Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '09

 
Kategori
Tarih
 

Kurtuluş Savaşı’nın Musul “Cephesi”

Kurtuluş Savaşı’nın Musul “Cephesi”
 

<ı>“Görüldüğü gibi, muhtemel düşmanların içinde en büyük olasılığı taşıyan Milliyetçi Türkiye’dir. İfade edildiği gibi, saldırmasına izin verilmesi ile, olası bir faciayı, açık bir prestij kaybını ve söylemeye dahi gerek yok ki ülkedeki tüm gayretlerimizin heba olması riskini yüklenmekteyiz. Bu durumda tek çözüm, Ankara’nın Irak’a saldırmasını önlemek, bunun da tek yolu, Türkiye ile tamamen ve süratle bir dostluğu devreye sokmaktır”.(Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 4, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.21)<ı>

Yukarıdaki alıntı Britanya Bakanlar Kuruluna, Savaş Bakanının verdiği izahnamenin sonuç bölümünden yapılmıştır. Belgenin tarihi ise içeriği kadar dikkat çekmektedir: 12 Ekim 1921. Diğer bir ifadeyle, Eskişehir-Kütahya yenilgisi sonrasında Sakarya direnişi zaferle sonuçlanmış olsa da Anadolu’da kurtuluş mücadelesinin en yoğun aşamaları henüz geride kalmamıştır. Öyleyse İngilizleri bu denli kaygıya sürükleyen durumun nedenleri nelerdir? Dönemin İngiliz kaynaklarını okumaya devam ettiğimizde karşımıza iki taktik bir de temel stratejik neden çıkmaktadır:

1. Bolşevik Rusya’ya rağmen bir anlaşmaya doğru Ankara Fransa yakınlaşması.

2. Ankara’da milliyetçi güçlerin ve Mustafa Kemal’in giderek güç ve itibar kazanması.

Bu iki gelişmenin olası sonucu Bağdat yolunun Mustafa Kemal güçlerine açık hale gelmesi iken asıl stratejik neden ve yol açtığı tehdit ise Anadolu’daki milliyetçilerin Bolşevik Rusya ile işbirliği halinde Britanya’nın Ortadoğu’daki çıkarlarının aleyhine hareket etmesidir. Şimdi bu saptamalara dayanak oluşturması açısından 21 Ekim 1921 tarihli, İngiliz Savaş Bakanının Bakanlar Kuruluna yönelik, Eskişehir-Kütahya ve devamında Sakarya Muharebeleri sonrasındaki durumu analiz eden izahnamesinin bölümlerini inceleyelim.

<ı>“İlk aşamada, her ne kadar Türkleri şaşırtarak Kütahya’daki konumu elde etmede başarılı olsalar da, Yunanlılar kararlı bir savaş yürütmede başarısız kaldılar. 21 Ekim’de Türkler inisiyatifi ele alarak çok güçlü bir karşı atakla Yunan ilerlemesini durdurmuşlardır. Bu karşı atak, Ankara Hükümeti’nin Bolşevik Kafkas Ordusu’nun yardım teklifini kabul etmemesi ile eş zamanlı olmuştu….Hiç şüphe yok ki, bu operasyonlar sonrasında Mustafa Kemal’in şahsi prestijini büyük ölçüde yükselmiştir. Önceleri hükümete hesap veren bir başbakan durumundayken, şimdilerde neredeyse bir diktatörün konumuna geçmiştir. Bu nedenle, şimdilik Ankara Hükümetinde ılımlı bir partinin sağlam bir şekilde iktidarda bulunduğunu düşünebiliriz. Bu varsayım doğru ise, bu hali hazırda Enver Paşa’nın dönüşü ya da özellikle Rusya’ya savaş malzemesi açısından tamamen bağımlı olmaktan henüz çıkmış olan Milliyetçiler (Anadoluda’ki) ile Bolşevik Rusya arasında askeri bir müttefiklik tehlikesini ortadan kaldıracaktır”. (Şimşir, a.g.e., s.31)

Burada Rusya’dan geldiği ve geri çevrildiği ifade edilen teklif; Sakarya Savaşı’nın başlamasından hemen önce 14 Ağustos 1921 tarihinde Ankara Hükümeti’nin Sovyetler’e verdiği nota;

“<ı>Batı ile uzlaşmanın mümkün olmadığının anlaşıldığı, Doğu milletleriyle gerçek bir işbirliği yapılarak ilkeleri batıya gereğinde zorla kabul ettirmek gereği üzerinde durdu. Türkiye’nin Batı’da bir konferansa gitmeden önce Sovyet Cumhuriyetleriyle sıkı bir işbirliği yapmak istediğinin belirtildiği notada, Sovyetler’in evvelce söz verdiği 50 milyon altın rublenin 20 milyonunun nakit, kalanının da istikraz yoluyla ve askeri araç olarak verilmesi istendi, kesin cevap beklendiği bildirildi”.(Ali Fuat Cebesoy ve Stefanos Yerasimos’dan aktaran Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt 3, Ankara, 1986, s.630)

üzerine Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin’in Ali Fuat Paşa’ya;

<ı>“..söz verdikleri savaş araçlarının hızla ve tamamiyle gönderilmesinden sonra daha da fazla yardım yapabileceklerini sandığını belirtti. Çiçerin, Türkiye Batı Cephesi’ne bir Rus ordusu göndererek fiili yardımda bulunmayı düşünüyorlarsa da bunun maddeten mümkün olmadığını, Türkiye’nin de bunu istemediğini bildiklerini söyledi. “Enver Paşa’nın temin edebileceği Müslüman kuvvetleriyle Anadolu’ya geçmesi mümkün olmaz mı?” dedi”.(Cebesoy’dan aktaran Sarıhan, a.g.e., s.634)

sözlerinde ifadesini bulan öneri olmalıdır. İşte İngiliz arşivinde yer alan raporlara giren kaygının temelini oluşturan bu olasılık, aynı zamanda Ankara’nın yürüttüğü bıçak sırtı dış politikanın bir göstergesi niteliğindedir.

Diğer taraftan, 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması’na giden yolda Ankara Fransa yakınlaşmasının Ortadoğuda’ki İngiliz çıkarları açısından sonuçlarını ise önce Sovyetler’in gözünden 10 Kasım 1921 tarihli bir yazıyla aktaralım:

<ı>“Anlaşmanın hemen her maddesi İngiltere’nin çıkarlarına dokunmaktadır….İngiliz emperyalizmine en ağır darbeyi “Bağdat Demiryolu’na” ilişkin darbe indirdi. Bu maddeye göre Toroslardan Dicle’ye, Mezopotamya sınırındaki Nusaybin’den Cezire’ye kadar olan bölüm Fransız denetimi altına giriyor. Türkler bu demiryolu üzerinden birliklerini ve savaş malzemelerini nakletme hakkına sahip olacak. Fransız birliklerinin Klikya’nın bir bölümünden çekilmesi ve Suriye konusunda varılan anlaşmayla birlikte bu madde, milliyetçi Türklerin Mezopotamya’yı doğrudan tehdit edebilmesi demektir. Fransa’nın bu hamlesiyle Emir Faysal’ın krallığının bir kanadı açıkta kalıyor. Faysal İngiltere’nin bir aracı, Faysal’ın güvenliği ise Mezopotamya’daki İngiliz egemenliğinin ön koşuludur. Öteden beri Kemal Paşa’nın hedeflerinden bii, Mezopotamya’dan, İngiltere’nin adamı Emir Faysal’ı; “İslama ihanet eden bu adamı” kovmak ve parlak bir geleceği olan bu ülkeyi yeniden Türk imparatorluğuna katmaktı. Şimdi Fransa’nın sağladığı destek sayesinde bu niyet, gerçek bir saldırıya yol açabilir.

<ı>

<ı>…Anadolu sorunu gündeme geldi. İstanbul ve Boğazlar İngiltere açısından tehlikede. İngiltere Türkiye’ye hakim olmanın, Kafkasya’daki petrol kaynaklarını ele geçirmenin anahtarı olan “halifeliği”, Kemal’in güçlenmesi ve ilerlemesiyle birlikte elinden kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya. Ama özellikle Mezopotamya’nın tehlikeye düşmesi İngiltere’yi canevinden vurmaktadır. Burada söz konusu olan, Mısır’ı Hindistan’a bağlayan ve dört yıllık dünya savaşı sonucu zor bela elde edilen kara parçası, Hint kalesinin önündeki sipersiz alandır. Ama burada her şeyden önce söz konusu olan Musul’daki verimli petrol yataklarıdır. Bu yataklar ki, hem donanmanın hem de sanayinin ihtiyacını karşılayacak üssü, herhangi bir savaşı başarıyla yürütmenin önkoşulunu oluşturuyorlar

<ı>

<ı>…Aynı zamanda Sovyet Rusya’ya yönelen saldırganlık da belirginleşiyor. Mezopotamya petrolü varsa, Kafkas petrolü de vardır. Paul Burzon “L’Europe Nouvelle” deşöyle yazıyor: “Aslında Ankara Anlaşması, Sovyet boyunduruğundan sonsuza dek kurtulma özlemi çeken Kafkas Cumhuriyetlerine güçlü bir manevi destek olmuyor mu? İngiliz basını bunu görebilmelidir”.(Der. Doğu Perinçek, Çev. Fatma Artunkal, Komintern Belgelerinde Türkiye-1, Kaynak Yayınları, 1998, s.31-32)

Böylece biraz dolambaçlı olsa da bu yazının asıl amacını oluşturan Musul konusuna bağlanarak, Kurtuluş Savaşı sürerken halâ dönemin hegemon gücü olan İngiltere’nin Ortadoğu siyasetini ve önceliklerini böylece kaydetmiş olduk. Bu siyasetin bakış açısından bizim Kurtuluş Savaşımızın nasıl görüldüğü ve Ankara Hükümeti’nin milli devletin kuruluşu sürecinde mücadelenin sıcak cephesi ile birlikte diplomatik cephedeki uğraşını dış kaynaklardaki okumalardan aktarmaya devam edeceğim. Ancak daha önce yukarıdaki alıntıyı yaptığım İngiliz Savaş Bakanının 21 Ekim 1921 tarihli, Sakarya Savaşı sonrası tarafların konumunu analiz eden raporda son derecede dikkat çeken bir saptamaya yer vermek istiyorum. Raporda, Türk Milliyetçileri’nin önünde açık bulunan hareket alanları analiz edilirken, özetle ve sırasıyla; Yunanlıların geniş çaplı bir harekâtla Anadolu’dan atılması ya da gerilla operasyonlarıyla Yunanlıların mevcut çizgisinden geri çekilmeye zorlanması veya aktif operasyonlardan kaçınarak kışı hazırlıkla geçirme ve Yunanlıların politik ve mali sorunlar yüzünden ordularını hareket ettiremeyeceğini ummak seçenekleri incelenmekte ve zamanın kuşkusuz Türklerin lehine işlediği belirtilerek, bu seçeneklerden herhangi birisiyle beraber Ankara Hükümeti’nin Sevr Anlaşması’nın hükümlerini değiştirmek üzere Müttefikler üzerinde baskı oluşturmak amacıyla İstanbul ya da Mezopotamya’ya operasyonlar düzenleyebileceği hesaba katılmaktadır. İşte bu hesaplamaya dayanarak <ı>“İstanbul’a kanatta hazır bulunan Yunan Ordusuyla erken bir ilerlemenin çok tehlikeli bir askeri operasyon olacağı” ifade edilerek, bunun <ı>“aynı zamanda Milliyetçilerin Fransa ve İtalya ile beraber Büyük Britanya ile doğrudan karşı karşıya gelme sonucunu doğuracağı ve bu noktada Ankara Hükümeti’nin politik programıyla uyumsuzluk görüntüsü veren bir durum oluşturacağı” belirtilmektedir. Bu ifadenin yazının başlangıcında değindiğim İngiltere açısından temel çelişki olan Bolşevik Rusya tehdidinin yüze çıktığı, İngiliz imparatorluk siyasetinin şaşırtıcı hesap içinde hesap diplomasisine iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. İngiltere, Ortadoğu’da çıkarlarının çatıştığı Fransa ve İtalya’yı ve kuvvetle muhtemel egemen bir Türkiye Devleti’ni ileri bir tahlil ile temel tehdit olarak algıladığı Bolşevik Rusya karşısında muhtemel bir yandaş olarak hesaba katmakta ve doğrudan karşı karşıya gelmeyi istememektedir diye yorumluyorum.

Musul konusunda çeşitli kaynaklardan okumalarımı, “Kürt Sorununa Yakın Tarihsel Bakış” isimli yazımdan hareketle (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=197548) bu yazıya konu yaparken bir taraftan da bu üstü kapalı algının Türkiye nezdinde olan yansımalarının somut belgelerini aramaya devam edeceğim.
 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..