Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

22 Ekim '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Küçüh Ruh'un düşündürdükleri ...

Küçüh Ruh'un düşündürdükleri ...
 

Ruhumuzdan gelen o fısıltının, dışarının tüm bağrış çarışına, gürültüsüne galip geldiği anlar olur ya, işte o anlardan birinde fark ettim ki, o kısacık anlarda bizde ki bazı bilgiler erişilebilir oluyor.

Kapılar aralanıyor, örtüler azıcıkda olsa sıyrılıyor. Gizem, peçesini bir anlığına dahi olsa, kaldırabiliyor.
İşte bu anlardan biri de, “Ruhlar arasında hiç bir şekilde kırgınlık olamayacağı”nı iliklerime kadar hissettiğim andı...

Bu, o ana kadar bir bilgiyken, şimdi artık benim için yaşanmışlık olmuştu. Sanırım ben bunu hayata geçirmiştim. Böylelikle, benim bu fark ettiğimle aramda bir ilişki oluştu. Ve bu ilişki , bilmekden idrak etmeye geçişin tatırdığı, haz duygusu ve biraz daha tam olma hissiydi.

Bu örnekde de olduğu gibi, bir yerlerde duyduğunuz bir şekilde bilgi olarak haberdar olduğunuz bir şeyi yaşamınıza kattığınızda, onu bir defa deneyimlediğimiz de, hayatınız da ki bir çok şeyinde beraberinde değişiyor olduğunu fark ediyorsunuz. Bu olan, hayatımızda zaman zaman gelinen "kırılma noktaları" na yada "döngü"lerden
birine daha gelinmiş olmasıydı aslında.

Çoğu zaman, yeni bir alana adım attığımızda o an, bizim için aslında bir geçiş yaşandığını, fark etmeyiz dahi. Ancak bir süre sonra, dönüp geriye baktığımızda hayatımızın artık eskisi gibi olmadığını hisseder ve çok ciddi şekilde değişimler yaşadığımızı görürüz. Tüm fark edişlerin sonucunda olduğu gibi, artık "o" da şifalanmıştır.

Bir değişim yaşanır ancak, biz bunun sebeplerini bazen hemen akabinde idrak edemeyebiliriz. Akılla, baktığımızda bulacağımız sebepler onlarca,yüzlerce, hatta binlerce olabilir. Bir çoğu doğrudur da. Fakat, akılla bulunan oradan gelen bu yanıtlar "tam" da içinize uyanlar olmayabilir. Sizi, “bütün” hissettiremez, hep bir eksiklik,
bir şeyler daha varmış hissi, kalır tamalanamayan...

Bu aşamada siz, bir süreliğine “size ne olduğunu” algılayamadan, adeta “sudan çıkmış balık” gibi çırpınır dudurken, cevaplar etrafınızda dolanır durur. Onları ararken, ona buna “bana neler oluyor? ” diye sorar dursunuz. Ya büyük çoşkular, ya garip sukunet halleri veya ikisi arasında gelgitler yaşana dursun, her dönüşümde olduğu gibi, bu süreç de olması gerektiği zamanda tamamlanır. Ve değişim gerçekleşir. Böylelikle, uyumlanma süreci biter ve yerini hazmetme sürecine bırakır.

Hazmetme aşamasında ise, olanlara ve kendinize daha objektif bir gözle bakabilir ve gördüklerinizi yaşamımıza taşımaya çalışırsınız. Bu noktaya kah akılla, kah hislerle varılmış olsun, benzer aşamalarda yaşananlarda benzerdir. Sorular hep aynıdır. Burada asıl çeşitilik gösterense, çoğu zaman yanıtlardır.

Bu sorular ve yanıtlar arasında geçirdiğiniz plato evresinde, yine o her şeyi bilen yanınız sizinledir. Ve o değişenin ne olduğunu, size sadece sizin söyliyebileceğinizi her an içten içe tekrar eder. Taa ki, siz onu fark edene kadar. Çünkü her zaman olduğu gibi bu defada yanıtlar sizin her şeyi en baştan beri bilen yarınızdadır.

Ve gün gelir siz artık doğru adrese; O’na gidersiniz. Çünkü O, siz o saf ruhlar halindeyken; oluşturacağınız gerçekliği ve dolayısıyla tüm geleceğinizi seçenin ta kendisidir.

Bu değişimin diğer güzel yanı da şudur: Bu kavrayış geldiğinde, bir defa “Fark Ettiğinizde” artık o tepeye varılmıştır. Ve şimmditüm manzara değişmiştir. Sanki etrafınızda ki Dünya, aynı Dünya değildir artık.

Çünkü siz, o manzaraya farklı bir düzlemden bakar olmuşsunuzdur.
Artık görüş açınız genişlemiştir, böylelikle o manzarada yer alanlara baktığınızda gördükleriniz başkalaşmıştır. Burası sizin için Yeni bir tepe dir....

”Küçük Ruhun Hikayesi” isimli öyküde iki ruhun bedenlenmeden önce aralarında geçen dialog şöyle gelişiyordu: ”Ne istersen yaparım" dedi küçük Ruh. "Kendimin ne olduğunu öğrenmek için ne gerekirse yaparım. Söyle karşılığında ne istiyorsun? "

Dost ruh şöyle dedi: “Sana vursam da, yüzüne tükürsem de, sana olabilecek en büyük kötülüğü yapsam da, aynı anda benim gerçekte kim olduğumu anımsa. Eğer beni şimdi olduğu gibi unutursan, ben de kendimi hatırlayamam. Daha da kötüsü, sen de kim olduğunu unutursun ve ikimizde unuttuğumuz zaman bize bunu hatırlatacak bir üçüncüye ihtiyaç duyarız...”

Yüzümüze de tükürülse, ağıza alınmayacak sözleri de işitsek dost ruhlardan, en büyük hakaretlere de maruz kalsak hak etmediğimizi düşünürken ve tüm bunlar en sevdiğimizden dahi gelmiş olsalar, bazen kopuş yaşanmaz.

Çünkü O'nun aslında kim olduğunu binlerce yıldır hatırlayan bir yanınız, sizin içinizde yaşamaktadır.Yapılan tahütü hatırlayan o ilahi yan, bizleri mucizevi bir şekilde bir arada tutar. Aslında tek mucize; yüksek hayrınıza bu seçimleri yapan özünüzdür.

Sonrasında oluşan bu yeni realite ile beraber kurgu da değişir...
Dünya sizi BİR’leştirmek için döner, yakınlaştırmak için yeni kurgular ve farklı realiteler yaratmaya başlar. Zaten en baştan beri yaşanda anlarsınızki; bir kurgudur aslında.

Tüm çelişkiler, sıkıntılar, öfke patlamaları tamamen dünyaya özgü ve üzerinde anlaşmaya varılmış o “ortak dünya realitesi” nin gereği olan, ama az ama çok her birimizin içinde yaşayan Ego denen, olgunun kontrolü ile yönlenir. Çünkü, kırılan da, incinen de, öfke de duyan "Ruh" değil . Sadece ve sadece Dünyevi, yanımız,
diğer bir değişle Ego dur. Yada, gözü buradaki bedenli hayatımızın devamını sağlamakdan başka bir şeyi göremeyecek kadar ilkel olan yanımız, sürüngenimsi tarafımızdır.

İlahi olansa; deneyimlemek istediklerimizi seçen, anlaşmaları yapan ve tüm bu realiteyi yaratanın sadece biz olduğunu hatırlatmaya çalışır bizlere. Bir yandan bedeni sukunete davet ederken, öteki yandan "fark et" , "bil", "gerçek olan benim" diye seslenir sabır ve metanetle.. bıkamdan ve usanmadan...

Ancak Ruhun fısıltısı, çoğu zaman bu tınıyı unutmuş olan bedenlerimize tanıdık gelmez. Tüm ızdıraplar, tüm bu öfke, bencilik ve hırs; yapılan tahütlerin bu var oluş düzleminde kendini tezahür ettirişinden başka bir şey değildir. Alınacak öğretiyi alıp, yolumuza devam edebilmek ise burada görülmesi gereken yalın bilgidir.

Aksi durumda: Taa ki; fısıltıyı duyup, olan biteni idrak edip, içimiz sızlayana, vicdanımız devreye girene kadar bu ilkel yanımızın egemenliğinde kurgulanan oyun, sürüp gidiyor...

Taa ki; ışıkla tanışıp, Onun Ben’den ayrı olmadığını en derinde hissedene kadar bu ızdırap sürüyor...

Taa ki; Ona atılann taşın Ben’im canımı yaktığını iliklerime kadar hissedinceye dek direnç devam ediyor...

Taa ki; o an gelip gafletimizle yüzyüz yüze gelerek, özümüzdeki masumiyetin yegane göstergesi olan, o doğal edep duygusun verdiği pişmanlık ve utancı tadana kadar ego gözlerindeki bağı çözemiyor...

İşte o zamana gelindiğinde ise, yeni bir tepede olduğumuzu varsayabiliriz...

Yeni bir anlaşmanın dünya boyutunda ki hayatımızda bu tezahürlerini yaşayıp “ah işte tamam, bunun sebebi buydu...” deyip, yeni bir keşif, yeni bir aydınlanma ve yeni bir çözülme yaşayana kadar, sonsuz sayıda tepeden yada bir başka deyişle belki milyonlarca farkındalık düzleminden geçeceğiz.

Ama bu hayatımızda, ama sonrakiler de, bu tepelerin her birini adım adım çıkacağız. Çıkacağız ki, tekrar ait olduğumuz saf ışığa dönüşebilelim, yuvaya ulaşabilelim.

Ve tekrar o tarifsiz sevgi içinde O ve Ben, ayrımı olmaksızın, bir bedende eriyebilelim.

“Gözler” gerçekden de aynamızdır. Asırlardır bizimle olan en eski parçamızdan, bu dünyaya doğru açılan pencerelerimizdir onlar.

Oradan yansıyanlara, teredütsüzce güvenebileceğimi hep biliyordum. Onlar beni hiç bir zaman yanıltmadılar.

Siz de zaman zaman onların içine doğru akın, oraya girin. Derinliklerine inerek, uzun uzun bakışın onlarla.
Ve bilin ki, siz burada, bu hayatınızda ne yaşıyor olursanız olun, orada çoook derinlerde, tüm gizleri çözmüş, tüm acılarını dindirmiş, ancak çok derinlerde yaşanan o ilahi sukunete kavuşmuş olan bir bilge sizi gözlüyor.

Tüm hayatlarınız boyunca olduğu gibi, şimdi ve burada da, Siz’e, olmuş olanlar ve tüm olacaklara şevkatle yaklaşan, anlayışlı ve destek olan, koruyan ve kollayan, sarıp sarmalayan ve her zaman gerçek erkin yegane sahibi ilahi bir varlık var orada.

Her ruh dingindir. Ve her beden de, doğası gereği, gergin. Ancak aradaki bağı gerektiği gibi kurar, onu en saf haliyle koruyabilirsek, öz’den, beden’e olan bu akışı beslemeye devam ederiz. Ve ben bunu yaratabileceğimize artık eminim.

Sonrasında, yaratıcının bir parçası olduğunuzu kendi yaratma gücünüzü keşf ederken tekrar tekrar deneyimleyeceksiniz...

Sonrasında isteğiniz her neyse; bir arzu ise, zamanla ilahi akış içinde hayatınızda bu oluşacak. Bu bir iyileşme talebiyse, o kanayan yara mutlaka gereğince şifa bulacaktır...

İçinizdeki yaşamı ve ışığı onurlandırıyorum.
Bu zamanda ve bu mekanda sizinle sevgi içinde bulunmakdan, şükran duyuyorum.

Sevgi ve Işıkla,

Ayna

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara