Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '07

 
Kategori
Sanat Tarihi
 

Kültür mirası İstanbul

Kültür mirası İstanbul
 

Kuruluşları çok eskiye dayanan ve hattâ kuruluş tarihleri tam olarak bilinmeyen kentlerin, ilk kuruluşları hakkında çeşitli efsaneler söylenegelmiştir. Bu efsanelerin yaradılışları ve efsanenin konusu, o kentin bulunduğu coğrafi, tarihsel veya kültürel durumuna göre değişir.

İstanbul kentinin ilk kuruluş yeri bugün Sarayburnu ya da Tarihi Yarımada olarak adlandırılan bölge olarak kabul edilir. Bu kentte yaşayanlar ya da bu kentte yaşamayıp bir yerlerde bu kenti merak edip okuyanlar ve resimlerini görenler, Sarayburnu dediğimiz yeri hemen gözlerinde canlandırırlar. Üç tarafı sularla çevrili bu kara parçası sanki Boğaziçi'ne doğru yol alan büyük bir gemi görünümündedir. Anlaşıldığı gibi bir yarımada olan Sarayburnu her türlü konumu bakımından insanlığın her zaman yerleşmek istediği ve elinde bulundurmak istediği bir yerdir. Çünkü, bir yanında Haliç diğer yanında Marmara Denizi olması nedeniyle doğal bir koruma alanı içindedir. Su yolu geçişi üzerinde bulunması nedeniyle ticaret yapılmasına uygundur. Ayrıca ilk yerleşim alanlarından günümüze insanların yerleştikleri ve uygarlıkların geliştiği yerler hep nehir, göl, deniz kenarları olmuştur.

Bugünkü İstanbul kentinin ilk yerleşim yerleri, Avrupa yakasında Yarımburgaz'dır. Yarımburgaz mağarasında Orta Paleolitik Çağ'a ait olduğu tespit edilen çeşitli aletler bulunmuştur. Asya yakasında ise İÖ 4. binyıl sonrasına tarihlenen Fikirtepe'de, Kalkolitik Çağ'a ait çeşitli buluntular ortaya çıkarılmıştır. Ancak, bu yazının amacı yalnız Sarayburnu, Tarihi Yarımada ya da Suriçi Bölgesi olduğundan, İstanbul'un bugün ulaşmış olduğu geniş coğrafi alanı dikkate almayacaktır.
Yazının başında kuruluş tarihleri çok eskiye dayanan kentlerin kuruluş efsaneleri vardır dedik. İstanbul'un da bir kuruluş efsanesi vardır. Bu efsane İstanbul kentinin bulunduğu coğrafi güzelliği anlatacak şekilde olduğundan önemlidir.
Hepimizin bildiği bu efsaneyi gelin yeniden okuyalım ve bilgilerimizi tazeleyelim:
İÖ 658 yılında Megaralı Byzas ve adamları yeni bir kent kurmak için arayışa başlarlar. Yola çıkmadan önce bir de Delf tapınağının kâhinine danışırlar. Delf tapınağı kâhini Megaralı Byzas ve adamlarına "Gidin ve kuracağınız kenti körler kentinin karşısına kurun" der. Megaralılar, Korent'i bırakıp yeni kentlerini aramaya başlarlar. Uzun yolculuktan sonra bugün Sarayburnu dediğimiz yere gelirler. Byzas ve adamları bu doğal korunaklı, sularla çevrili, yemyeşil yarımadaya büyülenircesine bakarken, karşı yakada bir Finike sömürgesi olan Halkedon'u (Kadıköy) görürler. Bulundukları yeri görmeyip Halkedon'da yerleşim yeri kuranlar, Megaralılara göre kördür. O halde karşı kıyıda körler vardır ve Delf tapınağı kâhininin dediği körler bunlardır. Byzas ve adamları kâhinin bu noktayı belirttiğini kabul ederler ve bulundukları yere yerleşirler.
Efsaneye göre ilk İstanbul yerleşimi de budur.

Byzas ve adamlarının kenti Bizantion İÖ 146 yılına kadar bağımsız kalsa da, bu tarihten sonra Roma Cumhuriyeti'ne bağlanmak zorunda kalmıştır. İS 73 yılında ise Roma'nın Bitinya-Pontus eyaletine dahil edilmiştir.
Bugünkü bilgilerimizle Byzas ve adamlarının kurduğu Bizantion kentinin sınırları bilinmemektedir. Ancak, İstanbul Marmaray projesi sırasında yapılan kazılarda tesadüfen bulunan bazı sur kalıntıları, bizlere İstanbul hakkında daha kapsamlı bilgiler sunacaktır.

Byzas'ın Bizantion'undan sonra İstanbul; Roma, Doğu Roma ve Osmanlı Devletlerini topraklarında barındırmış ve onların imparatorluklarına başkentlik etmiştir.
Bir kentin bu kadar uzun zaman yalnız üç el değiştirip kalmasının nedeni, ilk kuruluş tarihinden bu yana kenti çevreleyen surlardır. Kara ve deniz surları olarak yapılan bu yapılar çeşitli tarihlerde bir çok istilacının amacına ulaşmasını önlemiştir. Bilinen ilk surlar Septim Sever tarafından kara suru olarak yapılmıştır. Daha sonra Konstantin surları gelir. Yaklaşık bir asır sonra Konstantin'in surları kullanılarak Theodosius surları yapılır. Daha sonra 2. Theodosius surları, Jüstinyen surları bu güzel kenti düşmanlardan korumuştur.
Kara surlarının dışında bir de deniz surları vardır ki bugün bildiğimiz kadarıyla Haliç ve Marmara sahillerini çevreleyen bu surları Konstantin, kara surlarıyla birlikte yaptırmıştır. Daha sonraki dönemlerde bu deniz surlarına eklemeler yapılarak kentin korunması sağlanmıştır.
1509 yılında meydana gelen depremde İstanbul kenti büyük hasar görmüştür. Birçok tarihi eser yıkılırken, surlar da bu depremden nasiplerini almış ve yıkılmıştır. İşte bu depremin yıktığı surları 2. Beyazıt yeniden inşa ettirmiştir. 1635 yılında ise bu kez 4. Murat surları onartmıştır. İstanbul'a sonradan adına "Lâle Devri" denilen güzel günleri yaşatan Padişah 3. Ahmet ve onun kadar önemli Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa zamanında 1721-1723 yıllarında bu eski surlar yeniden gözden geçirilmiş ve onarılmıştır.
Megaralı Bizas ve adamlarından sonra bu kente gelen Romalılar, artık eski başkentleri olan Roma'nın barbarlardan gelen saldırılarla fazla ayakta kalamıyacağını anlamaya başlamışlardı. Bir de İmparator Konstantinus'un Hıristiyanlığa olan ilgisi, o zamana kadar pagan yaşamış Roma halkını kızdırmıştı. Böylece Kontantinus Byzas'ın kentine bir daha Roma'ya dönmemek üzere yerleşmiştir. Nitekim, kısa bir süre sonra Batı Roma İmparatorluğu barbarların akınıyla yıkılacak ve Doğu Roma İmparatorluğu 1453 yılına kadar varlığını sürdürecektir.
Doğu Roma İmparatorluğu, 19.yüzyıl tarihçileri tarafından Bizans İmparatorluğu olarak anılmaya ve yazılmaya başlanmıştır. Fakat, yaşadıkları dönemde onlar kendilerini Roma İmparatorluğu'nun devamı saydılar. Yalnız dinlerini ve dillerini değiştirdiler. Pagan dininden tek tanrılı din olan Hıristiyanlığa girdiler. Latinceden Yunancaya geçtiler. 1453 yılında Sultan 2. Mehmet tarafından tarihten silinene kadar da (4. Haçlı Seferi'nde Lâtinlerin işgali hariç) aynı dini ve aynı dili yaşattılar.
1453 yılında Sultan 2. Mehmet İstanbul'u aldığında artık yüzyılların kenti yeni bir kimliğe bürünüyordu. Bu kimlik Türk ve İslâm kimliği idi. Sultan 2. Mehmet, uzun yıllar bu kentin Konstantinapolis olarak anılmasına ses çıkartmadı. Zaman içinde de çeşitli adlarla anıldı. Yüzyılların bu güzel kenti 1453 yılından bu yana ise bir Türk kenti olarak varlığını sürdürüyor.
Bu kadar uzun yaşı olan ve dünya uygarlığının en önemli devletlerine, imparatorluklarına başkentlik etmiş bir kentin bize miras kaldığını anlayacak kadar bilgimiz vardır sanırım. O halde biz de bu mirası başarılı bir şekilde gelecek kuşaklara devretmek zorundayız. Bunun için de mutlaka tarih bilgimizle bu kenti öğrenmek ve sevmek zorundayız.
Bakınız, bunca zamanın birikimiyle İstanbul kenti bir açık hava müzesi niteliğindedir. Bu kenti gezerken bunlara dikkat etmek zorundayız.
Düşünün, Valens Sukemeri 2. Teodosius zamanında bitirilmiş ve kentin büyük havuzuna (Tauri Forumu'ndaki) su getirilmiştir. İstanbul'u gezerken bu Sukemeri'nin o zamanki önemini kavrayabiliyor muyuz? Ya kentin su depoları olan sarnıçları gezerken tarihi de gezmiş olmuyor muyuz? Ortaçağ'a damgasını vurmuş koca bir imparatorluğun bize bırakmış olduğu daha bir çok dini, askeri, sivil yapılar var. Kiliseler, şapeller, anıt sütunlar, saraylar... Bunlar yaklaşık iki bin beşyüz yıllık İstanbul kentinin Bizas ve adamlarının, Romalıların ve Bizanslıların bizlere mirasıdır.
Son İstanbul kentinin sahipleri ise Türklerdir. Osmanlı Devleti'nden bizlere kalan miras ise görece daha yakın tarih olduğundan daha dikkatli korunarak günümüze kadar gelebilmiştir. Bunların başında elbette camiler gelir. Sonra Osmanlı Sarayları görülmesi gereken tarihi varlıklardır. Çoğunlukla bulunduğu mahalleye adını veren küçük şirin mescitleri sakın unutmayın. Bugün varlıkları bilinmeyen ama İstanbul'un bir çok semtinde bulunan Osmanlı dönemi hanlarını araştırın bulun. Roma'nın hamamlarıyla yarışan Osmanlı hamamlarının içini gezin ve tarihden gelen kurna ve su sesini dinleyin. Mısır Çarşısı'nı, Kapalı Çarşı'yı tarih sevgisiyle gezin. Özellikle 3. Ahmet döneminde yapılmış olan abidevi çeşmelere bir bakın. Hiç bir ayrıntıyı kaçırmayın.
Yalnız, ister Bizans ister Osmanlı, hangi tarihi eseri gezerseniz gezin, freskleri, ikonları, mozaikleri, hat eserlerini, çini kaplamaları gözden kaçırmayın. Çünkü onlar da bize bırakılan en değerli ve en önemli miraslardır.
Korumak için sevmek gerekir; sevmek için tanımak gerekir. Haydi! İstanbul'a nereden gelmiş olursanız olun, ama önce kenti tanımaya çalışın. Onun bir canlı varlık olduğunu ve nefes alıp verdiğini düşünün. Onu sevin. Ona saygı gösterin, çünkü o bizlerden çok çok büyük ve yaşlı.
Ne olur bu dünya güzeli kentte yaşamış tüm atalarımızın mirasını koruyalım ve daha güzel şekilde çocuklarımıza bırakalım.
Unutmayın, İstanbul'u gezmek bile başlı başına bir tarih dersidir.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..