Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

Kurban ve kan kültü

Kurban ve kan kültü
 

Iphigenia'nın Kurban Edilmesi (François Perrrier)


Kurban ve kan kültü paleolitik çağdan bu yana ilkel toplumlara özgü bir tapınma ve günahlardan arınma yoludur.  Kurbanla ilgili bilinen en eski efsanelerden biri Truva Savaşı sırasında kral Agamemnon’un kızı İphigenia’yı tanrılara kurban etmesidir. Rüzgar esmediği için Aka donanması bir türlü Truva’ya karşı hareket edemez. Sonunda tanrıça Artemis’e İphigenia kurban olarak sunulur. Bir başka söylenceye göre de Artemis son anda  bir geyik göndererek İphigenia’yı ölümden kurtarır.

Tanrılara “insan kurban eden” ve hatta “insan eti yiyen ” halklar evrim geçirip uygarlaştıkça, insan yaşamını güvenceye alan yasalar ve kurallar geliştikçe, bu kere insan yerine artık hayvan kurban edilmeye başlanmıştır. 

Buna rağmen, Aztek ve Mayalar gelişmiş bir kültüre sahip oldukları halde insan kurban etmeyi yıkılışlarına kadar sürdürmüşlerdir.  Afrika kabilelerinde de insan yeme ve yamyamlık kültü XX.ci yüzyıla kadar sürmüştür. Günümüzde bile bu sapkın adetin Güney Amerika ve Afrika’nın bazı yerlerinde hala sürmekte olduğu bilinmektedir.

Kurban ve kan kültüne ne zaman başlandığı tam olarak  belirgin değilse de arkeolojik  bulgular, mezar,  ölü gömme, adak  ve kurban adetlerinin  Neanderthal Adamının ortaya çıkışıyla başladığını göstermektedir.  O halde, kurban kesmek insanlık tarihi kadar eskidir.

Antik Mısır, Yunan, Hititler Babilliler  ve  Asurlular   akıtılan  kanın tanrıların öfkesini yatıştıracağına ve insanların günahlarını temizleyeceğine inanırlardı.  Eski Türklerde en geçerli kurban attı. Sümerlerde  Zigguratlarda kesilen hayvanlar,  halkın başlıca et kaynağını oluştururdu. Çünkü  hayvanların yenilebilmesi için önce tanrılara kurban edilmeleri gerekmekteydi. Rahip,  tanrı heykellerinin önündeki sunakta büyük mangalı yaktıktan  sonra  niyet eder, hayvanın kulağına dua okur ve hayvanı keser, kurban eti halka dağıtılırdı. Bu gelenek daha sonra tüm uluslar tarafından benimsendi.

YAHUDİLİK, MÜSLÜMANLIK VE HRİSTİYANLIKTA KURBAN

Avcılık ve çobanlıkla geçimlerini sağlayan toplumlarda "yeni doğan" veya “ilk doğan” yavrular tanrılara kurban olarak sunulurdu.  Tevrat’ta anlatılanlara göre Ademin oğlu Habil sürüsünden "ilk doğan" yavruları kurban etmiş, kardeşi Kain ise toprağın “ilk ürünlerinden” sunmuştur. Buna rağmen, sadece Habil'in sunusu kabul edilir, Kain'in sunusu “doğru olmadığından” kabul edilmez:   

"Ve günler geçtikten sonra Kain toprağın ürünlerinden Rab’be sunu getirdi. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. Rab Habil'i ve sunusunu kabul etti.  Kain'i ve sunusunu ise reddetti. Kain çok öfkelendi, suratını astı.  Rab Kain'e "Niçin öfkelendin?" diye sordu, "Niçin surat astın?  Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miydim?" (Tevrat, Yaratılış 4: 3-6).

Demek ki “doğru olan”  eylem kurban keserek kan akıtmaktı. Peki neden illa kan akıtılması gerekiyordu?  Tevrat teolojisine göre bunun nedeni kanın “can” ve “hayat” ile aynı değerde görülmesiydi  :

“Tanrınız Rabbin sizi kutsadığı ölçüde, yaşadığınız kentlerde dilediğiniz kadar hayvan kesip etini yiyebilirsiniz.  Ancak kan yemeyeceksiniz. Kanı su gibi toprağa akıtacaksınız. (…)  Çünkü ete can veren kandır. Etle birlikte canı yememelisiniz. (…) Yakmalık sunularınızı, eti ve kanı Tanrınız Rabbin sunağında sunacaksınız. Kurbanınızın kanı Tanrınız Rabbin sunağına akacak. Ama eti yiyebilirsiniz.”   (Tevrat, Tesniye 12: 15-16, 23, 27)

Görüldüğü gibi kurbanın sunağa akıtılan kanı, bir canın günahtan kurtuluşu için  başka bir canın kefaret, fidye, bedel veya karşılık olarak sunuluşudur. Yani aslında ölmesi gereken günahkar kişinin hayatta kalması için bir başka canlının hayatı (kanı) feda edilmekte ve bu şekilde güya günahlar bağışlanmaktadır. 

Daha sonra, Tanrı İbrahim'den oğlu İshak’ı  "yakmalık sunu" olarak kurban etmesini isteyecek, ama  bu eylem son anda engellenecek, onun yerine bir koç kurban etmesi istenecektir. (Tevrat, Yaratılış 22: 1-13). Yahudilikte kurban kesimi Yeruşalim (Kudüs) Tapınağının İS 70 yılında yıkılmasından sonra sona ermiştir.   

İbrahim’in dinini izleyen Muhammet kurbanın  günahla ilgili teolojik boyutunu dikkate almamış kurbanı sadece yoksulları ve fakiri doyurmak için yapılan bir tapınma  ve sevap olarak görmüştür:

“Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde  (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Kuran, Hac Suresi: 28)

Araplar İslamiyet öncesinde de  Hubal, Uzza, Menat, Lat gibi putlara Kabe’de kurban keserlerdi.  İslamiyet’in gelişinden sonra kurban ve adak geleneği bu kere Allah adı anılarak aynen devam etmiştir.

Hristiyanlık kurban kültüne yeni bir boyut getirmiştir. Bu yeni  anlayışa göre  kurban tanrıya sunulacağına, tam tersi  söz konusu olmakta, Tanrı kurbanı sağlamakta ve İbrahim örneğindeki gibi oğlu İsa’yı kurban etmektedir. İncil teolojisinde tüm insanlığa Tanrı tarafından sunulan  son kurban  İsa’dır:

“Sizi, Oğlu Rabbimiz İsa Mesih'le paydaşlığa çağırmış olan Tanrı güvenilirdir. (…) Kanıyla günahları bağışlatan ve imanla benimsenen Mesih'i, Tanrı kurban olarak sundu. Çünkü fısıh (paskalya) kuzumuz olan Mesih kurban edilmiştir.  (…)Kendisi günahlarımızı ve yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır.” (İncil, I Kor. 1:9; 5:7; Romalılar 3:25-26; I Yuhanna: 2.2)

O halde, İsa’nın son kurban olarak sunulmasıyla  kurban kesmenin gereği artık kalmamaktadır. Pavlus bu nedenle kesilen kurbanların Tanrıya değil ancak cinlere kurban edildiğine vurgu yapar:

“Fakat diyorum ki milletler kurban ettikleri şeyleri Tanrıya değil, cinlere kurban ediyorlar; ve cinlerle iştirak etmenizi istemem. Rabbin kâsesinden ve cinlerin kâsesinden içemezsiniz; Rabbin sofrasına ve cinlerin sofrasına hissedar olamazsınız”  ( I. Kor 10: 20-21)

KURBAN KESMEK ETİK MİDİR?

Yahudilerin 1900 senedir kurban kesmediklerini ve İsa’nın sunulan son kurban olduğunu göz önüne alarak konunun teolojik ve etik boyutu üzerinde durulması gerektiği kanısındayım. Üstelik, günümüzde bir tek İslam dinince kabul gören bu pagan geleneği sürdürmenin ne kadar doğru ve ahlaki olduğu üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Kuşkusuz,  yaşamak için insanlar – diğer bir çok canlı türü gibi- balık, et gibi hayvansal protein kaynaklarını tüketmek zorundadır. Ancak, bir canlının kanını akıtmayı dinsel yükümlülük olarak görmek, üstelik hayvanları kesmeyi ve öldürmeyi bayram olarak kutlamak  ne kadar ahlakidir?

Burada özellikle dikkat çekmek istediğim nokta şu ki insanlığın ve özellikle İslam coğrafyasında yaşayanların artık hayvan kurban etmek gibi ahlak ve etikle hiç bir şekilde ilgisi olmayan köleci-feodal düzenlere özgü pagan aşiret adetleri yerine, bunları aşan çok yüksek evrensel değerlere, bambaşka yörüngelere, görüngelere gereksinimi  olduğudur. Yüzyıllar öncesinin kanlı adetleriyle uygar ve insancıl değerlere sahip bir toplum yaratılmasının mümkün olamayacağı açıktır.

PS: Etik ile ahlak sözcükleri eşanlamlı gibi görünse de aslında çok farklı kavramlara işaret ederler.   Etik veya törebilim  ahlak ve ahlak kurallarının  gerçekten ahlaki olup olmadığını akılcı, felsefi, tüzel ve insancıl yönlerden sorgular. O halde, etik, ahlakın daha tüzel ve felsefi bir boyutudur diyebiliriz.

 
Toplam blog
: 129
: 1871
Kayıt tarihi
: 27.07.06
 
 

1968 yılından bu yana dinler tarihi, mitoloji, sosyoloji, antropoloji, dinbilim, teozofi, metafiz..