- Kategori
- Deneme
Kuyrukçuluk

kuyruklar
Emekliliği gelince 'oh ne ala. Artık sabahın köründe kalkıp yollara düşmek yok. Otobüs, dolmuş kuyruklarında itiş kakış yok. Amirin afrası tafrası. Akşama kadar gelene gidene kafa patlatmak yok. Vur kafayı yat, yuvarlan. Karışan yok, girişen yok. Özgürlüğünü yaşa' diye çok sevinmişti.
Gerçekten emekli olduktan sonra ilk bir iki ay düşlediği gibi yaşamıştı. Sabahları alışkanlıktan erken kalksa da 'yat oğlum, sen emeklisin ya' deyip büyük mutluluk içinde yatmaya devam etmiş, istediği saatte kahvaltısını yapmış, istediği saatte çıkıp gezip tozmuştu.
Ama bir iki ay geçince canı sıkılmaya başlamış, adeta çalıştığı günleri özler olmuştu. Öyle her gün 'vur kafayı yat' olmuyordu.
Hanımı onun her gün işe gitmesine, gündüzleri evde yokluğuna alışmıştı. Şimdi onu her gün evde görünce kadın rahatsız oluyor "böyle evin içinde domalıp durma da kendine bir meşguliyet bul, biz de işimize bakalım" diye dırlanmaya başlamıştı.
Evde kalmış kızı da aynı düşünce de idi. Evde kalmışlığın yarattığı iç sıkıntısının yanında, bir de her gün babası evde olunca o da annesini destekliyordu. Adam baktı olacağı yok o sabah kendini dışarı attı.
Önceden hiç kahve alışkanlığı falan yoktu. 'Bir kahveye gideyim. Belki oyun falan oynarsam vakit geçer' deyip evlerine yakın bir yerdeki kahveye gitti. Kahveden içeri girince baktı içerde üç dört kişi vardı. Onlardan üçü kendi gibi yaşlıydı, aralarında sohbet ediyorlardı. Onlara selam verip yanlarındaki masaya oturdu. Garsona bir çay söyledi. Etrafına bakınıp bu ortama alışmaya çalışıyordu.
Gözü ileriki masada oturan üç gence kaydı. Onlar da kendi aralarında gülüşüp şakalaşıyordu. Bu sırada içeri bir yaşlı bey daha girdi. Gençlerden biri "ooo Ali dayı Hasibe yenge yine mi kovdu" diye takılıp arkadaşlarıyla birlikte gülüştüler. "Ali dayı" dedikleri 'la halve' çekip "oğlum sizin işiniz yok mu ya?" dedi. Gençler gülüşürken üç yaşlının oturduğu masadan biri "gel Ali bey gel. Alışırsın. Bizde emekliliğimizin ilk günlerinde senin gibiydik. Bize de çok takılan oldu, ama şimdi alıştık" dedi. Adam biraz sakinlemişti, o masaya yöneldi. Oraya giderken bizimkiyle göz göze gelip selam verdi.
Bizimki adamın selamını aldı, ama canı sıkılmıştı. Çayı da bitmişti. Kahvede oturamayacağını anladı. Kalktı orada duran garsona çay parasını verip çıktı. Bir süre yürüdü.
Daha sabahın erken saatiydi. O sırada yanından geçtiği bankanın önünde iki sıra insan kuyruğu gördü. Merak edip durdu. Kuyruk çok canlıydı. Vağul vuğul insanlar sanki kırk yıllık ahbap gibi konuşuyor, karşıdan karşıya laf atıyordu.
Bu sırada kalabalık artınca üçüncü bir kuyruk oluşmuştu. O da gayri ihtiyari yeni oluşan kuyruğa girdi. Gelenler "kuyrukta mısınız" deyince, "evet" dedi ve kuyrukta beklemeye başladı.
İşte onun kuyrukçuluğu böyle başlamıştı. Kuyrukta birbiriyle sohbet eden insanlara bakıp, onların birbirine takılarak söylediği laflar hoşuna gitmişti. Onlara kulak verirken bir yandan kuyruklara göz gezdiriyordu.
Yandaki kuyruktaki beyefendi ona "siz yenisiniz galiba, sizi daha öne hiç görmedim" dedi. O da yeni emekli olduğunu bu gün ilke kez burada kuyruğa girdiğini söyleyince karşıdaki adam "maaş için mi?" diye sordu. O maaşını başka bir bankadan alıyordu, ama "evet" dedi.
Karşıdaki adam az yakınına gelip kendini tanıttı. O emekli olalı iki yıl olmuş. İlk günler vakit geçirememiş. Sonra önce maaş almaya geldiği bu bankada ilk kuyruğa girmiş. Buradaki muhabbeti sevdiği için artık her maaş zamanı buraya geliyormuş.
Aslında evine yakın yerde aynı bankanın şubesi de varmış. Ama orada maaş almaya gelen pek olmadığı için kuyruk olmuyormuş. O buradaki kuyruk sohbetini çok sevmiş, hep buraya geliyormuş.
Ayrıca yalnız bu kuyrukla kalmamış. Hastane, vergi dairesi veya başka banka kuyruklarına da takılıyormuş.
Böylece emekli olduktan sonra kendine bu kuyruklar sayesinde hoş bir meşgale bulmuş.
Kuyrukların yetmediği yerde alışveriş merkezlerine de gidiyormuş. Böylece vaktin nasıl geçtiğini bilmeden yaşayıp gidiyormuş. Emekli olduğu ilk yıllarda evde olunca karısının başlayan dırdırından da böylece kurtulmuş.
Adam bunları öyle hevesle anlatıyordu ki, bizimkini adeta imrendirdi. O adamla sohbet ederek epey vakit geçirdi. O adam sırası gelip parasını alıp giderken ona "seni tanıdığıma çok memnun oldum, bir dahaki maaş kuyruğunda görüşmek üzere hoşça kal" diyerek vedalaşıp gitti.
Bizimki de yavaş yavaş vezneye yaklaşıyordu. Kartını yoklanır gibi yaptı. "Eyvah evde kalmış" deyip kuyruktan çıktı. Gitti öbür kuyruğun en sonunda sıraya girdi. Böylece kuyruk değiştirerek akşamı etti.
O günden o sonra 'o kuyruk senin bu kuyruk benim' kuyruk dolaşırken birçok yeni kuyruk dostları edindi. Bu dostlarla siyasetten ekonomiye kadar herşeyi konuşuyordu.
Bu şekilde onlarla konuşurken siyasi olarak düşündüklerini söylüyor, onların siyasi görüşlerini öğreniyor; bu şekilde kendi düşündüğüyle kuyrukların düşüncesini kıyaslayıp gelecek için kendince bir fikir edinmeye çalışıyordu.
Çünkü toplumsal yaşamın gerçeklerini yaşayanlar o kuyruktaki insanlardı. O insanların yaşadıklarında şekilleniyordu yaşam.
Onun için o kuyruklarda konuşulanlara çok önem verir olmuştu.
Orada herkes 'sanki bir daha nasıl olsa karşılaşmam düşücesyle' aklından ne geçiyorsa, ne düşünüyorsa konuşulanla ilgili yanına hiç yalan katmadan söylüyor, tartışıyorlardı.
Hatta benzer düşünceyle en özel sorunlarını bile rahatça konuşuyorlardı.
Onun için çok sevmişti kuyrukları. Bu kuyruklar sayesinde evde kalmış 'kart' kızına koca bile bulmuştu.