeki dağılımını rakamlarla ortaya koydu. Bu rakamların suyun yeryüzünde kıt değil sadece sınırlı olduğunu ortaya koyduğunu ve suyun azalmasının nedeninin de ulaşılabilir su kaynaklarının endüstriyel tarım, endüstri ve megapol tarzı devasa kentler tarafından son damlasına kadar sömürülüdüğünü, bunda da suyun geçmişte olduğu gibi saygı duyulan bir varlık değil de sadece insan ihtiyaçları için kullanılan bir madde olmasının büyük rol oynadığını belirtti
Uygarlık Düzensizliği Çoğalttı
Konuşmasının ikinci bölümüne insanlığın uygarlaşma süreci içerisinde oluşturduğu kurumları anlatarak başlayan Demirağ, bu süreçte dönüm noktasının insanların ölülerini gömmesi ile birlikte gelişen dinsel sembolizm ve ayin olduğunu, ikinci önemli dönüm noktasının büyü olduğunu, büyünün doğayı denetleme ve onu insan ihtiyaçlarının nesnesi kılma anlayışına neden olduğunu kaydetti. Yerleşiklik ve tarımı izleyen kentleşme ve devletleşme süreci ile birlikte toprağın ve suyun hapsedilerek doğal akışların kesildiğini, bunun da temelinde uygarlıkla birlikte insanlığın düzensizliği ve belirsizliği ortadan kaldırma, herşeyin önceden öngörülebilir, belilenebilir hale sokulmaya çalışıldığını, doğa üzerinde tahakkümün temelinde de bu anlayışın olduğunu, tahakküm olarak siyasal iktidarın yani devletin de düzensizlik ve belirsizliği, düzene öngörülebilir olana dönüştürme anlayışının bir ürünü olduğuna dikkat çekti.
Ancak düzensizliği düzene dönüştürme gayretlerinin boş bir çaba olduğunu çünkü bunun için karmaşıklığı arttırdıkça düzensizlik ve kırılganlığında çoğaldığını belirten Demirağ, doğanın sınırlarına uyarak yaşamanın düzensizliğin etkisini daha azalttığını ve düzensizlikten doğan kırılganlığın yerini göreli bir dengenin alacağını belirtti.
Kapitalist toplumun tam da bu nedenle yani sistemedeki düzensizlik, belirsizlik gibi ögeleri yenmek adına daha kırılgan bir toplumsal düzen inşaa etmesi nedeni ile ekolojik krizi önleyemeyeceğini ve gelecekte gezegenin doğal destek sistemlerinin çökmesi nedeni ile uygarlık denen örgütlenme biçiminin kaçınılmaz olarak çökeceğini, bundan dolayı insanların bu duruma karşı şimdiden hazılık yaparak, devletsiz, toplumun tüm karar süreçlerine doğrudan katıldığı, eştilikçi bir toplumsal yapının da bu süreçte kurulacağını söyledi.